YAZARLAR

Süper Lig'i özlemeye hasret kaldık

Geçmişte yeni sezon öncesi heyecandan karın ağrıları çektiğimiz, TSYD şubelerinin düzenlediği kupalara büyük önem verdiğimiz, takımların dolu tribünler önünde sezon açılışlarını izlediğimiz, yeni transferleri antrenmanlarda takip ettiğimiz ve hepsinden önemlisi sezonu başlatacak o ilk düdüğü hasretle beklediğimiz günler yaşadık. Artık geriye dönüş mümkün değil, konsol oyunlarında bile 3 ayda bir güncelleme yapılan sabırsızlık zamanlarındayız.

Süper Lig bugün başlıyor. Kabul edelim, futbolu henüz özlemedik. Daha doğrusu, özlemeye fırsat bulamadık. Ligler bitti ve çok geçmeden uzun süredir beklediğimiz Dünya Kupası'na kavuştuk. Kavuştuk ama o da bizi doyurmadı. Güzel maçlar izledik, farklı bir finale şahit olduk, Latinlere üzüldük ama kalıcı bir tat kalmadı dimağımızda. Kupa bitti ve iki gün sonra unutuldu.

Şu satırları yazdığım sırada Beşiktaş-Lask Linz maçından henüz kalktım. Sıcakla birleşen afakanlar maçın sonunu getirmem için fazlasıyla yordular beni. Aynı saatte Başakşehir bir Premier Lig takımını ağırladı ama onu takip edecek takati bulamadım kendimde. Önceki gün Fenerbahçe'yi izledim. Derken bugün Galatasaray sahneye çıkıyor. Sonra yine art arda diğer maçlar başlayacak. Peki, futbolu takip etmeden duramayan, bu oyunu gerçekten seven bünyemiz ne zaman dinlenecek, arınacak? Çünkü insan çok sevse de bir araya, bir nefese ihtiyaç duyuyor.

Eskiden böyle olmuyordu tabii. Yeni sezon öncesi heyecandan karın ağrıları çektiğimiz, TSYD şubelerinin düzenlediği kupalara büyük önem verdiğimiz, takımların dolu tribünler önünde sezon açılışlarını izlediğimiz, yeni transferleri antrenmanlarda takip ettiğimiz ve hepsinden önemlisi sezonu başlatacak o ilk düdüğü hasretle beklediğimiz günler yaşadık. Artık geriye dönüş mümkün değil, konsol oyunlarında bile 3 ayda bir güncelleme yapılan sabırsızlık zamanlarındayız. Fakat bu kadar para dönüyor olması ve popüler hale gelmesi nedeniyle üzerimize boca edilen maçlarda seyirlik bir şey kalmıyor, kalsa da o zevki hissedecek derman bırakmıyor.

Peki lige başlarken takımlarda durumlar nasıl? Fenerbahçe, gerçekleştirdiği tarihe kongreyle büyük bir heyecan yaratarak sezonu erken açmıştı. Fakat taze başkan Ali Koç'un çıkıp "beklediğimizden daha kötü bir mali tablo varmış, bazı vaatlerde bulundum ama bunları bile yapamayacağız, sabır" minvalinde yaptığı konuşma sonrası bu heyecan tez zamanda sönümlendi. Yine de geçtiğimiz sezona göre çok daha canlı bir Fenerbahçe kitlesi var. Tam 39 bin kombine sattılar. Eğer Benfica engelini geçerlerse kongredeki kadar olmasa da yeniden canlanacaklardır. İş ki, çok ters bir sonuç olan 1-0'ı çevirmeyi başarsınlar. Kağıt üzerinde kolay ama 1 gol yenildi mi hayli zora dönen bir skor bu çünkü.

