YAZARLAR

Bayram yürüyüşü

Nereye doğru yol alıyoruz? Zaman zaman bir “kutlu yürüyüş”ten söz edilir. Fena halde heyecanlananlar, durduk yerde iPhone kırma raddesine yükselenler olur. Nereye yürünüyordur? Yürümek güzel tabiî. Hem de sağlıklı. Nitekim şu anda ben de bayram vesilesiyle çıktığım yürüyüşte rastladıklarımı size aktarıyorum.

Dolar altı sıfır, Euro yedi sıfır, iyi bayramlar. AKP genel başkan yardımcısına bakılırsa altı sıfır yedi sıfır bayram etmek için başlı başına sebep. Zira “geçtiğimiz günlerde [yaşadığımız,] ekonomimize dönük kur atağı” karşısında gösterilen büyük başarı, “yeni hükümet sistemi”nin eseri. Mahir Ünal, “Bu,” demiş, “yeni sistemin Türkiye'ye kazandırdığı önemli bir hız, koordinasyon ve esneklik.

Hakikaten, ben de nereye baksam önemli hız, koordinasyon ve esneklik görüyorum. (Şehir boş!)

Ünal’a göre, “ekonomimize dönük kur atağı” karşısında elde edilen başarı, “hem yeni hükümet sisteminin ne kadar iyi çalıştığının bir göstergesi… hem de ekonominin tek bir çatı altında toplanmasının sonuçlarını görmemiz açısından son derece önemli.

Sahiden de gördük. Sonuçlarını. “Gördük”le biten halk deyişlerinden dizmek isterdim buraya; ancak kamuya açık yerde yapılmayacak işler var. Polis aracının arkasına cenaze bağlayıp korkunç küfürler eşliğinde yerde sürüklemek ve bunun videosunu yayımlamak böyle işlerden değildir meselâ, ama “falanımızın filanını gördük” tipi laflar etmek bu sınıfa girer. Sahi, bir adam vardı, Türk’ün Cihan Hakimiyeti Mefkûresi’ni zemzeme batırıp çıkarmış, pazarlamaya çabalayan; başbakan olmuştu bir ara; onun başbakanlığında türlü cinayetler işlenmiş, üniformasıyla devleti, yasayı temsil eden resmî görevliler ne feci işler yapmışlardı; her birini sosyal medyadan fotoğraflar, sloganlar, küfürler eşliğinde paylaşarak. Ve bu adam zerrece rahatsızlık duymamış, herhangi bir derinliğinde herhangi bir onur kırıntısı varsa o keşmekeşte bunların nereye savrulduğunu merak etmemize yol açmıştı. Attılar bir kenara, dünya liderlerine tarih dersi verdiği günlerden, başına iş gelir diye korku ve dehşet içerisinde titrediği, yamanma hamlesi fırsatı çıkarsa kaçırmayayım diye uykusuz beklediği günlere geçti. Tam bir “falanımızın filanını görme” macerasıydı.

Sonuç görme derken hızla nerelere geliverdik. Şehir boş ya, o bakımdan. Neydi mevzu? Yeni sistemin başarısı sayesinde “ekonomimize dönük kur atağı”nı savuşturmuşuz, “ekonominin tek bir çatı altında toplanmasının sonuçlarını görmemiz” mümkün olmuş.

