YAZARLAR

Rehin alma siyasetinin sonu

ABD, Brunson olayı aracılığıyla kendi vatandaşı üzerinden sürekli el arttırmaya dayalı bir pazarlığı kabul etmeyeceğini gösterirken, yaklaşmakta olan İran’a yönelik ağır yaptırımlardan önce zemin yokluyor. Bu durum ileride Türkiye’yi daha da zor durumda bırakacak.

ABD ile yaşanan rahip Brunson olayı Türk-Amerikan ilişkilerindeki en büyük krizlerden biri olarak görüldü ve özellikle iki bakana ABD’nin yaptırım uygulayacağını ilan etmesi çok ilgi çekti. Bu kriz durumunun rahip Brunson’un kendisinin ötesinde bir anlamı olduğu görülüyor ve Erdoğan yönetiminin Batılı ülkelerin vatandaşlarını hapse atarak pazarlık amacıyla kullanması siyasetinin tıkandığı bir noktaya işaret ediyor.

SORUN YAPISAL MI, KONJONKTÜREL Mİ?

Bütün sorunlu alanlara rağmen Erdoğan iktidarı, Trump yönetiminin Türkiye’deki ideolojik izdüşümü olarak, Trump tarafından kollanıyordu ve ABD sistemi bütün eleştirel söyleme rağmen bir süre daha Erdoğan ile devam etmek istediğini belli etmişti. Öyle görünüyor ki, bu durumun farkında olan Erdoğan ABD karşısındaki pazarlık payını yükseltecek işler yapmaya başladı. Rusya’ya yakınlaşma ve S-400 alımı planı, içeride Amerikan karşıtlığını kışkırtması, Çin’e göz kırpma gibi eylemler ABD tarafından rahatsızlık yaratmaya başladı. Buna rağmen ilişkilerde yapısal bir sorun bulunmuyordu. Türkiye açık ekonomisi, devam eden NATO üyeliği ve Erdoğan’ın baskıcı bir şekilde de olsa sağladığı istikrar gibi kritik alanlarda Batı sistemi açısından tercih ediliyordu. Bu anlamda Türkiye ile ABD arasında yapısal bir sorun 1975-80 arasında yaşandı. ABD’nin uyguladığı silah ambargosu karşılığında başta İncirlik olmak üzere ABD üslerinin kullanımı askıya alındı, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşünü veto etti, Ecevit “yeni ulusal güvenlik doktrinini” ilan etti ve NATO’nun mızrak ucu olmayacağını açıkça ilan etti. Bu kriz ancak 12 Eylül darbesiyle çözülebildi.

Erdoğan yönetimiyse ne İncirlik, ne Kürecik konusunda herhangi bir imada bile bulunamadı. Tek yapabildiği karşılıklılık esası gereği ABD’li adalet ve içişleri bakanlarının Türkiye’de olmayan varlıklarına el koyma kararı çıkarmak oldu. Bir not olarak belirtmek gerekir ki, ABD’deki içişleri bakanıyla Türkiye’deki içişleri bakanının görev alanı ve yetkilerinin birbiriyle ilgisi yok. Türkiye’nin merkezi sisteminde içişleri bakanı hem vali hem de emniyet müdürlerini atama yetkisine sahiptir ve jandarma da dahil olmak üzere güvenlik bürokrasisinin tepesinde bulunmaktadır. ABD’de ise eyalet sistemi bulunduğundan Türkiye’deki gibi içişlerine bağlı bir güvenlik bürokrasisi bulunmamakta. Şerifleri o bölgede oturanlar seçerlerken, FBI ise adalet bakanlığına bağlıdır. ABD’deki içişleri bakanlığı ise ulusal parklar ve yerlilerin sorunları gibi işlere bakar. Tabii bir karşılıklılık gerekiyordu ama o içişleri bakanı yerine mesela daha çok güvenlik konularına bakan Anayurt Güvenliği Bakanlığı (Department of Homeland Security) olabilirdi.

TRUMP İYİ EVANJELİSTLER KÖTÜ

Erdoğan kişisel bağ geliştirmeye çalıştığı Trump’ı doğrudan karşısına almaktan kaçınıyor. O yüzden hem kendisi hem de kendisine bağlı medya koro halinde bütün suçu Evanjelistlere yıkmayı tercih etti. Zaten Evanjelistler de siyonizme yakın ve İsrail yanlısıydılar. Dolayısıyla, Evanjelizm eleştirisi İsrail bağlantısıyla birleştiği için seçmen gözünde daha fazla meşruiyet sağlıyordu. Oysa, bu yaşanan sorunun iktidarın ısrarla vurguladığı gibi Evanjalizmle doğrudan bir ilgisi yok. ABD sistemi Türkiye gibi ülkelerin elinde kendi vatandaşlarının kalmasını bir tür stratejik zafiyet olarak görüyor. Bu yalnızca Türkiye değil, diğer ülkelerle ilişkilerinde de geçerli bir durum. Bunun son örneği Kuzey Kore’nin elindeki ABD vatandaşlarının iade edilmesiydi.

