
Üniversitenin hal-i pür melali
Sadece ağır aksak işler kılındığı Türkiye’de değil, üniversite ideali, bütün dünyada çöktü. En gözde olanından en vasatına dek tüm kurumlarda skandalların (intihal, istismar, kayırma, yanıltma, vb.) karakterize ettiği günümüz üniversiter yaşamı, Aydınlanma ile olgunlaştırılan üniversite idealinden bir sapmaya değil bir kendine gelmeye, kendini bulmaya karşılık gelir aslında. Modern dönemde insanı eski toplumun kendisine musallat ettiği yapıntı bağlardan kurtaracak bilimsel bilginin standartlaştırıldığı kurum olması, üniversiteye yapısal bir ikiyüzlülük empoze eder. Buna göre ancak üniversitede üretilen ya da üniversitece onaylanan bilgi bilimseldir ve üniversite/bilimsel bilgi, insanın bilme ediminin evrensel ufuklarıdır, ötesi yoktur, ne yapılacaksa üniversite ve bilimsel bilginin öngördüğü sınırlar dâhilinde yapılacaktır. Ne eski toplumun tutsak insanının ne modern toplumun özgür insanının tarihsel olduğunu dikkate alma ihtiyacında değildir bu anlayış; insan, kemale ermiştir, özgürdür, yeter ki üniversitenin onayladığı bilimsel bilgiyi kılavuz edinsin. Bu sahtekârlığın gözden ırak tutmaya çalıştığı şey, her türlü insan faaliyetinin bir çıkar şebekesi içinden icra edildiği gerçeğidir. İster üniversitede, ister en kutsal mabette, ister batakhanede, çıkar şebekeleri (örneğin aile, örneğin devlet, örneğin işinsanları derneği, örneğin siyasal parti, örneğin sendika…) daima işler.
Üniversiteyi bütün çıkar ilişkilerinden arınmış kabul etmek, ana çıkar şebekesinin selameti için muteber görülen bilimsel bilginin –çıkarlar üstü olması nedeniyle- meşru olduğunu muhataplara kabul ettirmeye yarar. Yani en güçlü çıkar şebekesinin çıkarlarını, bütün toplumun (kamunun) çıkarları olarak sunabilen bilgiyi, bilimsel sıfatıyla damgalamak için vardır üniversite kurumu. Aşılamazlığını, evrenselliğini pekiştirmek üzere en sinsi yalana başvurur: İnsanı özgürleştirecektir ve ne olduğunu kimselerin pek bilemediği akademik özgürlük ve üniversite özerkliği ilkelerine bağlı kalarak yapacaktır bunu. Bir kere, arzulanan özgürlüğün bir sınırı vardır ama hiç dile getirilmez: İnsan, sadece en güçlü çıkar şebekesinin çizdiği siyasal sınırlarla uyumlu faaliyetinde özgürdür, bu sınırları ihlal ettiği her durumda toplumun çıkarları olarak sunulan ana çıkar şebekesinin çıkarlarına ihanetle suçlanıp sürgün/ihraç edilir. Ancak Aydınlanma’nın mirası bu ikiyüzlülükten, bu sahtekârlıktan ibaret olamaz. Aydınlanma’nın bilmeye, eylemeye cesaret eden insanı esasen bunu boşlukta yapmadığının farkında olan ve bu durumu deklare eden, bu nedenle siyasal, toplumsal, iktisadi, estetik, etik pozisyonunun meşruiyetini daima savunmak zorunda olan, bu yükü açıkça omuzlayan insandır. Aydınlanma insanı bir çıkar şebekesi içinde olduğunu açıkça dile getirir. Bu durumda asıl mesele söz konusu çıkar şebekesinin meşruluğudur. Yani mesele kimin çıkarlarına hizmet ettiğimizin hesabını verip veremediğimizdir. İçinde bulundukları çıkar şebekelerinin gayrimeşruluğu nedeniyle kendi çıkarlarını kamunun çıkarları olarak sunan riyakârlar kendilerini evrenin, varlığın, insanın büyük sırlarına vakıf, tarihi nihayete erdirmiş seçilmişler olarak görürler. Oysa, diyelim ki, bir siyasal partide en süfli çıkarlarının peşinde koşan fırsatçılardan hiç de farklı değildirler. Açıkça ifade etmek gerekirse, büyük insanlığın özgürleşme mücadelesine eklemlenmeyen hiçbir çıkar şebekesi meşru görülemez, savunulamaz.
