YAZARLAR

Ne yaptınız ki idam istiyorsunuz?

Sanki mevcut yasaları herkese eşit şekilde tam tamına uygulamış, cezasızlık algısına izin vermemiş, yahut erken yaşta evliliklerin önünü açan müftülük yasası gibi yasaları yürürlüğe sokmamış, 12 yaşındaki çocuğun istismarcısıyla evlenmesi halinde ceza almayacağı gibi canice bir yasa taslağı hazırlamamış, hatta saydığımız önleyici tedbirleri yasalaştırıp eksiksiz uygulamış, fakat yine de olmamış da idama başvurmaktan başka çaresi kalmamış gibi haller de neyin nesi?!

Cinsel istismar vakaları arttıkça ve son dönemde kalbimizi parçalayan her vakada öfkeli halktan “İdam isteriz!” sesleri yükselmeye başladı ve hepimizin şahit olduğu üzere son iki haftadır bu mesele konuşuluyor.

Fakat konu o kadar “İdam bir çözüm mü?” noktasında kilitlendi kaldı ki, çözümün ne olduğuna ilişkin detayları konuşamıyoruz bile. İdamın niçin çözüm olmadığını her defasında uzun uzun anlatıyoruz. Çözüm idam değil; çözüm, önleyici tedbirlere yoğunlaşmak. Çünkü önemli olan suça yol açan unsurları doğru tespit edip sorunu kökünden kazımak ve toplumda suç oranını en aza indirgeyerek insan hakları bilincini tesis etmek diyoruz. İnsan öldürmenin “yasal”ı olmaz, idam ancak toplumun öfkesini bir anlığına dindiren barbar bir aksiyon olmaktan öteye geçmez diyoruz.

İdamın niçin çözüm olmayacağını en azından hukuki gerekçeleriyle “İdama Niçin Karşıyız?” başlıklı yazımda detaylıca açıklamıştım. Programlarda da ancak bu kısmı açıklamaya vaktimiz yetiyor. Yöneltilen sorular da genellikle bu soru üzerine yoğunlaşıyor. Fakat önleyici tedbirlerin ne olduğunu uzun uzun kimse konuşmuyor. Oysa idam çözüm mü değil mi tartışması içerisinde dönüp durdukça toplum için idam fikri sıradanlaşıyor, bu insanlık dışı yöntem normalleştiriliyor. Hatta konuşulması dahi insanlarda bir travma yaratıyor. Bu sebeple bu tartışmayı bir an evvel sonlandırmakta fayda var.

Çözümün ne olduğuna gelecek olursak:

Öncelikle mevcut yasaları tam olarak uygulamalı. Cezaları artırmaktan evvel indirimleri uygulamamalı mesela. Hukukun hızlı ve adil işleyişi için toplum baskısına gerek duymadan harekete geçmeli.

Birçok kadın cinayeti ve istismar davasında davanın özenli yürütülmediğinden haberdar olduğumuzda, derhal toplumsal kamuoyu yaratıp yargı üzerinde baskı yaratıyoruz da, ancak o şekilde yapılması gerekenlerin yapıldığına şahit oluyoruz. Örneğin geçtiğimiz günlerde dokuz yaşından beri babasının istismarına uğrayan bir çocuğun davasına dernekler ve baro olarak müdahillik talebinde bulunduk. Hakim taleplerimizi toplu olarak reddetti ve enteresan bir şekilde pat diye kapalı duruşma kararı alarak tüm avukatları salondan çıkardı. Özel vekil olarak davaya katılma talebimizi de usule aykırı şekilde reddetmesine rağmen nedense(!) bu duruma hiç şaşırmadık. Amacımız davanın toplumsallaştığı mesajını vermek ve davaya gereken ihtimamın gösterilmesini sağlamaktı ve bu gerçekleşti. Fakat niçin bunu yapmak zorunda olduğumuzu sürekli düşünüp üzüldüğümüz de bir gerçek.

Tedbirlere dönecek olursak; öncelikle İstanbul (Avrupa Konseyi) Sözleşmesi gibi önleyici tedbirleri odak almış uluslararası sözleşmelerde üzerine basa basa belirtilen en önemli tedbir “eğitim”.

Peki kimlerin bahsedilen eğitimi?

*Ailelerin istismara ilişkin eğitimi,

*Çocuklara iyi dokunuş-kötü dokunuş eğitimi,

*Çocuklarla sıkça irtibat içinde olan (polis, pedagog-psikolog, hakim-savcı vs.) kişilerin eğitimi,

*Bilhassa “eğitimcinin eğitimi”.

