YAZARLAR

Söyledikleriniz, seçmenin anladığı kadar...

Başkan olduktan ve (kendi deyimiyle) “muazzam” işler başardıktan sonra, ona oy verenler demiş ki: “Trump’ın zayıf yönlerinin farkındayız. Sözlerini tutmadığının da farkındayız. Hatalar yapması çok normal çünkü o da bir insan. Onun sayesinde, yıllardan beri ilk kez, bize değer verildiğini hissettik. Artık yok sayılmıyoruz, ezilmiyoruz. Bizi duyuyor ve anlıyor. Artık bizim dönemimiz başladı.”

“Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin, karşıdakinin anladığı kadardır.”

İletişim kurmakla (ya da bir türlü kuramamakla) ilgili ne kadar kitap, konuşma, seminer, makale varsa, büyük olasılıkla bir yerinde Mevlânâ’nın bu sözleriyle karşılaşırsınız. İletişimi bu kadar iyi özetleyen başka bir söz söylenene kadar, bu böyle.

Mesela, 6 yaşındaki oğluma “Tepemdeki devinimlerinden yoruldum, git devinimini başka yerde yap.” dediğimde, herhangi bir cevap alamadığım gibi, devinimlerini hunharca artırdığını gözlemliyorum.

Başka bir gün, çok istediği bir oyuncağı neden alamayacağımı kendisine anlatırken, ekonomideki kırılganlıktan ve siyasi arenadaki aktörlerin bu konuda gerekli müdahaleleri yapmadığından söz ediyorum. Üstelik, bu direngen tavrını devam ettirmesinin, bir ittifak zemini oluşturmamızı ziyadesiyle zora soktuğunu da sözlerime ekliyorum. Anlamıyor.

Sonra “Oha! Alamam oğlum bunu, çok pahalı. Hiç boşuna ısrar etme.” diyorum. Anlıyor. (Pozitif bir diyalog zemininde, adeta bir mutluluk sarmalı yaratıyor, nitel ve nicel sıçramalar eşliğinde eve gidiyoruz.)

Karşıdaki anlamadıktan sonra, o engin bilgiler, süslü kelimeler, havalı cümleler, hassasiyetler boşa gidiyor gerçekten. Bunu her seçim döneminde, yaşayarak test ettik, ediyoruz.

Neyse ki, seçmenler 6 yaşında değil. Bu nedenle, siyasetçilerin bu kadar basit, bu kadar anlaşılır konuşması gerekmiyor değil mi?

Hatta ne kadar akademik, ne kadar anlaşılmaz konuşur, ne kadar uzun cümleler kurarsanız, o kadar bilgili ve uzman görünürsünüz. Seçmenler size bayılır, patlama yaratan oylar da artık günlerce sayılır.

Seçimlerden sonra, muhalefet partilerinden bir sürü kişinin, bir sürü konuşmasını dinledim, röportajlarını okudum. Karşıdaki ne dediğini anlamasın diye özel bir çaba var sanki. Sonuna geldiğimizde, başını unuttuğumuz cümleler, bol bol terimler, çeviri olmamasına rağmen, çeviriymiş gibi duran metinler...

Belki de haklılardır... Halkı yöneten olmak için, halk gibi konuşmamak gerekir. Konuşmaları anlamayanların hepsi de zaten koyundur. Takım tutar gibi, insan tutuyorlardır. Anlasalar da bir şey değişmeyecektir. Onlara ihtiyaçları yoktur.

Eğitimli, kültürlü, bilinçli insanlar onları gayet güzel anlıyordur ve belki bu onlara yetiyordur. Günleri devinimlerle, kırılmalarla özgeci özgeci geçiyordur.

Amerika’da, Donald Trump başkan olduktan sonra, kelimelerin ve konuşma tarzının, seçmeni nasıl etkilediğiyle ilgili çalışmalar (ve konuşmalar) yapan bazı dilbilimciler, Trump’ı da çeşitli dönemlerde analiz etmiş. Hangi konuşmasında ne demiş, nasıl demiş, ne kadar tepki almış, akıllarda ne kalmış diye.

İlginç bir tesadüf olarak, araştırmalar farklı farklı olsa da sonuçlar hep aynı.

Trump, 8 yaşında bir çocuğun anlayabileceği şekilde konuşuyormuş.

Amerika’nın son 15 başkanının konuşmaları (röportajlar, basın toplantıları ve seçim konuşmaları) incelendiğinde, hepsinde “en düşük seviye” ödülünü Trump kazanmış. Seçtiği kelimeler ve cümlelerinin gramer yapısı, “çok basit ve az çeşitli”ymiş.

Konuşmalarını yazıya döktüğünüzde, ortaya “anlaşılmaz” bir metin çıkıyormuş. Giriş yok, gelişme yok, sonuç yok. Değişik ses efektleriyle bölünen kısa kısa cümleler, sürekli (ama sürekli) tekrarlanan belli kelimeler, garip vurgular var. “Bunu iyi hatırlayın”, “anladınız siz onu”, “inanın bana”, “biz biliriz”, “dışarıdaki düşmanlarımız” gibi, tekrarlanan bazı kalıplar var.

Dikkatli ve düzgün konuşmak yerine, mahallede, sokakta karşılaşacağınız biri gibi konuşmaya çalışıyormuş. Derdi “bilen” olmak değil, “anlayan” olmakmış.

İçeriği mantıksız da olsa, konuşmaları, dinleyicilerin çoğunda (yüzde 52,59 olabilir belki) “bizden biri” algısı yaratıyor ve güven veriyormuş.

Trump, güven veriyormuş! Trump!

Başkan olduktan ve (kendi deyimiyle) “muazzam” işler başardıktan sonra, ona oy verenler demiş ki:

“Trump’ın zayıf yönlerinin farkındayız. Sözlerini tutmadığının da farkındayız. Hatalar yapması çok normal çünkü o da bir insan. Onun sayesinde, yıllardan beri ilk kez, bize değer verildiğini hissettik. Artık yok sayılmıyoruz, ezilmiyoruz. Bizi duyuyor ve anlıyor. Artık bizim dönemimiz başladı.”

Şimdi böyle düşünen, böyle hisseden, böyle bakan insanlarla aynı masaya oturmak, konuşmak, iletişim kurmak nasıl mümkün olabilir?

Tabii ki, global konjonktürde değerlendirmeler yaptıktan sonra, bir uzlaşı zemini arayarak. Bu zemin oluşturulduğu, gereken sinerji yaratıldığı sürece, etkileşimli ve sürdürülebilir bir diyalog içerisinde olmanın önünde, herhangi bir engel düşünülemez.

Bu kadar basit. Bunda anlamayacak ne var?


Reyya Advan Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 13 yıl, İstanbul’da çeşitli uluslararası reklam ajanslarında, reklam yazarlığı yaptı. Çocuk hikâyeleri ve masallar yazdı. İstanbul’un trafiğine ve nem oranına daha fazla dayanamayarak, Ankara’ya geri döndü. 2009’da, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Reklamcılık, yazarlık, sunum teknikleri gibi alanlarda dersler veriyor. Kurbağalara olan abartılı ilgisi dışında, normal bir insan.