YAZARLAR

Utanıyor insan, elde değil

Putin yönetiminin İdlib’te Ankara için öngördüğü işlev şuydu: Şu katli vaciplerin bir kısmını ikna edip silah bıraktırın, bombalanacaklarına şu veya bu şekilde sağ kalmaya ikna edin ki, bizim yapacağımız katliamın boyutları büyük uluslararası infiale neden olmasın, ülke içinde de kan ve intikam havasını yeniden alevlendirmeyelim. Ankara bu vazifeye hevesle atıldı, çünkü bu sayede 130 kilometrelik sınırının bulunduğu İdlib vilayetinde, şimdilik ne derinlikte, ne kapsamda, ne süreyle tasarlandığı belirsiz egemenlik elde edecekti.

Şimdiye kadar devletten çok eziyet, muktedirlerden çok hakaret gördük de, bizimle bugünkü kadar alay edilmedi. Her kaş kirpik oynatışı sahtelik işareti, lacivert ceketlerin eteklerini dalgalandıran her bel hareketini kıvırtma, parlak boyalı siyah ayakkabıların her kıpırdanışını ayak oyunu saymayı kanıksadık, başka türlüsü düşmüyor aklımıza. Ejder suyuna bulanmış, hiç de smoothie olmayan ağızlardan çıkan sözlere de ona göre muamele ediyoruz.

İnsanı dıştan kıpırtısız, içten soluksuz bırakan resitatif dinletilerin önemli bölümünde, üzerimize dökülen boğucu tınıların bestekârı ve icracısı, dışişleri bakanı koltuğunda oturan ve sık sık koltuktan kalkıp bu bakanlığın imkânlarından yararlanarak sanırım tatminkâr bir yaşam süren, bıyıklı olup olmadığından kendisinin de bizim de emin olamadığımız kimse.

'DOSTUM PUTİN' ÇİZGİSİNDE VİRAJ

4 Eylül günü Rusya uçakları İdlib’i bombaladı. Heyet Tahrir el-Şam’ın da bulunduğu, esas olarak Türkistan İslâmî Partisi’nden Uygurların yerleştiği Cisr el-Şuğur civarını. Bu tip gelişmeler uzun zamandır bekleniyordu. Oysa saldırı Türkiye’de saçma bir infial ve şaşkınlık yarattı.

Ankara önce net ve kararlı bir tutum takınamadı. Muhtemelen Suriye’de işlerin yürütülüş tarzına uygun olarak, “belki Rusya vurur ama ‘yapmadım’ der, biz de ortalıkta fazla gürültü çıkarmak zorunda kalmayız” gibi bir düşünüşle, “gelişmeyi yakından izlemek”le yetindi. Bombardıman ertesinde hâlâ “İdlib sorununun çatışmasız çözümü ve teröristlerin oradan çatışma olmadan çıkarılması” gibi fanteziler tekrarlanıyordu.

Ancak Rusya Savunma Bakanlığı Sözcüsü İgor Konaşenkov ertesi gün bombardımanı doğruladı. Operasyon böylece Türkiye’ye yönelik siyasî hamle niteliği de kazandı. “Nusra Cephesi’ne ait atölyeleri bombaladık,” dedi Konaşenkov, HTŞ’yi eski -El-Kaide şubesi olduğu dönemdeki adıyla anarak-; örgütün insansız hava aracı ürettiği bir binayla uçaksavarları imha etmişlerdi. AA’ya göre, Cisr el-Şuğur dışında Bisenkul, Gani, İnneb, Sırmaniyye, Kefeyedin ile Canudiyye ve Hama'nın kuzeyindeki Zeyzun bölgelerinde birtakım yerleri bombalamış olan Rusya, savunma bakanlığı sözcüsüne bakılırsa, bombardıman hedeflerini “yerleşim yerleri dışında” tutmaya özen göstermişti. Oysa AA, Rusya uçaklarının “sivil yerleşim yerlerini” hedef aldığını vurguluyordu.

Böylece, Ankara’nın resmî propaganda organı, Suriye ordusunun kaybettiği toprakları geri kazanma hamlesinde sıra İdlib’e geldiğinden beri büyük riskler altına giren “dostum Putin” çizgisinden usulca sapmış oldu.

MUAZZAM İFŞAAT

Mevlüt Çavuşoğlu’nun sözleri bunların ardından geldi. Dışişleri bakanı, Almanya’dan gelen mevkidaşıyla görüştükten sonra kameraların, mikrofonların karşısına geçti, “Rejimin İdlib’e saldırmak ve burayı ele geçirmek isteği açıkdedi. Bu müthiş ifşaatın ardından şunu söyledi: “Ama rejimin garantörleri var, Rusya ve İran.”