Üniversite meşruiyetini muhafaza için aslında hep çıkar şebekelerinin hizmetinde olduğunu gizlemek zorunda kaldığından, temelde siyasal ve dini sınırlardan bağımsızlık anlamına gelen özgürlük ve özerklik ilkeleri sayesinde üretilen bilimsel bilginin üretim mekânı olarak sunmak zorundadır kendini. Oysa üniversitenin fiilen ne özgürlüğe ne de özerkliğe ihtiyacı vardır, çünkü üniversitelerde üretilen bilgi, insan özgürleşmesini, özgür bir dünyayı hedeflemez. Örneğin bilimci, dini bilgi ile bilimsel bilgi alanlarının kesiştiği durumlarda, söz konusu gri bölgeyi metafizik olarak çerçeveleyip kendi alanına çekilmeyi tercih eder, buna karşı dinci, yaygın olarak bilimsel bilgi alanı olarak kabul edilen her mesele üzerine istediği hükmü verir. Bilimcinin dayandığı çıkar şebekesi, dincinin dayandığı çıkar şebekesinden güçsüz olabilir, bilimcinin dayandığı çıkar şebekesi bilimciyi ikiyüzlü davranmaya itiyor olabilir yahut bilimciler ve dinciler aynı çıkar şebekesinin değirmenine su taşıyan düşman kardeşlerdir. Elbette bilimciler içinde akademik özgürlük ve özerkliği esas alan, insan özgürleşmesi amacına koşulmuş bilimsel bilgi üretimi olarak tarif edilebilecek üniversite idealine samimiyetle bağlı olanlar vardır, ama bunlar bilimsel tarafsızlık namına neden siyasal, toplumsal, iktisadi, etik ve estetik pozisyonlarını saklamak zorunda bırakıldıklarını, tabi oldukları siyasal düzenin neden bilimsel ilgilerini çerçevelediğini (her toplumun yasaklı konuları vardır, bilimcilerin büyük çoğunluğu, üniversitede olanların da yaklaşık hiçbiri bu yasaklı konuları çalışmaya cesaret gösteremez, çalıştığı vakit de genellikle oto sansür uygular), üniversitelerin tabular karşısında neden bu denli el pençe divan durduğunu açıklamalıdırlar. Unutulmamalı ki bir fenalık, kendisini besleyen sosyolojik temel sayesinde ayakta kalır. Üniversite, ikiyüzlüce tesis edilen idealini destekleyen bir sosyolojik temel olmasa kullanışlı bir yalan olmayı bu kadar uzun zaman sürdüremezdi. Geç kapitalizm söz konusu sosyolojik temeli, şirketleşme ve güvencesizleştirme ile büyük oranda aşındırdığı için üniversite yalanı sürdürülemez hale geldi. Peki, günümüzde ne iş yapar üniversiteler, ne işe yararlar?