Ekim, kasım gelsin, esas o zaman göreceğiz. Fena göreceğiz. Sonuçları. Nereye baksak göreceğiz. Fakat şu anda nereye baksak göremiyoruz. Çünkü çok kişi tatile gitti. Onlar olmayınca sonuçlar da görünmüyor. Çünkü büyük şirketlerin borçlarının, devletin müsrifliğinin, halk çoğunluğuna karşı herhangi bir sorumluluğu, yükümlülüğü yokmuş gibi işletilmesinin, mevcut iktidar düzeneğinin aslî destek mekanizması “havuz sistemi”ne fonlar akıtılmasının yanı sıra yönetenlerin yolsuzluğu ve menfaat düşkünlüğünün, uçak benzini bedavaymış gibi hiç adı anılmayan savaş harcamalarının ve haracını birilerinin yediği, raconunu birilerinin kestiği sistemde cebin delik, kayda değer hiçbir halt üretmeden yer almanın, bunun minik ve tipik ifadesi olan döviz kurunun yarattığı bu tür sonuçlar, insandan yapılma bir perdeye aksettirilerek gösterilir. Tıpkı iktidar gibi, ihtişam gibi. Tatile gitmeyenler, sanırım bütün bu sonuçların kendilerine dokunmayacağını sanıyor ve bu aksettirme işleminde perde olarak görev almayı reddediyor. Onlar da bozuk iPhone kırıyor, fonda başka iPhone’lar çalarken. Yukarıda hatırlayıp maalesef anmak zorunda kaldığım dandik düşünür belki bu iPhone imha ekiplerinin başına geçip Orta Asya’ya doğru yollanabilirdi. Bu defa da Müslüman Uygur Türklerini toplama kamplarına atan Çin’e bulaşabilir, maazallah, Batı’ya ihtiyacı kalmamış olan ve bundan böyle herkese kafa tutarak kendi yolunu çizme iddiasındaki Türkiye’nin, bu defa başka birilerinin dümen suyunda yol alacağı Muhteşem Beşli kadrosundan çıkarılmasına yol açabilir.

Mânâsızlık ve kofluğun derinliklerinde, Türk’ün emri altında İslâm birliği ve bu sûretle teşkil edilecek ordunun kutlu yürüyüşü ile ulaşılacak cihan hakimiyeti arayan heyecan ve hezeyan teoricisine pek kısa süre nasip olan ikbalin tadını şu an için çıkaranlar, “kur atağı”nın “bertaraf edildiği” görüşünde: “Hazine ve maliyeden sorumlu bakanımızın ve Sayın Cumhurbaşkanımızın kararlılığı ve yüksek koordinasyonla bu kur atağı bir millet mukavemetiyle bertaraf edildi.” Bertaraf edilmiş. Mahir Ünal’ın bertaraf’tan ne anladığını merak ediyoruz şu bayram günü. Meselâ şöyle oluyor: Biri gelip evinizi başınıza yıkıyor, her şeyinizi çalıyor, sizi derme çatma kulübeye yerleştiriyor, gidiyor; buna bertaraf etmek deniyor. Sizin onu bertaraf etmeniz!? Ünal, bizzat yeni sistemin sahibinin Londra konuşmasıyla döviz krizini şahlandırdığını unutmamızı istiyor belli ki. Şahlandıran o, besleyen güçlendiren bizzat bahsettiği “bakanımız”. O bakanın bakan olması, başlı başına.

Ünal diyor ki: “…yeni sistem, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi hem esnek hem yüksek koordinasyon içerisinde hem büyük bir kararlılık ve cesaretle yoluna devam ediyor. Bu da Türkiye'nin hızla yol alması anlamına geliyor.”

Acaba şu basit soruyu yeterince yüksek sesle ve kararlılıkla sormamak, başka binlercesinin yanı sıra, yaptığımız en büyük hata mıdır: Nereye? Nereye doğru yol alıyoruz? Zaman zaman bir “kutlu yürüyüş”ten söz edilir. Fena halde heyecanlananlar, durduk yerde iPhone kırma raddesine yükselenler olur. Nereye yürünüyordur? Yürümek güzel tabiî. Hem de sağlıklı. Nitekim şu anda ben de bayram vesilesiyle çıktığım yürüyüşte rastladıklarımı size aktarıyorum. Lâkin biz yürüyünce bu eylem neden kutlu sayılacaktır ve nereye doğru ilerlenecektir? Bir minik soru daha: Bizim yürüyüşümüzü bizden başka kutlu sayan çıkacak mıdır?