Bazen bir “ama” ne çok şey anlatıyor!.. İşte tam da bu kadar çok şeyi birden anlatmasın diye bakan ekledi: “Rusya ve İran'la temaslarımızı sürdürüyoruz.” Dolayısıyla telaşlanacak bir şey yoktu, bakan, Moskova ve Tahran ile iletişimin “savunma bakanlıkları, istihbarat birimleri ve dışişleri bakanlıkları düzeyinde” sürdürüldüğünü belirtti. Herhalde görüşmeyen yalnız futbol federasyonları kalmıştı.

Yalnız şu “ama”, bakanı rahat bırakmıyordu. Şöyle devam etti Çavuşoğlu: “Burada hiç kimse kimseyi kandırmasın.” Yoksa birileri birilerini mi kandırıyordu? Kimler? Kimi?

En azından dediğini izah etme yükümlülüğünü sezebildiği için müteşekkir olmamız gereken bakan, “[R]adikal grupların buradan çıkması gerektiği ya da ayrıştırılması konusunda hemfikiriz,” diye devam etti. “Ama bu saldırıların amacı İdlib’i ele geçirmektir.” İşte, kendisinden önceki her şeyi şaibeli kılan şu “ama” yine sahneye fırlamıştı.

Pürüz keşke bundan ibaret olsa. Değil, çünkü Çavuşoğlu’nun “hemfikiriz”i neye dayanarak telaffuz ettiği belli değil. Çünkü özellikle silahlı cihatçıların İdlib’den “çıkması” konusunda kimseyle hemfikir değiliz. Şam’ı hesaba katmadık, Tahran’ı kenara ittik diyelim, en azından ve en başta Moskova, bunların herhangi bir yere “çıkması”nı filan düşünmüyor. Aksine, özellikle Kafkasya ve Orta Asya kökenli yaklaşık üç-dört bin cihatçının oraya gömülmesini arzuluyor. Çin’in “mümkünse bizim Uygurları da…” ricasını da muhtemelen yardım vaatleri karşılığında Esad yerine getirecek. Katli vacip görülenler arasında, eski El-Kaide’ci Heyet Tahrir el-Şam’ı pasifist ve dönek bulup ayrılan, sonuna kadar savaşmaya kararlı Hüras el-Din’cilerle, HTŞ uzlaşsa bile savaş yolunu seçecek militanları da var. Moskova ile Şam’ın savaş alanına gömmeyi düşündüğü “radikal gruplar”, on-on beş bin kişiden az değil, bu durumda.

Putin yönetiminin İdlib’te Ankara için öngördüğü işlev şuydu: şu katli vaciplerin bir kısmını ikna edip silah bıraktırın, bombalanacaklarına şu veya bu şekilde sağ kalmaya ikna edin ki, bizim yapacağımız katliamın boyutları büyük uluslararası infiale neden olmasın, ülke içinde de kan ve intikam havasını yeniden alevlendirmeyelim. Ankara bu vazifeye hevesle atıldı, çünkü bu sayede 130 kilometrelik sınırının bulunduğu İdlib vilayetinde, şimdilik ne derinlikte, ne kapsamda, ne süreyle tasarlandığı belirsiz egemenlik elde edecekti. “Gözlem noktaları” bu alışveriş ihtimali sayesinde kuruldu, vs… İlginç olan, müstakbel İdlib harekâtında ilk elde hedef alınacağı belli HTŞ’nin bu süreçte Ankara’ya gösterdiği kolaylık ve gördüğü yakınlıktı. HTŞ şimdi “terör örgütü”.

'AMA'DAN SONRA 'İSE'

Çavuşoğlu, “Bu radikal gruplar, terörist gruplar Türkiye tarafından buraya getirilmedi,” diye ilan etti, bunu zaten bilen ve “ee?” diye omuz silken ilgili ahaliye. Bakan tutkuyla soruyordu: “Bu gruplara karşıysak o zaman Halep’ten, Doğu Guta’dan, Humus’tan hattâ güneyden bu terörist grupları niye İdlib’e getirdik? Ya da koridor açarak onların silahlarıyla beraber niye buraya gelmesine izin verdik?

Ne bileyim, bize sorabilirdi belki. Özel kaynaklara sahip uzmanlara da gerek yoktu; olanları açık kaynaklardan izlemeye çabalayan birçok gazeteci, Suriye ordusu ülke topraklarını geri alma operasyonlarına başladığı andan beri bunu yazıp çizmiyor muyuz: Uzlaşmayanların hepsini İdlib’e topluyorlar, orada imha edecekler, demiyor muyuz? Yani biz biliyorduk da TC dışişleri bakanı bilmiyor muymuş?