Üniversiteler yükseköğretim kurumlarıdır. Yükseköğretim kurumları, toplumsal yeniden üretimin asli kurumlarının (zamanımız için devletler, şirketler, kısmen de sivil toplum kuruluşları) sürekliliğini sağlayacak insan kaynağını ve yenilik ihtiyacını sağlarlar. Örneğin Çin’in imparatorluk akademisi, Bizans’ta Pandidakterion ve Osmanlı’da Enderun devlete bürokrat yetiştiriyordu ve yükseköğretim bu toplumlarda dini kurumlar haricinde bununla sınırlıydı, esasen soylulara özgü yahut soyluluk üreten bir etkinlikti. Şirketlerin toplumsal yeniden üretimin asli kurumları halini almalarıyla birlikte yükseköğretim demokratikleşti, alt sınıflar giderek kitlesel olarak yükseköğretimden yararlanır oldu. Soylular için özgür ve özerkçe icra edilebilecek bilim işi, kitlelere yayıldıkça zanaat halini aldı. Zira kitleler söz konusu olduğunda bilimin sözde özgürleştirme amacı yerini meslek edindirmeye bırakmıştır. Devasa fonların ihtiyaçlarına göre şekillenen seçkinci bilimin tepesinde olduğu bir üniversiteler hiyerarşisinin (sıralama endekslerini düşünün) ihtiyaçları ve amaçları, insan özgürleşmesinin sınırlarını tayin eder hale gelmiştir. Beni utandırmalarını çok isterim ancak bilimcilerden ilaç ve gıda tekellerini geçip kansere çare olmalarını ya da sağlam, sağlıklı, hafif, pratik yapı malzemeleri keşfetmelerini, insan için eğitim ve yaratıcılığa hasredilebilecek devasa bir serbest zaman yaratacak üretim teknikleri geliştirmelerini beklemek nafile; böyle bir ahlak günümüzde yaygınlaşamaz, insan özgürleştirilemez. Bunlar ancak ticari çıkarların elverdiği ölçüde yapılabilir, zira bilimcilere her sıfatı yakıştırabilirsiniz ama onlar enayi değildir, köşeyi dönmeyeceklerse neden yorulsunlar…
Üniversite eğitimi demokratikleşti ancak bilgi (knowledge –daima bilene ait olan) demokratikleşmedi. Asli çıkar şebekelerinin bilgi üzerindeki tekeli, ikiyüzlü üniversite kurumu ve geç kapitalizmde kurumun şirketleştirilmesiyle sürdürülmektedir. İletişim teknolojilerindeki gelişme eliyle maruz bırakıldığımız malumat (information –bilene sunulan, çoğunlukla empoze edilen) tufanı yanıltıcı olmasın, kitleler bilginin üretiminde ve yaşamlarına etkisi üzerinde asgari düzeyde söz sahibidir. Muteber, fırsatçı vatandaş yetiştiren meslek liseleri ve şirketlerin araştırma-geliştirme birimleri olmaktan ötesini hedeflemeyen üniversite, insan özgürleşmesini hedefleyen ve pozisyonunu, kimin/neyin hizmetinde olduğunu deklare eden Aydınlanma anlayışını benimseyen bilimcilerin sosyolojik temelini oluşturduğu üniversite lehine terk edilmelidir. Acaba bu tür bir patika için reel üniversiteden alınacak dersler nelerdir?
1979'da İmranlı'da doğdu. ODTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat bölümünden mezun oldu. Siyasal-iktisadi bir kategori olarak parayı tanımlama sorununu konu alan doktora çalışmasını Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde sürdürmektedir.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Yeni bir toplumsal sözleşmenin imkânları
Türkiye’nin temel açmazlarını dünya kapitalist sistemi ve Akdeniz havzasındaki yerini esas alarak kavramak ve söz konusu açmazlara çözüm önerilerini bu doğrultuda biçimlendirmek, kökendeki yapısal faktörleri ıskalamamanın koşullarıdır.
Eşitsizlik nasıl sürdürülebilir?
Kime sorulsa, açıkça karşı olduğunu söyleyeceği eşitsizliğin, aslında dört elle sarıldığımız imtiyazlarla sürdürüldüğünü bilmeliyiz. Diğer yandan çoğumuz için kabul edilebilir sınırların içindeki eşitliğin de totaliter, dışlayıcı aynılığa denk geldiğini, dolayısıyla düşünüldüğü kadar kıymetli olmadığını da bilmeliyiz.
İktisat disiplini, piyasa ve burjuva siyasallığı
Rekabetin öngörülemez kıldığını, modelleyerek burjuvalar ve onların siyasal temsilcileri hükümetler için öngörülebilir kılar iktisat. Öte yandan piyasanın asıl olarak burjuvaziye ait olduğunu da görmezden gelip gizlemek zorundadır. İktisat bu nedenlerle burjuva bilimidir ve asıl katkısı toplumun tamamının katıldığı iktisadi faaliyeti, ortağı olduğu piyasanın siyasal işlevini gizlemesidir.
