YAZARLAR

ABN Amro raporu: Kriz uzun süredir bekleniyordu

Raporun en dikkat çeken yanı Türkiye bankalarının içinde bulunduğu mali sıkıntı, Merkez Bankası’nın faiz politikası ile hükümetin büyüme stratejisi arasındaki uyumsuzluk nedeniyle 2018’in son çeyreğini ve 2019’u ağır bir durgunluk dönemi olarak ele alması. Değinilen faktörler ışığında Türkiye’nin büyüme oranları, 2018’in üçüncü çeyreği itibariyle küçülmeyle noktalanıyor.

Türkiye ekonomisine dönük uluslararası analizler son dönemde sık sık karşımıza çıkıyor. Moodys’, Standart and Poors gibi derecelendirme kuruluşlarının yanında ekonomi kuruluşları Türkiye ekonomisin geleceği konusunda olası senaryoları içeren raporlar yayınlıyor. Bu raporlardan birisi de ABN-AMRO’nun yükselen piyasalar ekonomistlerinin hazırladığı Türkiye raporu. Bu hafta söz konusu güncel rapor üzerinden Türkiye ekonomisinin durumuna mercek tutacağız.

2019 DAHA ZOR BİR YIL OLACAK

Raporun en dikkat çeken yanı Türkiye bankalarının içinde bulunduğu mali sıkıntı, Merkez Bankası’nın faiz politikası ile hükümetin büyüme stratejisi arasındaki uyumsuzluk nedeniyle 2018’in son çeyreğini ve 2019’u ağır bir durgunluk dönemi olarak ele alması. Değinilen faktörler ışığında Türkiye’nin büyüme oranları, 2018’in üçüncü çeyreği itibariyle küçülmeyle noktalanıyor. Yine de Türkiye’nin 2018’deki büyümesinin yüzde 4.5 olacağı tahmin ediliyor. 2018 büyüme açısından pozitif olarak yılı kapatsa da 2019 küçülme ile noktalanıyor. Kuruluş daha önce 2019 için öngördüğü yüzde 2’lik büyüme beklentisini revize ederek yüzde 3’lük bir küçülme bekliyor.

2019’da liranın yabancı para birimleri karşısındaki erimesi de devam ediyor. Rapora göre gerekli tedbirler alındığı takdirde dengelenme ancak 2019 üçüncü çeyrekte başlıyor. Kuruluşun 2018 ve 2019 kur tahminleri şöyle: 2017’de 3.82 olan dolar kurunun 2018’i 8.2 ile 2017’de 4.5 olan Euro’nun 9.4 ile kapatması bekleniyor. 2019’da gerekli tedbirler uyarınca kurda bir düşüş var. Ancak tahmin 2018’deki durumun yine de çok uzağında. 2019 kur tahminlerinde doların 6.5 dolayında Euro’nun 8.1 düzeyinde olacağının altı çizilmiş.

KRİZİN NEDENLERİ VE OLASI SENARYOLAR

ABN Amro raporu incelendiğinde Türkiye’de durumu analitik ve veriler üzerinden ele alan iktisatçıların görüşlerinin paylaşıldığı görülüyor.

Türkiye ekonomisinin krizde olduğu artık küresel ekonomi otoritelerince kabul edilmez bir gerçek olarak ele alınıyor. Nitekim sadece ABN Amro değil, IMF gibi kuruluşlar da Türkiye’ye dönük ekonomik tahmin ve projeksiyonlarını güncelliyor.

'UCUZ KREDİLER VERİMSİZ İNŞAAT PROJELERİNE HARCANDI'

AK Parti iktidarının ekonomi politikalarına dönük en önemli eleştiri, inşaatın ekonominin her alanına etki edecek şekilde büyümesi için devlet kanadında ortaya çıkan çabaydı. Özellikle ulusal ve uluslararası camiada bu politikaya eleştiri getiren ekonomi uzmanları Türkiye’nin hızla rant ekonomisine savrulduğunu, projelerin gerekliliğinden ziyade iktidarla olan siyasi bağların belirleyici olduğunun altını çiziyordu.