Görülüyor ki, biliyormuş: “Başından beri plan belliydi: ‘Bu gruplar buraya gidecek, sonra bu grupların burada bulunmasını bahane ederek, burayı ele geçirmek için saldıracak’.

Tabiî bu durumda bakanın neye dayanarak “kimse kimseyi kandırmasın” dediğini anlayamıyoruz. Biz bile her şeyi başından biliyor idiysek, kim kimi nasıl kandıracak?

Ama tabiî böyle sorular hiç yerli-millî unsur olmayan mantık bağları gibi lüzumsuz şeyler yüzünden doğuyor. Geçelim.

Fiiliyatta olan şu: Çavuşoğlu, Türkiye hükümeti adına, “İdlib çatışmasızlık bölgesinin korunması gerekiyor,” diyor, Rusya ise burayı ortadan kaldırmaya kararlı, hafriyat işine başladı bile. Çavuşoğlu, “bu saldırıların yanlış olduğunu biz net bir şekilde Rusya'ya ilettik,” dedi. İktidar propaganda aygıtı, artık bir nevi özel damga gibi olan babalanma havasından esintiler taşıyan bu lafı büyüttü de büyüttü. “Net bir şekilde” iletince Rusya yetkilileri ne yapmış? “Hakikaten abi, yanlış oldu, bi daha yaparsak uçağımız düşsün” mü demişler?

Dışişleri bakanı şöyle konuştu: “Eğer burada mesele radikal terörist gruplar ise o zaman bu radikal gruplara, terörist gruplara yönelik ortak strateji belirlememiz lazım. Zaten strateji de belli, sonuç odaklı.” Burada bir aktarım pürüzü yoksa, bakan sahiden harfiyen böyle dediyse, Moskova’da sık görülmeyen bir tebessüm rüzgârı yaratmış olmalı. “Zaten belli”ymiş!

“Zaten” olan bir şey var: bombardıman ve harekât başladı. Bakan hâlâ şu safhada: “Dert bu gruplar ise bu grupları etkisiz hale getirmek için birlikte çalışılabilir.” Çalışılmıyor mu zaten? Ee?

Bakan iki defa “ise” diyor!? Hayır, bu değil dert. İri sulu şeftali yok, ona üzülüyoruz. Yahu elbette İdlib’e topyekûn girişilmesi için “terörist gruplar” öne sürülecek. Ve burada “başından belli” operasyonu sürdürenlerin elini müthiş güçlendiren bir gerçek var: İdlib diye anılan bölgenin yarısından çoğu tamamen HTŞ’nin denetiminde. Geri kalanında da Rusya’nın, Çin’in ortadan kaldırmak istediği, “terörist”likleri uluslararası düzeyde resmiyet kazanmış gruplar var. Çavuşoğlu, “bunun çözümü, hiç ayırt etmeksizin İdlib’in her tarafını bombalamak değildir, saldırmak değildir,” diyor. “Amacımız bu gerginliği azaltmak ve ateşkesi sürdürülebilir hale getirmek…” Biri çıkacak, “O dediğinizin mânâsını biliyoruz,” diyecek. “Planınız başından belliydi. Zaten! Orayı size bırakmayız.”

SON KOZ, ZAYIFLATAN KOZ

TC dışişleri bakanı, son olarak, “mültecileri üzerinize salarız” kozunu da oynamaktan geri durmadı. Hem dışarıya hem içeriye seslendi: Siz harekât yapmayın, siz de bizi destekleyin; yoksa fena olur! Böylece Ankara pazarlık gücünü yine moral-siyasî ağırlığını yok eden o etkene bağlamış oldu: “İdlib’te 3,5 milyon insan var,” dedi Çavuşoğlu -ki, bu sayı muhtemelen 2,5 milyon civarı-. “Kaç milyonu Türkiye’ye gelebilir? Belki iki milyon. Belki daha fazla gelecek. Peki bu teröristler nereye gidecek? Bunlar Türkiye’ye de gelebilir. Geldikleri ülkelere de geri dönebilirler. Yabancı terörist savaşçılar başka transit ülkelere de gidebilirler. Avrupa’ya gidebilir, ötesine de gidebilir.

Bu tehditle kimin hangi tavra zorlanacağını kestirmemiz zor. Ama belki Kremlin’de birileri korkup, İdlib’i tanklı toplu bütün o cihatçı örgütleriyle Ankara’nın nüfuzuna terk ederler. Sonra Eflak Boğdan ve Beserabya alınır… Üstelik bu kafayla!