Bilimcilerin mesnetsiz imtiyazları
Daha çok bilen, bilgisi toplum için daha hayati olan, daha becerikli olanın neden daha az bilenden, daha az becerikliden iyi şartlarda yaşamaya hakkı olsun? Peki, bilim gibi hakikat aşkından başka hiçbir dayanağı olmayan bir uğraş nasıl olur da bunca mesnetsiz imtiyaza zemin teşkil eder?
Bürokrasiden nasıl kurtuluruz?
Yapılmak istenmeyen işin bahanesidir bürokrasi. Herhangi bir süreci sündürmenin en kestirme yoludur. Örneğin devlette yapılmak istenmeyen işler için derhal komisyonlar kurulur.
Tanrı ne anlama gelir?
Tanrı ister ilk neden, her şeyin yaratıcısı, ister her şeye gücü yeten, her şeyi bilen, ister her şeyi kuşatan, her şeyin kaderini tayin eden olsun, her durumda mutlak aşkındır. O halde sorulan mutlak aşkının ne anlama geldiğidir.
Kapitalizmin asli siyasal aparatlarından biri olarak yoksul
Yoksulu ve onun dengi varsılı her toplumsal formasyonda hayat bulacak kadar sürekli kılan nedir, yoksul neden ortadan kalkmamış, yoksulluk neden son bulmamıştır? Bunun gibi varsıllık, zenginlik neden sonlanmamaktadır?
Ulus ve emperyalizm karşıtlığı
Ulus, kendi çıkarlarını ülke nüfusunun ortak geleceği olarak sunmaya çalışan devletin ve kapitalistin emir eridir, çoğu zaman iddia edildiği gibi tersi geçerli değildir. Dolayısıyla kendiliğinden emperyal olan ulusun emperyalizm karşıtı olması beklenemez.
Orta sınıflar ve toplumsal değişme
Kapitalistler orta sınıfların üzerinde durduğu sağlam zemini, yani gelecek kaygısını çok iyi kavradıklarından, hatta bizzat toplumsal tertibatı bu kaygıyı sürekli kılmak üzere şekillendirdiklerinden muazzam bir güce sahipler ve bundan yarım asır sonrasını güven içinde tahayyül edebiliyorlar.
Kapitalizm ve hekimlik
İnsan bedenini ömürlendirmek amacı esas alınarak tarif edilebilecek hekimlik mesleği, varlık, doğa ve toplum hakkında hüküm sahibi olacak kadar olup biten her şeyin farkında olmayı gerektirir. Bu bakımdan hekim uzmanlaşamaz, uzmanlaşmayı esas alan bir tıp eğitimi hekim yetiştiremez; bayağı pragmatizm icrası anlamında zanaatçı olur. Hâlbuki ‘neden’ sorusunu sormayı düstur edinmiş her meslek erbabı, bilgelikten pay alır.
Şebekeler ve taassuplar
İnsanın bir arada yaşama ihtiyacının doğurduğu şebekeler, varlıklarını insan zaaflarını istismar ederek sürdürürler. Zenginlik, refah, güvenlik ve şöhret sahibi olmak isteyen herkesin cemaat, tarikat, kardeşlik örgütü, açık çıkar şebekeleri, lobiler, siyasal örgütlere yakın olmak, bu şebekelerin birer mensubu olmak gibi refleksleri kendi zaafları tarafından tetiklenmektedir.
Kapitalizme karşı yeni eğitim modelleri
Sermaye birikiminin içinde bulunduğumuz aşamasında eğitime yapılacak radikal müdahalelerin yapısal dönüşümlere yol açması kuvvetle muhtemel. Yapının imtiyazlıları olan kapitalistler dışındaki kesimler, demokratikleşmesi kaçınılmaz olan bilginin bireye mal edilmesi için bütün eğitim rejiminde gerçekleştirilecek dönüşümleri talep edebilirler. Bunun için mevcut eğitim rejiminin sorunlarının nasıl çözüleceği sorusundan ziyade, muhayyel gelecekteki toplumun eğitim rejiminin nasıl olacağı sorusuna odaklanmak daha makul.
