YAZARLAR

Fransa harmanı ve Hırvatistan butiği

Şarapta da, siyasette de harman zor zanaat. “Ne mozaiği, mermer ulan mermer” diye masaya yumruk vurmakla olmuyor. Sürekli, özenle, sevgiyle, akılla üzerinde çalışmak gerekiyor. Bu işler karşılıklı konuşmadan, tartışmadan, akıl yarıştırmadan yürümüyor. Ve unutmayınız lütfen, futbol yalnızca futbol değildir, dolayısıyla iki omzumuzun üzerinde taşıdığımız saksıları çalıştırmaktan zarar gelmez.

“Hatalı şekiller üzerinden doğru akıl yürütmek esastır.” Descartes’a ait olduğunu sonradan öğrendiğim bu özlü sözü ortaokulda geometri anlatırken Fransız matematik hocamızdan duymuştum. Daha önce de burada alıntılamıştım. Son yazımda “butik Hırvatistan” derken, çıkış noktam buydu. Şimdi “Fransa harmanı” derken yine o olacak.

Amacım düşünceyi teşvik. Çözümler üzerinde konuşabilmek. Üzerinde durduğum da siyaset, zihniyet, kültür. Futbol, güncelliğinden de yararlanmak adına, bir araç. Aslında bu ön açıklamayı yapmam da zul ama özellikle sosyal medyada bir yanlış bulup, tatmin olma saplantısı var. Bir de, söyleyeceğine “...dir” diye kesinlik kazandırınca, daha ikna edici olduğunu sanmak yanılgısı.

Şu korkunç papaz mekteplerinden birinden mezunum. Aşağıdaki kısa özgeçmişimde var. Bizimki 1870’de kurulmuş. Aah ah, bu Cizvit misyonerler güzel ülkemize yuvalanıp kim bilir kaç çocuğu hak dininden çıkarmıştır değil mi? Söyleyeyim mi kaç? Yazıyla sıfır. Ama o okulun bugün kapısında kuyruk var. Güvenilir bir eğitim kurumu olduğu için.

Fransa’nın bagajı çok. Bagajı taşıma şekli benzerlerinden, denklerinden farklı. Laik bir cumhuriyet. Sömürgelerini bırakmış. Uzakdoğu’dan ve nihayet Cezayir’den çekilmesi kanlı. De Gaulle’ün beşinci cumhuriyeti badireli. Suikast atlatır, darbe savuşturur, 68 Mayıs’ını 30 Mayıs günü Elysée’ye toplanan bir milyon kişiyle aşar, 1969’da referandumu kaybeder köyüne çekilir. “Yeni” Fransa’nın tarihi böyle başlar.

Cinsel devrim, Uzak Doğuluların, kara Afrikalıların, Mağribilerin metropoliten Fransa’ya gelmeleri, kentlerde terörün denetim dışı kalır göründüğü “kurşun yılları”, grevler. Nihayet yakın zamanlarda banliyölerde gençlerin isyanları, kitlesel gösterilere karışan azınlık “kırıcı” grupların yağmaları, kamu mallarına zarar vermeleri.

Chirac döneminde oynanan Fransa-Cezayir milli maçında ulusal marş Marseillaise’in ıslıklanması üzerine Cumhurbaşkanı’nın oyunun başında stadı terk etmesi. Aşırı sağcı Le Pen’in ikinci tura kaldığını gören sosyalistlerin ağlayarak da olsa demokrasi adına merkez sağın adayı Chirac’a oy vermeleri. “Amerikalı” lakaplı Sarkozy’nin Fransız kimliği yaratmak tartışmasını başlatması ve çuvallaması.

Aklıma ilk geldiği gibi sıralıyorum, hem sağ hem sol son hükümet dönemlerinde, Christiane Taubira, Nadjat Vallaud Belkacem, Rachida Dati, Rama Yade, Laura Flessel gibi farklı etnisite ve dinlerden kadınların bakan olmaları. Eğitimde (haç dahil) hiçbir dinsel simgeye yer vermeyen laiklik anlayışı.

IŞİD belasının ortaya çıkmasıyla Fransa’dan katılımın alarm verici düzeye gelmesi. Radikalleşmeye karşı “Fransa İslamı” ve “önleyici fişleme” tartışmaları. Metropollerde toplumu şoke eden, toplumsal dokuyu bozmaya yönelik terör saldırıları. Merkez partilerin sağ ve sol uçlara doğru sıkışmaları.

Fransa uzmanı değilim. Ömrümde topu topu bir yıl (2002) görevim gereği Paris’te yaşamışlığım var. Kitabını okur, filmini izler, dergisini karıştırır, haberlerini dinlerim, o kadar. Bir önceki yazımda “butik Hırvatistan” demiştim*. Bu defa “emperyal”, “kolonyal”, “büyük devlet” Fransa harmanından söz etmek istedim.

2018 Dünya Kupası şampiyonu, son altı kupanın üçünde final oynayan, ikisini kazanan Fransa’dan. “Efendim, 1988’de Clairefontaine tesisleri kuruldu, akılcı futbol altyapı politikalarıyla, Rabbim Fransa’ya ‘yürü ya kulum’ dedi.” İyi de Clairefontaine, yörüngede gezen bir uzay laboratuvarı mı? Neredeymiş bu efsunkar Clairefontaine?

Ben siyaset konuşuyorum. Hatalı şekiller üzerinden, doğru akıl yürütmeye çalışıyorum. Altyapı dersen, bizde de artık ağa dayısı yok mu? Uluslararası başarı dersen, 18 yaşa gelinceye dek, bizim de okul, kulüp, ulusal takımlarda başarımız yok mu?

Konu ekonomiye gelince, 1950’deki Türkiye, 1950’deki Kore karşılaştırmasını severiz. Ya siyasi konularda çok geriye değil, 1968’e dek geri gidip, idari açıdan bize esin kaynağı hatta model olmuş Fransa’nın nereden nereye geldiğine baksak? Hemen soru: “Sende bu Fransa hayranlığı neden monşer?” Lahavle...

Şunu diyorum: Eski sorulara yeni yanıtlar bulmak ve durmadan yeni sorular sormak ilerleme için zorunlu. Bu içine sıkışıp kaldığımız anakronik benyaptımolducu riyaset devrinde biliyorum bunu yapmak olası değil. Houellebecq’in romanlarını okursanız bir Fransa’yla, şampiyon takımlarının alaşımına bakarsanız başka bir Fransa’yla karşılaşıyorsunuz.

Macron’un kupanın “ekmeğini yemek” için bunca çaba sarf etmesi, Mali’de ölümcül bir saldırıya uğradıktan sonra bir kolunu ve bacağını kaybeden Deschamps hayranı Fransız askerini alıp soyunma odasına sokması Pogba’nın orada “cumhuriyet” diye bağırması hep burada aktarmaya çalıştığım toplumsal burulmalardan.

Şarapta da, siyasette de harman zor zanaat. “Ne mozaiği, mermer ulan mermer” diye masaya yumruk vurmakla olmuyor. Sürekli, özenle, sevgiyle, akılla üzerinde çalışmak gerekiyor. Bu işler karşılıklı konuşmadan, tartışmadan, akıl yarıştırmadan yürümüyor. Ve unutmayınız lütfen, futbol yalnızca futbol değildir, dolayısıyla iki omzumuzun üzerinde taşıdığımız saksıları çalıştırmaktan zarar gelmez.

*BBC’nin altı bölümlük “Death of Yugoslavia” belgeselini öneririm.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.