YAZARLAR

Sektörde ve dizide taciz

Her tacizde erkeği masum, kadını suçlu sayarak dizi sektöründe kendilerine yer edinme uğraşı içindeki kadınların en az taciz kadar sorunlu annelik kutsaması içeren dizi çekmesi… Doktor olduğu için anneliğinin sorgulandığı bir kadın karakter yazması iyi bir kadın senaristin… Sorun sektörde var olmak için, tacizden korunmak için kapalı ya da erkeksi giyinmekle bitmiyor.

Aylar boyunca dilini ısırır, susar bazen insan. Sonra birden en güvendiği kişilerden gelen ummadığı yorumlarla sarsılıp, susamaz olur. İşte böyle bir ikilemin yazısı şimdi okuyacağınız. Konu taciz. Üstelik kadınların taciz vakalarına sorunlu yaklaşımı, konumuz. Tacizle suçlanan erkeklerin saygınlığına leke sürülmesini, kadınların ve çocukların taciz edilmesinden daha fazla önemseyen insanlar da değil üstelik bu kadınlar. Ancak her taciz iddiasını bir komplo olarak değerlendirme eğilimi baskın yazık ki.

Bir grup kadın, yaşadığı, tanık olduğu ya da en yakınındakilerden öğrendiği taciz vakaları hakkında dertleşirken bile aynı grup içinde tacizle itham edilip hakkında dava açılmış bir erkeğin saygınlığı dile getirilerek komplo iddiası ağırlık kazanabiliyor. Neden? Aslında en iyi kadınlar bilir, kadının taciz hakkında konuşmasının zorluğunu. Kendisine ya da çocuğuna yönelik tacizi, mahkemeye taşıyacak cesaretin çok zor bulunduğunu en iyi kadınlar bilirken nasıl olur da bir kadının taciz iddiası hakkındaki ilk tepkisi komplo olur? Toplumsal zihniyetin ötesinde bir cevap bulmak pek mümkün olmadı benim için. Kültürel genlerden süzülerek kadınların bilinçaltına işlemiş sessizlik yasasının sonucu muhtemelen. Tabii sonuçsuz kalan iddialarla tacizin failine gelen cezasızlık iltiması da eklenince toplumsal algının üstüne, konuşan kadının komplo kurmakla suçlanıp damgalanması çok kolay. Kolayı sever, kolayı seçer toplum geneli.

MeToo benzeri bir hareketin ülkemizde görülmeyişinin nedenlerinden biri cinsel suçlarda zaman aşımı kavramına yer verilmesi. Bir diğeri de cezasızlık sendromu. Mesela Talat Bulut hakkındaki taciz iddiasının savcılık soruşturmasında “yeterli delil bulunmadığından” takipsizlikle sonuçlanması gibi… Rüşvetin dahi delili bulunabiliyor ama tacizin delili… Bulut’un, basına yansıyan “dudağından öptüğümü ispatlasın” çıkışı da böylesi bir güvenden.

Şimdi yazının başında belirttiğim ikileme geleyim. Kadınların her alanda yaşadığı cinsel taciz konusunu yazıya taşımak değildi elbet bu ikilem. Asıl problem zaten tacizlerle boğuşmak zorunda kalıp, yaşadığı sınır aşımı hareketlerin taciz olduğunu kabul ettiremeyen dizi sektörüne dair konuşmak da değil. Sorunum, zaten sektörde çok az sayıda olan kadınları hedef almaktı. Yaşadıkları pek çok engeli zorlukla aştıktan sonra yaptıkları bir işi, üstelik tacize bakışları yönünden eleştirmenin ruhuma eza olduğunu itiraf etmeliyim.