UZUN SÜRELİ AJAN OLARAK BRUNSON

Nedense son dönemde, gerek iki yıl önce Büyükada’daki tutuklamaları, gerekse de Almanya vatandaşı gazeteci Deniz Yücel ve rahip Brunson’da hep aynı senaryoyla karşılaşıyoruz. Bunların hepsi bir şekilde ajan çıkıyor ve çoğu hem PKK hem de FETÖ’yle bağlantılı oluyorlar. Oysa, bu iki örgüt hedef, organizasyon, araçlar ve yoğunlaştıkları coğrafi alanlar olarak birbirinden çok farklılar. Herhalde Almanya ve ABD’de istihbarat konusunda bütçe sıkıntısı olmalı ki bu iki örgütle bağlantı için birer ajan kullanmak yerine, tek bir ajanla her iki örgütü de kontrol etmeye çalışıyorlar. Hele rahip Brunson bu kadar açık bir kimlikle 23 yıldır İzmir’de CIA ajanı olarak iki terör örgütüyle işbirliği yaparken, Türk istihbaratının bunu hiç fark edememiş olması çok ciddi bir istihbarat ve güvenlik zafiyeti olsa gerektir. Her tutuklama öncesinde, FETÖ'cülerden öğrenilmiş bir taktikle, medyaya servis edilen belge, fotoğraf gibi hukuki delillerin Brunson’un durumunda ortaya dökülmediğini, 20 küsur yıldır ajanlık yapan biriyle ilgili olarak tutuklu bulunduğu bir buçuk yıl boyunca herhangi bir ciddi delilin kamuoyuyla paylaşılmadığını hatırlamak gerek.

REHİN ALMA SİYASETİ

Türkiye bir süredir yeni bir dış politika aracı olarak rehin tutma siyasetini deniyor. Başta Deniz Yücel olmak üzere hapisteki Almanya vatandaşları, uzun pazarlıklar sonucu seyahat uyarısının kaldırılması ve bazı kredilerin açılması gibi karşılıklar sonucu iade edildi. Benzeri bir şekilde sınırı geçen iki Yunanlı asker de, Yunanistan’daki FETÖ’cü subaylara karşı rehin olarak tutuluyor. Burada da muhtemelen pazarlık bir şekilde devam ediyor. Ama ABD ile bu türden bir pazarlığın sınırları var ve ABD de bunu açık bir şekilde gösterdi. Rahip Brunson’a karşı, Hakan Atilla’nın iadesi, Halk Bankası'na düşük ceza, F-35 satışında engel çıkarılmaması ve olası yeni Halk Bankası soruşturmalarının engellenmesi gibi uzun bir liste gerçekçi değildi. Muhtemelen Trump ile Erdoğan bunların bir kısmında anlaştılar ama Erdoğan eli biraz daha yükseltmek amacıyla rahibi önce ev hapsine çıkarmayı tercih etti. ABD’de Kongre seçimleri yaklaşıyor ve medya ilgisiyle Amerikan kamuoyunun dikkati bu konuya yönelince, Erdoğan yönetimi rahibin değerinin arttığını, dolayısıyla daha üst düzeyden pazarlık yapılabileceğini düşündü ve serbest bırakmak yerine şimdilik ev hapsine aldı. Ama tepki beklemediği şekilde sert oldu, ABD’ye karşı alttan almak zorunda kaldı. Deniz Yücel olayında olduğu gibi sessizce gönderme ihtimali şu anki koşullarda çok zorlaştı. ABD en sonunda Brunson’u alacak ancak bunun için biraz zaman geçmesi ve konunun soğuması gerekiyor. Bu durum ayrıca Hakan Atilla’nın durumunu iyice zora soktu.

ABD, Brunson olayı aracılığıyla kendi vatandaşı üzerinden sürekli el arttırmaya dayalı bir pazarlığı kabul etmeyeceğini gösterirken, yaklaşmakta olan İran’a yönelik ağır yaptırımlardan önce zemin yokluyor. Bu durum ileride Türkiye’yi daha da zor durumda bırakacak. ABD gelecek tepkinin ne kadar cılız olduğunu bu krizde ölçmüş oldu.

Ayrıca, artık bu rehin alarak dış politikada bazı avantajlar sağlama siyasetinin de sınırlarına ulaşılmış oldu. Bunu hele bir daha ABD’ye karşı kullanmanın imkanı kalmadı. Yunanistan ile şimdilik restleşme devam edecek gibi duruyor.


İlhan Uzgel Kimdir?

1988’den itibaren Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde çalıştı. Bölüm başkanı iken Şubat 2017’de ihraç edildi. Ankara ve Cambridge Üniversitelerinde yüksek lisans yaptı, Ankara Üniversitesinden doktora derecesini aldı. LSE, Georgetown gibi üniversitelerde doktora ve doktora sonrası araştırmalar yaptı, Oklahoma City Üniversitesinde dersler verdi. British Council, Jean Monnet ve Fulbright gibi burslardan faydalandı. Daha çok ABD dış politikası, Türk dış politikası, Balkanlar gibi konularla ilgilendi. Ulusal Çıkar (2004, İmge), Türkiye’nin Komşuları (derleme, 2002, İmge) ve AKP Kitabı (derleme, 2009 Phoenix) gibi çalışmaları vardır.