Ülkece ve daha mühimi, toplumca bugün vardığımız yer, böyle bir yürüyüş neticesinde ulaşılmış bir yerse, bırakın kutlu olmayı, bu yürüyüşün lanetli olduğundan bile söz edebiliriz. Herhangi bir sorununu çözmek için yurttaşlarının bir kısmının yurttaş olmadığını ilan edip onları öldürmeyi mâkûl çözüm sayan siyaset felsefesi, artık tamamen hayat felsefesine dönüşmüş, sorun çözmek için kendi ormanlarını yakmayı akla uygun buluyor. Vicdana demiyorum, zinhar! Ondan muafız biz. Ertuğrul vicdanla mı diriliyor? Ne münasebet! Ya kendi ormanını yakıyor ve sadece bugünkü zenginliğini değil, çocuklarının geleceğini de tahrip ediyorsun ya da yakılanı kendinin saymıyor, bu yüzden söndürmüyorsun. Söndürmemek de yakmak, yanlış anlamaya mahal yok.

Tek adam, ailesi, yakınları ve tek fiskede, ürkütücü kahkahaları yeri göğü titreten zengin kötü adam ihtişamına sahipken, köşede keman çalan yoksul ihtiyar haline getirebildiği elemanlarının ufkuyla sınırlandığımız bu yürüyüş güzergâhı, bazen öyle görünüyor ki, düşürülmüş bir Rus uçağının çevresini tavaf etmekten ibaret kalabilir. Meselâ zikrettiğim cingöz stratejici yamağı zannederim günlerini bahçeye yaptırdığı bir Rus uçağı maketinin çevresinde üç tekerlekli bisikletle dönerek makete ok atmakla geçirmektedir. Belki ok üzerinden liderin oğluyla yakınlık tesis edebilir ve Hillary ile değilse bile meşhur başka birileriyle çak yaparak uluslararası ajanslara poz vermesi günün birinde yeniden nasip olabilir. Biz de benzer bir yürüyüş tarzını benimseyebiliriz. Dönüp aynı yere gelme tehlikesi nasılsa yok: Çünkü her aşamada bir şeyleri tahrip ettiğimiz için asla aynı yere dönmemiz söz konusu değil. Hep daha kötüsüne dönmeyi başarabiliriz. İnanırsak yapabiliriz. Bünyemiz buna müsait.

Evet, kutlu yürüyüş... Rusya’nın geri yolladığı nektarinlerin ayağımıza dolanması ve bu yüzden tökezlememiz dışında tehlike yok. Varsın Uygurlar da katliamlardan kaçan Alevi nüfusun yerine yerleştikleri, kısa süre sonra Rus uçakları ve Suriye ordusu tarafından bombalanacakları Cisr el-Şuğur’da ve büyük kongresi toplandığında salondaki dolar milyarderlerinin sayısı iki yüzü geçen Çin Komünist Partisi’nin toplama kamplarında kalsın.

Şu meşhur ve mâhut “yürüyüş” gelecekte ele alındığında, ortaya bir büyük çuvallama öyküsü çıkacak. Bunun bir kattaki simgesi, yukarıda sözünü ettiğim şahsın ciddîye alınış, yükseliş ve buruşturulup atılış macerasıdır. Öbür kattaki, birden neredeyse iki kat yoksullaşılan ülkede yoksullaşmaya yol açan hal ve tavrı başarı diye sunabilmeye elveren hafifliktir. Dili ve hakikati tersine döndürme kültürünün tohumlarının atıldığı yer tarih alanıdır. Tarih zaten bu işe yarasın diye vardır.

İşbu vesileyle, Osmanlı Arşivleri’nin yetişmiş elemanlarını dağıtarak ne yapılmaya çalışıldığına da değinmek gerekir mi acaba? Onun yerine, belki bu kötü niyetli girişime iyi niyetle itiraz edenleri uyarmaya çalışmalı: Osmanlı Arşivi’nin tarih öğrenilsin, bilimsel araştırma yapılsın diye mi tutulduğunu sanıyoruz?

Biz yürürüz. Nereye? Belli değil. Yürürken arkaya bakmayız. İşimize yarayanı yanımıza alırız, yaramayanı atarız. Hele bugünümüzün aslında sunduğumuz gibi olmadığını gösterecek her şeyi silkeler, yakar, kırar, uçurumlardan savururuz.

Dağınık oldu, artık bayram ertesi toparlarız. Osman hâlâ hapiste, Ferhat hâlâ hapiste. İyi bayramlar.