Ayrıca, okullarda çocuklar için insan hakları, toplumsal cinsiyet, cinsel eğitim gibi dersler zorunlu müfredata alınmalı. Çocukların bulunduğu okul-kreş çevresi gibi yerler dikkatlice ve 24 saat izlenmeli. İnternette çocuklara ilişkin pornografik yayınların önüne geçilmeli. Bu husus özellikle önemli, zira, araştırmalara göre failleri bu suçu işlemeye yönelten en etkin sebeplerden biri olduğu tespit edilmiş. İnternette çocuk pornografisi yayınlayanların tespit edilmesi hususunda çok ciddi sıkıntılarımız var. Geceleri bu yayınları ortalığa saçıp gündüz kaldırıyorlar. Bu hususta hukukçu olarak bize ihbarlar geliyor. Biz de savcılığa ihbar ediyoruz. Fakat geçenlerde bir savcıdan aldığım cevap can yakıcıydı: “Avukat hanım biz bu bilişim aracılığıyla bu yayınları yapanları tespit etmekte zorlanıyoruz ama siz tabii iyi bir şey yapıyorsunuz” gibi bir şeyler sayıkladı. Niçin böyle diyorlar biliyor musunuz? Çünkü bu ihbarlar o kadar çok ki önünü alamıyorlar. Neticede aldığımız cevap bu. Yoksa, her cihazın bir kimlik numarası var, tespit edilememesi mümkün mü?

Bir başka başlık da cinsel dokunulmazlığa yönelik suçlar işlemiş faillerin daimi takibi ve rehabilite edilmesi. Bununla birlikte, mağdurların rehabilitesi de hayati bir önem taşıyor zira mağdurların yaşadığı travmanın mümkün olduğunca giderilmesi öncelikle kendi yaşamları bakımından ve aynı zamanda gelecekte bu travmanın sebebiyet verebileceği suçlara yönelmelerinin önüne geçmek bakımından bir nevi devletin görevi. Dolayısıyla rehabilitasyon, sosyal devlet anlayışı içerisinde ele alınarak ücretsiz ve özenli şekilde gerçekleştirilmeli.

Hepsinden evvel bir “Çocuk Bakanlığı” kurulmalı ve çocuklarla ilgili sorunların üzerine özel olarak eğilinmeli.

Bununla birlikte, cinsel istismar yasa tasarısında da yer alan Çocuk İzlem Merkezlerinin (ÇİM) sayısının artırılması ve cinsel suçlardan sabıkalı kişilerin çocuklarla ilgili kamu kurumlarında istihdam edilmemesi önemli tedbirlerden.

Her birimize düşen şey ise, “İdam idam!” diye bağırarak enerji harcamaktansa çocuklarla ilgili bir derneğe, platforma dahil olup çalışmalara katılmak ya da çocuklar için “bir şey” üretmek.

Listeyi uzatmak mümkün.

Tüm bunların yanı sıra önemle belirtmek gerekir ki; “İdam istemiyoruz” yahut “İdam çözüm değil” gibi ret sloganları kullanmak yerine olumu bir dil benimseyerek önleyici tedbir vurgusu yapmamız gerekli. Örneğin, “İstismara karşı eğitim istiyoruz” ya da “Yasalar uygulansın, faile üst sınırdan ceza verilsin” gibi. Böyle olunca sorunun esas öznesini yani “çocuğu” gölgelememiş olacağız ve odak noktamız ceza değil çözüm olmuş olacak.

Hal böyle iken insan sormadan edemiyor; siz neyi tam olarak yaptınız ve yetmedi de şimdi idam istiyorsunuz?

Şule Çet’in faillerinin ancak toplumsal tepki neticesinde yakalandığı bir ortamda, yani yasaların gereği gibi uygulanmadığı, adaletin siyasete göre yerini bulduğu bir ortamda, elimizden gelen her şeyi yaptık denebilir mi?

Sanki, öncelikle mevcut yasaları herkese eşit ve tek şekilde tam tamına uygulamış, indirimler konusunda net bir tavır sergileyerek gerekirse uygulama yoluna gitmeyip ve cezasızlık algısına izin vermemiş, yahut erken yaşta evliliklerin önünü açan müftülük yasası gibi yasaları yürürlüğe sokmamış, 12 yaşındaki çocuğun istismarcısıyla evlenmesi halinde ceza almayacağı gibi canice bir yasa taslağı hazırlamamış, saydığımız ve daha da sayılabilir önleyici tedbirleri yasalaştırıp ve eksiksiz uygulamış, fakat yine de olmamış da idam gibi ilkel bir yönteme tekrar başvurmaktan başka çaresi kalmamış gibi haller de neyin nesi?!

İdam cinayettir. İdam istemek çocuk oyuncağı değildir. Bu bahsi bir an evvel kapatıp çözüm kısmına geçerek işimize bakacağımız günlerin bir an evvel gelmesi dileğiyle, çocuklarımızın güneşli günler görmesi umuduyla…


Tuba Torun Kimdir?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri avukatı ve Kadın Adayları Destekleme Derneği yönetim kurulu üyesidir. ‘Bayan Değil Kadın’ programını hazırlayıp sunmaktadır. Aktif olarak siyasi faaliyetlerine devam etmektedir.