YAZARLAR

Dino, umut, ütopya

Babamın anıları, sosyoloji dersi gibidir. Yoksulluğun ilişki örüntülerini nasıl şekillendirdiğinin, insanın varlık içinde nasıl yokluk çekebileceğinin kanıtıdır hepsi. Bir dönemin politik tercihlerinin, bir merkezde alınan kararın zincirleme etkisini görürsünüz bu anılarda. Demokrat Parti döneminde Bitlis’e sürgün edilmiş öğretmenlerin, bir çocuğun hayatına nasıl dokunduğunu öğrenirsiniz mesela.

Fotoğraf: Özgür Demren

Babam iyi bir anlatıcıdır. Çocukluğu, ilk gençliği Bitlis’te geçmiş. Büyürken onun özlemle, hüzünle, öfkeyle, kırgınlıkla, çocukluğun esrikliğiyle dokunmuş anılarını dinledik. Bunları hâlâ, her anlattığında ilk kez dinliyormuş gibi kulak veririm. Babam anlatır, hayat dile gelir. Bir evin halleri, bir kentin halleri, bir dönemin halleri, bir ülkenin halleri... Dile gelir. Eşek Dino’dan, köpekleri Gümüşo ve Doğu’ya, masalcı Naco amadan*, şifacı Gule amaya, gözü pek, güçlü, tuttuğunu koparan Şado amaya kahramanları vardır bu öykülerin. Eşek Dino’nun yaramazlıkları meşhurdur mesela... Yükünü sırtından indirir indirmez soluğu belediyenin Millet Bahçesi'nde alırmış. Zira Dino için yeryüzündeki en tatlı kavaklar oradaymış. Her seferinde zabıta memuruna yakalanır, genç kavakların kabuklarını kemirerek kamu malına zarar vermekten hapse atılırmış. Ara ki bulasın. Nihayet belediyeye bağlı bir tarihi bir handa yattığı hapisten 2,5 lira karşılığında kurtarılır, eve götürülürmüş. 1940'lar için çok para.... O sıralarda 12-13 yaşlarındaki babam az çekmemiş Dino’dan. Anlaşılan Dinocuk da onlardan... Sırtına palan vurulsun, kilometrelerce yük taşı, bir de kavaklardan mahrum kal! Hadi canım bu da hayat mı?

Babamın anıları, sosyoloji dersi gibidir. Yoksulluğun ilişki örüntülerini nasıl şekillendirdiğinin, insanın varlık içinde nasıl yokluk çekebileceğinin kanıtıdır hepsi. Bir dönemin politik tercihlerinin, bir merkezde alınan kararın zincirleme etkisini görürsünüz bu anılarda. Demokrat Parti döneminde Bitlis’e sürgün edilmiş öğretmenlerin, bir çocuğun hayatına nasıl dokunduğunu öğrenirsiniz mesela. Bir zamanlar Ermenilerle yan yana yaşayanların tehcirden sonra akıbeti belirsiz Ermeni komşulardan geriye ne kaldıysa nasıl talan ettiğini öğrenirsiniz. Bir Ermeni Kilisesi’nin define arama bahanesiyle nasıl yerle bir edildiğini öğrenirsiniz. Kürt bir annenin 14 yaşında gelin geldiği evi kendine ait kılamadığını, çocuklarına kendi dilini öğretemediğini öğrenirsiniz. Kadınların acısını, yok sayılmanın kahredici ağırlığını içinizde hissederseniz. Uzun savaşlara kurban verdikleri kocalarının, evlatlarının ardından ağlamaktan gözlerinde yaş tükenmiş, kör olmuş; evlatlarını evdeki kumayla paylaşmak zorunda kalmış; evlattan sayılmayıp hemen kocaya verilen kadınlar, babamın anılarının asıl kahramanlarıdır. 15 yaşındaki oğlu Mirza’nın Sarıkamış’ta şehit olduğu haberini aldıktan sonra ağlamaktan kör olan Nesli anadan bugün kayıplarını arayan Cumartesi Anneleri'ne bir köprüdür bu anılar. Dinlerken Türkiye’yi dinlersiniz.

Bu anıları dinlerken babamın nostaljisini anlamaya çalışırdım. Yoksulluk bir durumdu. Aşılamamıştı. Çilesi bir kader gibi yaşanmıştı. Peki özlem niyeydi ki? İnsan acıyı özler mi? İnsan çileyi özler mi? İnsan yokluğu özler mi? Özlem değilse bu, neden hep geçmişe döner? Yapamadıkları için, elde edemedikleri için olmasın? Yaşanamamış çocukluklar... Acıyla, mücadeleyle, direnmeyi öğrenerek yetişen kuşaklar... Kaç kuşağı çocukluğunu yaşatmadan feda etti bu ülke? Daha kaç kuşağı feda edecek? Krizler, politiğinden ekonomiğine, daha ne kadar çile üretecek?

Babamın anılarından ayakta kalmanın değerini öğrendim. Ayakta kalmak, direncin gücüne inanmak, gelecek umudunu diri tutmak... Umut ilkesi, gerçekten de dünyanın neresinde yaşarsak yaşayalım vazgeçilmemesi gereken belki de tek ilke. Belirsizliğin yaşantımızın her anını işgal ettiği şu günlerde, umut ilkesinin ardında, kendi ütopyalarımızı yaratarak ayakta kalabileceğiz. Gelecek inşa edilebilir. Ütopya, bugünü göreceli kılarak gelecekten umudu kesmememizi sağlar. Bugün yaşadığımız krizin kesinliğini bozacak olan, “olmayan yer” anlamında değil ama “arzuladığımız yer” anlamında ütopyalarımız olabilir. Ütopyalarla geleceğe bakabiliriz. Anılardan ütopyalara uzanabilir, yitirdiğimiz çocukluğumuza ağlamak yerine arzuladığımız geleceği inşa edebiliriz.

*Halk ağzında hala/yenge anlamında kullanılan sözcük.


Nur Betül Çelik Kimdir?

Ankara’da doğdu ve yetişti. 1978’de Cebeci Kampüslü oldu, 1986 yılında asistan olarak girdiği Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinden Barış Akademisyeni olduğu için 7 Şubat 2017 tarihli 686 no.lu KHK ile haksızca ihraç edilişine kadar da öyle kaldı. Yükseköğretim Kurulu bursuyla gittiği İngiltere Essex Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümünden, 1996 yılında, “Kemalist Hegemony: From Its Constitution to Its Dissolution” başlıklı teziyle doktora derecesini aldı. Kemalizm, hegemonya, söylem kuramları, politik ontoloji alanlarında makaleleri, İdeolojinin Soykütüğü I: Marx ve İdeoloji başlıklı bir kitabı var. Ayrıca Ernesto Laclau’nun Popülist Akıl Üzerine başlıklı kitabını çevirdi. Metodoloji, bilim felsefesi, postyapısalcılık, ideoloji kuramları, söylem kuramları, siyasal düşünce alanlarında çok sayıda ders verdi. İhraç sonrasında ADA (Ankara Dayanışma Akademisi) Kitaplığı bünyesinde iki arkadaşıyla birlikte Türkiye Siyasetinde Popülizmin İzini Sürmek başlıklı bir kitap çalışmasının hazırlıklarını sürdürüyor.