YAZARLAR

Din-Devlet çatışmasında turnusol: Kadın Hakları

İktidar, gerçekten laik hukuk düzenini uygulamaya niyetli mi yoksa ulusalcı İslam’ı her an çıkarılabilir yeni bir gömlek olarak mı giyiyor, sorusunun cevabını bugünden kestirmek çok zor. Yerli ve milli furyasında dini de “dış güçlerin” etki alanından kurtarıp, tıpkı Diyanet gibi doğrudan Cumhurbaşkanına bağlı inanç sistemine dönüştürme arzusu da olabilir.

Din kisvesiyle faaliyet gösteren tüm yapıların laik devlete biatı aşamasında olduğumuza dair kanaatimi belirtmiştim bir önceki yazımda. Dini grupların laik devlet niteliğini tümüyle kabullenmesi aslında temel toplumsal ihtiyaçlarımızdan biri ve bu iyi bir gelişme olurdu. Eğer düşünsel performanslar yaşanarak ulaşılmış bir aşama olsaydı. Farklı dinlerin, mezheplerin, farklı dini yorum ve pratiklerin kendi özgür alanlarında serbestçe varlığını ve gelişmesini sürdürmesinin teminatı olarak görüp, kabullenselerdi, önemli bir toplumsal sorunu aşmış sayabilirdik kendimizi. Ancak şu anda tarikat ve cemaatler, laik hukuk düzenini kendi varlıklarının da teminatı olarak görme aşamasından çok uzak. Şu an sadece klasik zorba devlet anlayışının “başlıya baş eğdirip, dizliye diz kırdırma” refleksiyle karşı karşıya toplum. Özgürlükler alanının genişletilmesiyle, ayrımcılık suçuna ve nefret söylemine karşı hukuk yardımıyla etkin bariyer oluşturulduğunda aşılabilecek sorunları tersine özgürlükleri baskılayarak metazori teslimiyetle yok edeceğini sanan bir iktidar eliyle yapılacak düzenlemeler, sorunu büyütecek.

YENİ GÖMLEK ULUSALCI İSLAM

İktidar, gerçekten laik hukuk düzenini uygulamaya niyetli mi yoksa ulusalcı İslam’ı her an çıkarılabilir yeni bir gömlek olarak mı giyiyor, sorusunun cevabını bugünden kestirmek çok zor. Yerli ve milli furyasında dini de “dış güçlerin” etki alanından kurtarıp, tıpkı Diyanet gibi doğrudan Cumhurbaşkanına bağlı inanç sistemine dönüştürme arzusu da olabilir. Evrensel inanç ve ibadet hürriyeti kriterlerinin hayata geçirilmesi arzusu da olabilir. Hangi yöne evrileceği konusunda, kadın haklarına ilişkin tüm gelişmeler turnusol kağıdı işlevi görecek.

Adnan Oktar çetesinin, çokça maşallahlı, dayatılmış estetik anlayışına uydurulup cinsel objeye dönüştürülen kadınları, diğer İslami gruplardan öz itibariyle hiç farklı değil. Kendisini ehl-i sünnet olarak tanımlayan dini yapıların çoğu da aynı şekilde kadınları seks objesi olarak görüyor. Tek fark, birinin görselleştirerek yaptığını, diğerlerinin kadını, her anlamda görünmez kılarak yapması. Nurettin Yıldız’ın söylediklerini Adnan Oktar’ın yapıyor. Nitekim bugün bu çete yeni icat olmuş hiç bilmiyorlarmış gibi suçlayıcı konuşan cemaat önderleri, yıllardır kendi kanalında yayınladığı görüntüler için Adnan Oktar’ı eleştirirken(!) kahvehane muhabbetiyle geyik çevirir gibi gevrek gevrek gülerek “hepsi niye sarışın, arada bir de esmer olsa” dedikleri bilinir. Ataerkinin hizmetine sundukları din anlayışı, cemaat önderlerinin kadını, erkek için yaratılmış zevk nesnesi saymasına ve erkeklik algısını da cinsel hazza indirgemesine yol açtı. Şimdi aklıma takılan soru şu: Meclisin ünlü Boşanma Komisyonu'nun raporunu şekillendiren bu grupların görüşleri hala iktidarın kadın politikalarına egemen olacak mı?