Yönetmeni, senaristi kadın olan bir dizi… Hem de iki sene üst sıralarda reyting almış. Diziyle tanışmam bir taciz sahnesiyle başladı. Taciz iddiasının komplo olduğunu vurgulayan, kadının erkeğe tuzak kurduğu yönündeki toplumsal algıyı pekiştirip yeniden üreten bir sahneydi. Haksızlık yapmamak için diğer bölümlerini de izledim. Yaz başında 32 bölüm tekmili birden izledim desem abartı olmaz. Bölümlerin uzunluğunu filan hesap edince bir iki hafta içinde peş peşe izleyerek bitirmek tekmili birden izlemek sayılır tabii ki. Tesadüfen izlediğim tekrar bölümlerinden birinde komplo taciz sahnesine rastlamakla irkilip tümünü izlemeye yöneldiğim dizinin adı Kadın.

Televizyon endüstrisinde Türk-Japon işbirliği örneklerinden birisi olarak tanıtımı yapıldığını öğreniyorum araştırınca. Taciz ve Japonya deyince hemen Türkiye halkıyla çok benzer tutum alışları geliveriyor akla: “Kadınların tecavüz için nadiren polise başvurduğu, başvursalar dahi şikayetlerinin nadiren işleme konduğu, işleme konsa dahi tecavüzcülerin nadiren hüküm giydiği Japonya’da” yayınlanmış bir diziden uyarlanan senaryoda taciz konusu falsolu olurdu elbet.

Şaşırtıcı olan senaryoda taciz iddiasına karşı toplumun verdiği tepkinin tersine çevrilişi. Sahne Boğaz vapurunda geçiyor. Genç bir kadın ve eniştesi yan yana. Enişte yanındaki genç kadını bir süredir tanıyor ama baldızı olduğunu henüz öğrenmiş. Psikolojik sorunları olan genç kadın tutkuyla aşık, başından beri eniştesi olduğunu bildiği adama. Ancak vapur seyahati sırasında aşkı reddedilince kıskançlık ve öfkeyle, intikam almak için taciz iddiasında bulunuyor. Vapurdaki bir grup futbol fanatiği, maçtan yeni çıkmış, galibiyet coşkusu üzerlerindeyken, hep birlikte “tacizin failine” saldırıp vapurdan Boğaz'ın sularına atıveriyorlar.

Beni şoke eden, dizinin tümünü izlememe yol açan bu sahnedeki acayipliğin sizler de farkına varmışsınızdır, umarım. Ülkemizde ne zaman bir taciz iddiasına çevrede bulunanlar müdahale etmiştir yahu? Hemen kadını suçlamak adeti ne kadar yaygındır, biliriz. Ama yok yönetmeni de, senaristi de, konusu ve adı da kadın olan bu dizimiz, Özgecan’dan bu yana cinsel suçlara karşı oluşan toplumsal tepkinin algı dönüşümüne yol açmasını önlemek istercesine “muhteşem” bir sahneyle olaya el koymuş. Toplum taciz iddiasında bulunan kadına inanırsa masum erkekler zarar görebilir, algısını yeniden pekiştirmiş.

Ve ben aylardır aman kadınların sektördeki var oluşuna zarar gelmesin düşüncesiyle dilimi ısırırken bir dost meclisindeki kadınların bu sahneden ne denli etkilendiğini görerek adeta duvara tosluyorum. Ve yeni sezon başlamak üzere… Toplum yeniden ve yeniden kurgulanan aynı algıyı pekiştirecek olan bu dizinin üçüncü yılını izlemeye hazırlanıyor. Her tacizde erkeği masum, kadını suçlu sayarak dizi sektöründe kendilerine yer edinme uğraşı içindeki kadınların en az taciz kadar sorunlu annelik kutsaması içeren dizi çekmesi… Doktor olduğu için anneliğinin sorgulandığı bir kadın karakter yazması iyi bir kadın senaristin… Sorun sektörde var olmak için, tacizden korunmak için kapalı ya da erkeksi giyinmekle bitmiyor. “45 yaş üstü erkeklerden olumlu tepki” alabilecek kadın karakterler üretmekle de sınırlı değil. Sektörde var olabilmenin yolu kadın karşıtı toplumsal algıyı yeniden üretmek mi? Beklemek de zordu yazmak da zor oldu vesselam.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.