Ali Koç gibi gibi bir zenginin bile baş edemediği bir durum var artık bu yıl: Parasızlık. Aslında var ama 10 yıl önce UEFA'nın ülkelere zaman tanıdığı finansal fair-play artık organizasyon tarafından kulüplere tahakküm edilmekte. UEFA'nın sıkı denetimleri, ülkedeki ekonomik belirsizlik ve dövizdeki anormal artış birleşince uzun yıllardır görmediğimiz bir yaz dönemini yaşıyoruz. Yani son günlerde acısını iyiden iyiye hissettiğimiz ekonomik kriz, futbolda birkaç yıldır vardı. Borç krizi, faiz, kur farkı, negatif büyüme gibi kavramlar ve ülke futbolunun dev şirketleri sayabileceğimiz pastadan en çok payı alan büyüklerin ekonomik anlamda verdiği varolma savaşı, ülkenin ve ülkedeki şirketlerin içinde bulunduğu çok da farklı değil.

Her şerde bir hayır vardır. En azından yıldız eskilerine bir dünya para döküldüğü o dönemlerden şimdilik kurtulduk. Gerçi eskiye göre çok az da olsa bazı gazeteler yine "... takım hangi yıldızın peşinde?", "o yıldız geliyorum dedi" tarzı girişimlerde bulunsalar da etkileri nostaljik düzeyde kaldı.

Hal böyle olunca da teknik direktörlerin önemi daha da arttı. Takımlarda çok büyük değişimlerin gözlenmediği bir sezonda teknik direktörler her zamankinden fazla öne çıkacakları, çıkmak zorunda oldukları bir sezona başlıyorlar. Fatih Terim ve Şenol Güneş, şampiyonluk yarışında bu anlamda avantajlılar. Ancak Süper Kupa finalinde izlediğimiz Galatasaray, Avrupa Ligi ön eleme maçlarında izlediğimiz Beşiktaş'ın şimdilik gerisinde. Gerçi takımların hepsi geride. Bu anlamda Beşiktaş'a verdiğimiz ileride payesi gerinin ilerisi aslında. Ligin son yıllardaki "istikrar abidesi" Başakşehir ve Abdullah Avcı yine yukarılarda gezinecektir. Lakin, bu yıl sanki ilk beşe girmek bile onlar için o kadar da kolay olmayacak gibi.

Yukarıyı zorlayacak bir takım olabilir mi? Zor. Alanya'dan ayrılan Susiç Akhisar'da, Akhisar'dan gönderilen Okan Buruk Sivas'a, Sivas'tan gönderilen Samet Aybaba Bursaspor'a geldi. Sanki bir oyun gibi. Aynı isimler, farklı takımlar ve sonra yine o takıma o isimler. Örnekler o kadar bol ki. Bu kısır döngüden olağan dışı bir performans çıkması zor.

Hem bir büyük takıma gelmesi hem de yeni bir isim olması nedeniyle yine en çok merak uyandıran ve beklenti yaratan Philip Cocu oldu. Memleketinde başarılı işler çıkarsa da bu toprakların havasına, suyuna, çimenine, topuna alışmak kolay değil. Benfica maçına baktığımızda da henüz o ışığı göremedik. Ama hatırlatalım, ne demişti Ali Koç: Sabır.

Bu yılki temenni demetlerim arasında Trabzonspor'un zirve yarışı içinde olması da var. Sıradanlaşmanın ve siyasetin elinde eriyen bordo-mavililer, akılını sadece sahaya verir umarım. Akhisar'ın ve Göztepe'nin yakaladıkları çıkışı sürdürmelerini isterim mesela. Ege rüzgarları bu lige her zaman iyi gelir. Başkentin bu yıl ligdeki tek temsilcisi Ankaragücü'nün müthiş seyirci potansiyeliyle lige renk katmasını, kalıcı olmasını dilerim. Onların "kankisi" Bursaspor'un amaçsız bir sezonu daha geri bırakmamasını görmeyi umut ederim. Başakşehir'in küme düşmesini, yerine yeniden alt ligden Gençlerbirliği'nin gelmesini ise dört gözle beklerim!