Türkiye üniversitelerinden dersler
Son siyasal gelişmeler, üniversite hocasını hem tabi olunan personel rejimi bakımından hem de siyasal bakımdan son derece güvencesiz kılmıştır. Hem idari üstlerinin hem de muhbir meslektaş ve öğrencinin baskısıyla karşı karşıya olan akademisyenin temel refleksi geçimini sağlayan işini elinden kaçırmamak olmuştur.
Büyük biraderin büyük çaresizliği
Bunca gizliliğin, mahremiyetin nedeninin kulluğu sürekli kılan ahlak rejimlerinin işi olduğu ortada; üstelik bu ahlak sadece geleceği üzerinde son derece sınırlı söz hakkı olan ortalama insan için geçerli, hiyerarşinin tepesindekiler için değil. Hakikatsizliği, yani gizlemeyi, gizlenmeyi, mahremiyeti, dolayısıyla kulluğu geriletmeyi esas alan bir ahlak rejimi Büyük Birader’i, büyük insanlık üzerine yaptığı insafsız seferinde mağlubiyete mahkûm edecektir.
Tamamlanmakta olan devrim ve devrimciler
Kapitalizm, devrime gebe doğmuştur. Hatta kapitalizm, köklü değişim arzusunu kurumlaştırmış, bu arzu devrim kelimesi ile kavranır olmuştur. Kapitalizm öncesine kadar isyan, kıyam olarak kavranan ve mevcut durumdan rahatsızlık üzerinde temellenip etraflı bir gelecek kurgusuna nadiren sahip olan olaylar kapitalizmle birlikte devrim olarak kavranmaya başlamıştır.
Çağdaş kapitalizmin ideal tipi: Pop star
Bugün neyi arzularsanız arzulayın nihai olarak salt sıra dışı gözükmeyi radikal bir biçimde belli belirsiz hedefleyen pop star olmayı arzulamıyorsanız görmezden gelinirsiniz. İster ses sanatçısı, ister politikacı, ister gazeteci, ister yazar, ister bilimci, ister din adamı olun, görünür olmak için pop star olmayı yahut sıra dışı gözükmeyi arzulamalısınız.
Kapitalizm ve geleceğimiz
Kapitalist, insana tüketmese birkaç gün içinde ölmesine sebep olacak temel gıdaları satar. Kölesine su vermeyen bir efendidir kapitalist. Bütün bunları, kendi zaman anlayışına göre yarattığı köleler dünyasının ‘fertlerini’ en temel içgüdülerini istismar edip birer yarış hayvanına dönüştürerek yapar.
Bu ülke kimin?
'Bu ülke’, efendilerin saltanatı, mülkü için varlıklarını inkâra zorlanan, dünya tesis etme kapasiteleri akim kılınan ‘vatana’ esir edilmiş kölelerin değil, efendilerindir, ama er geç herkesin (bütün dillerin, dinlerin, ırkların, cinslerin…) olacaktır. Çünkü insanın asıl vatanı dünyadır.
'Milli' değil kamusal eğitim
Sormak lazım, milli tarih öğretenler, neden milli fizik de öğretmiyorlar? Ya da bütün bu millilik arzusu neden üniversite eğitimine taşınmıyor? Çünkü insan, insan olsun diye değil de uyruk (yurttaş, soydaş, ümmet, ırkdaş) olsun diye eğitim namına kültürel varlığı inkâr edilmek, kendine yetemez, biçare kılınmak zorundadır.
'Büyük adam' büyük insanlığa karşı
Büyük adamlık tekleştirici, istisnai kılıcı yetenekler ve tercihlerle mümkün. Ancak yine de kimin büyük adam olduğuna, bu şartları yerine getirenler arasından bu payeyi kimlerin alacağına büyük adamlık ölçütünü belirleyen, ortak bir gelecek tasavvurunda görünür olan iktidar şebekesi karar verir.
Medeniyet dediğin tek dişli canavar
Türkiye toplumu ve diğer toplumlar için mesele medeniyetten esareti, kulluğu ayıklamaktır. Ne İslamcılar ne de Kemalistler’in medeniyetten anladıkları bu. Onlar muasır medeniyeti hedefliyorlar. Oysa kulluğu, dolayısıyla medenilik-gayri medenilik ayıbını ortadan kaldırma perspektifine sahip olmayan bir medeniyet projesi yalana, ikiyüzlülüğe hizmet eder.
