YAZARLAR

Güvenlik soruşturmaları: Bir ulusu fişlemek

Yeni devletin ayrıcalıksız ulusu içinde tanımlanmış kişi MİT raporu gizli olduğu ve hakkında hiçbir bilgi edinemediği için önce kendinde arar suçu, acaba ne olabilir diye. Sonra mahkemeye gider. Mahkeme, idarenin kanuniliği ilkesini gözetir, MİT raporunu ister, kişinin mesleğin gerektirdiği ölçütlere aykırı bir durumunun olup olmadığını araştırır –mı?

Bundan yaklaşık iki yüz elli yıl önce, Fransız Devrimi’nin dönüm noktalarından birinin düşünsel alt yapısını oluşturan Emmanuel Sieyés’in Üçüncü Sınıf Nedir? başlıklı broşüründe bir ulus ‘aynı yasaların hükmü altında yaşayan insanlar topluluğu’ olarak tanımlanmıştı. Sieyés’in bu tanımı –kendisi açıkça cumhuriyetçi pozisyon tutmasa da- yalın bir cumhuriyetçi pozisyonu temsil etmekteydi. Toplumsal tabakalar arasındaki ayrımların yasal ayrıcalıklarla konsolide edildiği bir toplumda, ulusun ayrıcalıksızlardan oluştuğunu vurgulamakta, yasalar önünde eşit olanların ulus olabileceği politik varsayımına dayanmaktaydı. Bu yalın varsayım bugün cumhuriyetlerin dayandığı yurttaşlık bağının temeli olarak hukuksal geçerlilik kazandı. Bu nedenle Anayasamızın eşitlik maddesi olarak bilinen 10'uncu maddesinin madde başlığı ‘kanun önünde eşitlik’tir. Bu nedenle Anayasamızın yurttaşlığa ilişkin bölümünde yer alan 70'inci maddesinde ‘Her Türk [yurttaş], kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayrım gözetilmez’ yazar.

15 Temmuz darbe girişiminin lütfu sayesinde ilan edilen 20 Temmuz rejimi ile cumhuriyetin yurttaşı ile ilişkisindeki bu en temel bağ koparılmıştır. 4 Ağustos 2017’de AKP MKYK üyesi Ayhan Oğan'ın “Yeni bir devlet kuruyoruz, kurucusu beğenseniz de beğenmeseniz de Recep Tayyip Erdoğan’dır” demesinin ardından yaklaşık bir yıl geçti. Bu bir yılda yeni bir devletin kurulması için gerekli hukuki boşluk durumu bir darbe girişiminin ardından kurulan darbe rejimiyle sağlandı, bu boşlukta Erdoğan’ın fiili rejimi kodifiye edildi. OHAL rejiminin doğası itibarıyla geçici olan bütün kararları kalıcı mevzuata eklendi. İşte kurulmaya çalışılan yeni devlet, AKP hükümetleri boyunca oluşturulan iki yasa ve farklı yasalar altında yaşayan iki ulusu böylece Türkiye siyasetinin merkezine taşıdı.

İKİ ULUS İKİ YASA

Türkiye’nin bir tarafında ayrıcalıklılar var. Ayrıcalık düzeni en alt düzeyde rejime yakınlıktan üst düzeye doğru tarikat ilişkilerindeki konuma, en üst düzeyde havuza ve saraya varır. Türkiye’de kamu kurumlarında biraz dolaşan herkes hangi tarikat-cemaatin hangi kurumda hakim olduğunu bilir. Hepsinin yerli ve milli olduğunu ispatlayacak kadar dövizi her seferinde vardır. Sanayicidirler, finansçıdırlar, küçük ve orta boy işletme sahibidirler, kredi alırlar, verirler. Diğer tarafta ise fişlenmişler vardır. En geniş düzeyde rejimin tarafında olmadığını kamusal bir ortamda açıklayanlar vardır, sonrasında KHK’ler aracılığıyla ve hiçbir yargı kararına dayanmaksızın yurttaşlık haklarından yoksun bırakılanlara kadar uzar. Yerli ve milli değildirler, bozduracak dolarları da yoktur, tarikat-cemaatleri de, sarayda tanıdık bir odacıları da.

