YAZARLAR

İnsanlık bir milim ilerlememiş!

Alfa Kurt, insanın doğa ile kurduğu ilişkide sahici, ama insan ile kurduğu ilişkide fırsatçı bir film olarak kayıtlara geçebilir. Haftanın dikkate değer yapımlarından biri olduğu kesin.

‘Geçmiş’e dair bir hikaye anlatmak çoğu zaman bugüne dair bir ‘kıssadan hisse’ çıkarma amacı güder. Ama bir de geçmişi, geçmişte olduğu gibi anlatıp ne kadar yol kat ettiğimizi, nerelerden nerelere geldiğimizi görmemize yarayan işler de mevcut.

“Cehennemden Gelen” ve “Tanrının Kitabı” filmlerini birlikte çektikten sonra yola yalnız devam etme kararı alan Hughes biraderlerden Albert’in yeni filmi “Alfa Kurt” vesilesiyle böyle bir giriş yapmak zorunda kaldık. Yolları ayırdıktan sonra kardeşi Allen, 2013’te “Bitik Şehir” ile çıkmıştı seyircinin karşısına. Albert Hughes de ilk kez solo çalışmasıyla karşımızda.

“Alfa Kurt” (Alpha), 20 bin yıl öncesinin Avrupası'nda üst paleolitik çağda geçen bir büyüme öyküsü. Artık ergenlikten çıkan Keda, kabile şefi olan babasının testinden geçen genç erkeklerle birlikte seçkin bir gruptan oluşan avcılar arasına katılma hakkı kazanır. Bu grup kabilenin kışlık yiyecek ihtiyacı için avlanmak üzere kilometrelerce yol kat eder. Av sırasında yaralanan ve bir uçurumun kenarında asılı kalan Keda, öldüğü düşünülerek geride bırakılır. Kendine geldiğinde tekinsiz bir coğrafyada yalnız kaldığını fark eden Keda, evin yolunu bulmak ve tabii ki artık bir ‘adam’ olduğunu ispatlamak için yoğun çaba harcayacaktır. Bu yolculukta ona, yaralı olduğu için sürüsü tarafında terk edilen bir kurt eşlik edecektir.

“Alfa Kurt”, bir yanıyla insan ve doğa arasındaki dolaysız ilişkiyi, karşılıklı tehdit ve dostluk bağlantılarını ortaya sermekte oldukça maharetli. Albert Hughes’in hikayesinden Daniele Sebastian Wiedenhaupt tarafından senaryolaştırılan film, ikisi de yaralı, kurt ile insan arasındaki mesafeyi doğalarına saygı içerisinde kapatmayı deniyor. Bunu da büyük oranda başarıyor. Kurt ve Keda’nın dayanışması ikisini de hayatta tutarken, aynı zamanda olgunlaşmalarını da sağlıyor. Örneğin Alejandro G. Iñárritu’nun “Diriliş”te (The Revenant) yaptığı gibi meseleyi insan ve doğa arasındaki sert rekabet ve her şeye rağmen insanın kazandığı bir mücadele olarak ele almıyor. Aksine, Keda doğa ile ne kadar fazla uyun içerisinde olursa hayatta kalma şansının da o kadar yüksek olduğunu anlıyor.

“Alfa Kurt”, insanın doğa ile ilişkisini ne kadar anlattığı dönemin ‘doğası’na uygun hale getirmeye çalışıyorsa; insanın insan ile olan ilişkisini de o kadar bu güne yaklaştırma gayreti taşıyor. Bu filmin duygusal etkisini güçlendirse de, tarihsel etkisini zayıflatan bir unsur olarak dikkat çekiyor. Keda’nın öldüğünü düşünen o sert kabile şefi baba Tau’nun paramparça halleri, annenin yıkılan görüntüsü, kahramanımızın bir an önce anne kucağına dönmek, babasına rüştünü ispatlamak için çabalaması daha çok bugünün aile ilişkilerine özgü tutumlar olarak filmde anlam buluyor. Hollywood’un ‘kutsal aile’ anlatısıyla bir noktada temas etme ihtiyacı filmin de gücünü azaltan bir faktöre dönüşüyor. Hollywood anlatılarından dünya yerle bir olur ve on binlerce insan ölürken (ve onların bir kısmını kurtarabilecekten) kahramanın “ille de benim evladım” diye ortalıklarda gezinmesi gibi; av sırasında ölen diğer insanları yok sayan Tau ve geride unutulan Keda’nın kavuşma merasimine odaklanan bir yapı söz konusu. Kuşkusuz hikayenin geçtiği dönemde de insanların çocuklarıyla duygusal bağ kurduğu söylenebilir. Kastettiğim, bu bağın dönemin koşullarıyla değil de bugünün modern aile ilişkileriyle oluşturulması. Bu da filmin Amerikalı ortalama seyirciye ulaşabilmesinin anahtarı olarak işlev görüyor.

Nihayetinde “Alfa Kurt”, insanın doğa ile kurduğu ilişkide sahici, ama insan ile kurduğu ilişkide fırsatçı bir film olarak kayıtlara geçebilir. Haftanın dikkate değer yapımlarından biri olduğu kesin.

ORİJİNAL ADI: Alpha

YÖNETMEN: Albert Huges

OYUNCULAR: Kodi Smit-McPhee, Jóhannes Haukur Jóhannesson, Marcin Kowalczyk

YAPIM: 2018 ABD

SÜRE: 96 dk.