Modern köleliğin çoban köpekleri: Bankalar
Para üzerindeki tekelin icracıları, Atinalı Platon tarafından ideal devletinde çoban köpeklerine benzetilen bekçiler misali başını bankaların çektiği finansal kuruluşlardır. Bankalar güya tasarruf sahipleri ile yatırımcıları bir araya getiren aracı kurumlardır. Asıl amacın hiç de bu olmadığı yatırımların çoğu zaman milli hâsılaların görece küçük bir kısmını oluşturmalarından kolaylıkla anlaşılabilir
Demokrasi gerekli ve olanaklı mıdır?
Demokrasinin, her sıfatı yüklenebilen bir idea olarak belirişi hangi çok temel insan ihtiyacına binaen olmalı? Yoksa aslında yüklendiği sıfatlar tarafından iğfal edilmesi için “korunup kollanan” bir ideal mi, bu bakımdan gerçekleşmeyeceği bilinse de diri tutulan ortak bir düş mü demokrasi?
Modern zamanın asli siyasal aktörleri: Şirketler
Kapitalizm, terk edilmelidir. Gerçekte gayri adil bir israf düzeni olduğu ya da rakiplerine (esasen nasyonal sosyalizm ve sosyalizm) nazaran iddia edildiği kadar üretken olmadığı için değil, düpedüz ahlaksızlık olduğu için. Nitekim israf da verimsizlik de ahlaksızlıktan kaynaklanır.
Kapitalizm neden 'şeffaflık' der?
Her şey kapalı kapılar ardında oluyor, orada olup bitenin yeter derecede dışarı yansıtılmasına şeffaflık deniyor. Açıklık ise kapalı kapıların hükümsüz kılınmasıdır. Şeffaflığıyla övünülen bir dünyada her şey gizli saklı: genel kurullar, yönetim kurulları, merkez komite toplantıları, vb. Her şey gizli saklı olmasaydı, milyonlarca insanın yaşamlarından edildiği savaşları başlatmaya kimse cesaret edemezdi. Hele de eşitlik ve özgürlük amaçlayanların kitlelerden saklayacak neleri olabilir, eğer dertleri bu ideallerin gerisine saklanıp gemilerini yürütmek değilse?
Sağ ve haysiyet
İnsanın özgür iradesini kendi rızasıyla teslim alan kapitalist sistem çöküşün eşiğine gelmiş durumda. Siyasal alanın anlamının yeniden değişeceği bir ortamda sağ ve sol ayrımının da yeniden yorumlanması gerekecek.
Zürefanın düşkünü
Zarifin hoşa giden, beğenilen biçim, görünüş, dış yüzden başka bir şeyi yoktur; içi dışı birdir. Bir başka deyişle yalan nedir bilmez, olduğu gibidir. Çünkü tıpkı küçük serseri Şarlo gibi umursamaz dar ceketini, bol pantolonunu, ayaklarına büyük gelen ayakkabılarını. Bununla birlikte mendili, şapkası, bastonu olmak zorundadır.
Asalet peşinde
Kategorik kötülüğümüzün nedeni olan sığlığı çepere sürmenin yoludur asaletle hareket edilmesi, daha doğrusu asaletin kuruculuğunun farkında olunması. Asalet, birincilliğe işaret eder; köklü olma, esaslı olma, özü, temeli teşkil etme. Birincillik ise şu ya da bu biçimde vazgeçilmezliği imler. Bizzat asaletinize kani topluluk için vazgeçilmez olduğunuzdan asilsinizdir.
Derinleşen sığlık
Tam da böyle bir şey sığlık: Doğruluğu ayan beyan ortada olan yolu, “işi kolay kılmak” namına terk edip birlikte yaşam için gerekli olan lafzi doğruyu kolaycılığın elverdiği ölçüde herkesi az çok ortak ederek yeniden kurmak. Sığlıktan azade toplum yok yani; kolaycılıkları ölçüsünde daha çok ya da daha az sığlar.