Türkiye’de özel sektörün borçlanmasında bankalar ilk sırada yer alıyor. Bunu diğer üretim sektörleri takip ediyor. Bankaların borçlanmasıyla da inşaat projelerinin kredileri arasında bir ilişki var. Gerekliliği sorgulanmadan, oluşan ihtiyaç fazlası yapılara bakılmadan projelerin onaylanması siyasi ilişkilerin belirleyiciliğinde ilerliyor. Peki bu projelerin finansmanı nereden sağlanıyor?

Rapor iktidarla bağı olan inşaat firmalarına bankalar eliyle kredi verildiğini, bunda da siyasi ilişkilerin yönlendirici olduğunu belirtiyor. 2002-2017 döneminde kamu bankalarının (Ziraat Bankası, Halk Bank ve Vakıf Bank) verdiği kredi hacmi 86 kat, özel bankalarınki 31 kat artmış. Yani iktidarla bağı olan inşaat firmaları başta olmak üzere pek çok firmaya kamu bankalarınca ciddi oranda kredi kullandırılmış. Raporda konu, oranlarla ele alınmamış, sonuçları aktarılmış.

KAMU SEKTÖRÜ: MALİYETİ CEP YAKAN DEVASA PROJELER

Ekonomide inşaatın yarattığı çarpıklık ve yıkım sadece özel sektörle sınırlı değil. Küresel ekonomi politikteki dengeler uyarınca Türkiye 2008-2009 krizi sonrasında ucuz uluslararası kredi bulabilen ülkeler arasında yer aldı. Buraya kadar süreç anlaşılır. Peki Türkiye bu kredileri nasıl kullandı? Cevap: Verimsiz kamu inşaat projelerinde. Böyle ifade edildiğinde kamu projeleri ifadesi net anlaşılmıyor, örnekle açıklayalım. Örneğin geçiş garantisi verilen ancak, devletin verdiği rakamlarla gerçek arasında uçurum olan Osman Gazi Köprüsü, köprüyü kullanmayan kamyonlara kesilen cezalarla akıllarda yer eden Yavuz Sultan Selim Köprüsü. Atatürk Havalimanı’nın yetersizliği gerekçe gösterilerek inşası süren üçüncü havalimanı. Havalimanı örnekleri denilince akla yalnızca İstanbul gelmemeli. Çünkü kapasitesi, şehrin ve bölgenin gerçekleri gözetilmeden yolcu garantisi verilen havalimanları yalnızca bununla sınırlı değil.

Maalesef Türkiye kağıt üstündeki yolcu ve geçiş garantileriyle gerçek arasındaki makasın bu kadar net görüldüğü örnekler açısından zengin bir ülke. Küçük bir araştırma yaptığınızda ilk karşınıza çıkan örnek Zafer Havalimanı. Bu havalimanı için inşaatı yapan firmaya 2012-2016 arasında 4 milyon 73 bin 18 yolcu garantisi verilmiş. Bu dönemde havalimanını kullanan toplum yolcu sayısı 170 bin 534. Yap-işlet-devret modeli uyarınca firmanın sözleşmesi 2044’e kadar geçerli ve devlet kendisine yolcu garantisi vermiş. Tahmin edilen yolcu sayısının yüzde 96’sı bu dönemde havalimanını kullanmamış.(1) Bu, şu demek: Yolcu başına firmaya ödeme yapılması. 2012-2016 arasında Zafer Havalimanı projesini yapan firmaya 20 milyon euro'luk ödeme yapıldığı Sayıştay raporlarıyla kayıt altına alındı.

İşte raporda gerekli araştırma yapılmadan, öngörüsü sorunlu, maliyet dışında halihazırda kazanç getirmeyen bu projeler ve genel olarak “Bir tek inşaat olsun bize bir şey olmaz” yaklaşımı ekonomideki karanlık tablonun baş sorunu olarak yer alıyor.

ZEHİRLİ SARMAŞIK: HAZİNE GARANTİSİ VE BORÇ SARMALI

Zafer Havalimanı ihalesinde yap-işlet-devret modelinde olduğu gibi bu mega projeler aynı zamanda Hazine garantisine sahip. Peki bu ne demek? Mega projeleri üstlenen firmalar yurtdışında borç bulmakta zorlanıyor. İşte bu noktada Hazine garantisi devreye giriyor ve garanti veriyor. Yani firma olur da iflas eder borcu ödeyemezse Hazine borcu ödemeyi garanti ediyor. Yani borç kamuya geçiyor. 2013’teki Kamu-Özel İşbirliği (KÖİ) Kanunu ile bunun önü açıldı.