Bugün bir tarafta Harp Okulu’nda Cuma namazının hangi tarikatın imamı tarafından kıldırılacağı konusunda kavga yaşandığı söylentisi dolaşıyorken harp okuluna öğrenci alımlarının hangi kriterle yapıldığı konusunda bir açıklık yoksa; eğitim fakültelerini bitirip yazılı sınavda başarı sağlayan öğretmenlerin mülakat adı altında işleyen referans sistemiyle kamu hizmetine girme hakkı ellerinden alınıyorsa, tıp fakültelerinde yıllarca dirsek çürütüp, gecesini gündüzüne katan hekimlerin atamaları hiçbir hukuki hükmü olmaması gereken MİT raporlarıyla engelleniyorsa artık ikinci ulus ortaya çıkmış demektir. Yeni devlet, yasalar önünde eşitliğin yerini partinin devletle özdeşleşmesine bırakmıştır. Artık bütün devlet aygıtı, parti aygıtına dönüştürülme eğilimindedir. Tek parti dönemi CHP’sinin içişleri bakanı-parti genel sekreteri; vali-parti il başkanı şeklinde özetlenen formülünün çok ötesine geçen bir parti devlet özdeşleşmesi stratejisinin en önemli ayağı da özdeşleşmeyenleri ayırmaya yarayan güvenlik soruşturmaları ve arşiv araştırmalarıdır.

ADALET VE YASANIN ÇELİŞMESİ

676 sayılı Olağanüstü Hal Kararnamesi'nin 74'üncü maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 48'inci maddesine eklenen bir fıkra ile yeni devletin kamuda kayırmacılık ve partizanlık yapmasının yasal zemini oluşturuldu. Süreç şöyle işlemektedir: Devlet Memurları Kanunu’nun 48'inci maddesindeki şartları taşıyan, buna ek olarak görevin gerektirdiği nitelikleri haiz ve girdiği sınavlar ile kamu hizmetine girme hakkını kazanmış bir aday için güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılmaktadır. Adayın herhangi bir adli soruşturması yoktur, trafik cezası bile yazılmamıştır kendisine, ama güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması olumsuz sonuçlanır. Mesleğine başlayamaz. Bugün Türkiye’de yüzlerce doktorun, akademisyenin, öğretmenin kamuda çalışmak için yıllarını vermiş binlerce yurttaşın yaşadığı veya yaşayacağı budur. Yeni devletin ayrıcalıksız ulusu içinde tanımlanmış kişi MİT raporu gizli olduğu ve hakkında hiçbir bilgi edinemediği için önce kendinde arar suçu, acaba ne olabilir diye. Sonra mahkemeye gider. Mahkeme, idarenin kanuniliği ilkesini gözetir, MİT raporunu ister, kişinin mesleğin gerektirdiği ölçütlere aykırı bir durumunun olup olmadığını araştırır –mı?-Mahkeme üyelerinin vereceği kararlar da bir yerlerde rapor edildiği için işler biraz karmaşıklaşır. Onlar da geceleri yatarken verdiği kararın adilliğini değil, ertesi gün mesleğinden atılıp atılmayacağını düşünmeye başlamışlardır çünkü. İşte bu da yeni devletin engizisyon uygulamasıdır. Modernize edilmiş bir engizisyon teknolojisi…

Türkiye’de ayrıcalıklılar ve ayrıcalıksızlar için yazılı ya da yazılı olmayan iki yasa var artık. Bu iki yasa altında yaşayan iki ulus… Adalet bu iki yasa nedeniyle krizdedir; adaletin aranacağı kurumsal mekanizmalar da. Adaletin krizi, iktisadi ve siyasi krizlerin yaratacağı sonuçlardan çok daha fazlasına gebedir. Trajedinin çarkını döndürecek olan adalettir, adalet ile yasanın karşı karşıya gelmesidir.

Binlerce kamu çalışanını, mahkeme önüne dahi çıkmadan işlerinden eden, seyahat hakkı dahil haklarını engelleyen, suçun kişiselliği ilkesini bile ihlal ederek ailelerini mağdur eden, kamu hizmetine girmek için yıllarını veren hekimleri, öğretmenleri, akademisyenleri kamu işçilerini ne idüğü belirsiz raporlarla mağdur eden kurumlar ve temsilcileri cumhuriyetin bu trajedisine adlarını şimdiden yazdırdılar ve unutulmayacaklar.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.