Diğer yandan Fethullahçı çete de kadın karşıtıydı. Kadınların ev sohbetleri ve “ablaların” himmetiyle güç devşirirken onlarca yıldır, kadın haklarını reddeder, “insani sorunlara cinsiyet temelli yaklaşmıyoruz” derlerdi. Eşitsizliği sürdürmenin en kestirme yolu olarak güçlünün lehine işleyen “hayali eşitlik söylemi” hakimdi dillerine. Şimdi, İktidar çevrelerinin lidere en yakın halkadan başlayarak gelmiş geçmiş bakanların çoğunun da dilinden duyduğumuz bir ifadeyi hatırlayalım. Partili kadınların sıkça kullanıp, kibar kibar telaffuz ettikleri “şiddet sorununa cinsiyet temelli yaklaşmıyoruz” ifadesini herkes hatırlar sanırım. Fethullahçı çetenin yaklaşımıyla bu sözler arasındaki benzerlik artık görülecek mi? Cinsiyet eşitliğini ret eden kadın karşıtı politikalar, sürdürülecek mi? Yoksa insanlığın da İslam’ın da evrensel hukuk ölçütlerinin de gerektirdiği biçimde eşitlik hayata geçirilecek mi? Cinsiyet eşitliğinin her alanda sağlanması için kadın kazanımları korunup güçlendirilecek mi? Eğer biat edermiş gibi yapacak olan tarikat ve cemaatlerden farklı olarak iktidar, gerçekten bu ülkede din kisvesiyle suç işlenmesini önlemek istiyorsa işe, kadın karşıtlığını durdurmakla başlamalı.

NAFAKA KARŞITLIĞI DA DİN İSTİSMARI

Evlilik ve boşanmada usuller gibi haklar ve sorumluluklar da temel prensipleri Kur’an’da verilerek örfe, adet ve geleneklere bırakılmıştır. Evlilikte kocanın yükümlülüğü ve kadınların hakları konusunda Arap kültür coğrafyasında yaşanan ve çoğu tarihte, geçmişte kalmış usulleri dinin gereği gibi sunan bir algıyla bugün nafaka konusu işlenmeye çalışılıyor. Nafaka İslam’a uygun değil denilerek medeni kanunda yer alan kadın kazanımlarından biri daha yok edilmek isteniyor. İddet müddetiyle ifade edilen zorunlu bakma süresi dışında nafaka ödemenin dine aykırı olduğu yönündeki iddialar da tam anlamıyla din sömürüsü. Ataerkinin kadını güçlü kılan her uygulamayı tersine çevirmek için kullandığı, dini sömürü örneklerinden birisi.

Arap coğrafyasındaki hakim kültüre dayalı adetleri dinin gereği gibi sunanlara iktidarın artık fırsat vermemesi gerekiyor. Zira nafaka dine aykırı bir hüküm değil. Zira din evlilik ve boşanmada kadınlara verilecek hakların örfe göre tayin edilmesini ön görür. Bugün medeni kanun bizim örfümüz ve medeni kanunun tanıdığı haklardan eski Arap kültürü gerekçe gösterilerek geri gidiş kabul edilemez. Zaten tıpkı nikah gibi boşanma usulleri de ataerkil erkeğin azgın zorbalığını dizginleme aracı olarak girmiştir hem İslam hukukuna hem medeni kanuna. Boşanmaların kolay olduğu ortamda erkek, ayrıldığı kadına karşı mali sorumluluk üstlenmediği takdirde, ataerkil zihniyetteki erkekleri sınırlayacak başa bir güç yok. Boşanmış Aileler ve Nafaka Mağdurları gibi gruplardaki ikinci eş olan kadınlar, kendilerinden önceki boşanmış kadına ödenen nafakanın kaldırılmasını isterken aslında kendi aleyhlerine bir talep olduğunu görmüyorlar. Erkeklerin cüzdanını savunurken kendi haklarını baltalıyorlar. İkinci defa boşanıp üçüncü defa evlenmesini ve her seferinde çocukları, kadına bırakarak, babalık sorumluluğundan sıyrılmasını önleyecek mekanizmalardan biri nafaka hakkın.

Ekonomik eşitsizlikle baş etme yollarından biri olan nafaka, kadını güçlendiriyor. Nafaka hakkı istemediği evliliğe mahkum yaşamayı önlemek bakımından kadının boşanma hakkını kullanabilmesinin teminatı aynı zamanda. İktidar uzun zamandır yürütülen kampanyalarla dini görüşlerin çarpıtılarak, İslam’ı, ataerkiye araç kılan nafaka karşıtlığını destekleyecek mi engelleyecek mi? İktidarın samimiyetini test edecek en yakın örnek olay sanırım seçimden önce adalet bakanlığınca hazırlandığı söylenen, nafaka hakkıyla ilişkili taslak metnin akıbeti olacak. Ama elbette kadın karşıtlığına karşı alınacak pozisyon yerli ve milli din politikalarının düşünsel derinlikten yoksunluğuyla yaşanacak toplumsal sorunları da engellemeyecek.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.