Rapor bu noktayı dikkate alarak şu sonuca varıyor:

Türkiye’nin toplam dış borcu Hazine ve Maliye Bakanlığı Haziran 2018 verilerine göre 467 milyar dolar. Varlıklarla borç eşleştirildiğinde kalan borç yani açık 303 milyar dolar.(2) Buradaki borcun 225 milyar doları özel sektöre ait. Bu borcun yarısı finansal kuruluşlara, diğer yarısı finans dışı sektörlere ait. Rapora göre Türkiye’de kamuyu zora sokacak olan finansal borçların yüzde 13’ü finansal olmayanların yüzde 80’i için Hazine garantisi verilmiş. Yani olası bir iflas durumunda bu borç devlete, yani vatandaşa kalacak. Buysa Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'da (GSYH) kamu borcunun yüzde 30’a çıkması demek. Yani hükümetin mali pozisyonunda sarsıntı yaşanması anlamına geliyor. Özetle kamu bankaları dışında özel sektöre verilen Hazine garantisi bu borçluların ödeme yapamaması durumunda sıradan vatandaş için büyük bir kabusun kapısını aralıyor.

MERKEZ BANKASI’NIN BAĞIMSIZ OLAMAYIŞI

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın (TCMB) görevleri kısaca fiyat istikrarını sağlama para ve döviz piyasaları için düzenleyici tedbirler alınması, kağıt para basımı, kambiyo rejimi, ödeme sistemleri ve altın ve döviz rezervlerinden sorumlu olmak. Burada sayılan fiyat istikrarı yani enflasyonla mücadele ve döviz piyasaları için tedbirler kısmı, bankanın faiz politikasını da belirler. Banka bu anlamda hükümetten bağımsız bir statüye sahiptir. Ancak hükümet kanadından faiz politikalarına dönük müdahale, bankanın sürekli gündemde tutulması TCMB’nin bağımsız kararlar almasını sekteye uğratıyor.

Örneğin zamanında gelmeyen faiz artışlarının sonuçları lirada erime ve enflasyon olarak karşılık buldu. Rapora göre 24 Haziran seçimleri sonrasında TCMB bağımsızlık konusunda daha zor bir sürece girdi. Hükümetin büyüme odaklı politikalarıyla TCMB’nin olası faiz artırma politikası, hükümet açısından kabul edilemez bulunuyor. Buysa enflasyon ve lirada değer kaybının artması öngörüsünü perçinliyor. Yani TCMB’nin bağımsızlığından verilen fire enflasyon olarak karşılık bulmaya devam edecek.

Rapor son olarak çözüm için IMF dışı alternatiflere yoğunlaşıldığının altını çiziyor. AB’den özellikle Almanya’nın Türkiye’ye destek olabileceğini ancak bunun da AB politikaları uyarınca kolay olmadığını söylüyor. IMF’ye yapılacak başvuruda da yaşanan kriz uyarınca kredi verilmesine ABD’nin engel olabileceği ihtimali hatırlatılıyor. Ekonomik iyileşmenin de ancak 2019’un son çeyreğinde olabileceği ifade ediliyor.

(1) Haberin detayı için bkz: Çiğdem Toker, “Zafer Havaalanı ve tabandaki vergiler” , Cumhuriyet Gazetesi, 8 Haziran 2018, http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/991760/Zafer_Havaalani_ve_tabandaki_vergiler.html.

(2) Mustafa Murat Kubilay, Kâr patronun zarar kamunun, Gazete Duvar, 27 Ağustos 2018, https://www.gazeteduvar.com.tr/ekonomi/2018/08/27/kar-patronun-zarar-kamunundur/


Mühdan Sağlam Kimdir?

Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda doktorasını yapmıştır. Enerji politikaları, ekonomi-politik, devlet-enerji şirketleri ilişkileri, Rus dış politikası ve enerji politikaları, Avrasya enerji politiği temel ilgi alanlarıdır. Gazprom’un Rusyası (2014, Siyasal Kitabevi) isimli kitabın yazarı olup, enerji ve ekonomi-politik eksenli yazıları mevcuttur. Barış için Akademisyenler “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzadığı için 7 Şubat 2017'de çıkan 686 sayılı KHK ile üniversiteden ihraç edilmiştir.