YAZARLAR

Patronları ve eril zihniyeti koruma bakanlığı

Günlük dile yansımış haliyle iş cinayetleri de, kadın cinayetleri de, çocuk istismarı da artık aynı koltukta taşınacak. Aslında taşınamayacak. tek koltukta iki karpuz. Patronun, eril zihniyetin, sosyal adaletsizliğin tek elden beslenip, suçlarının tek merkezden perdelenmesi, kolaylık sağlayacak herhalde kamu yönetimine.

Birleştirilen bakanlıklar içinde yönetenin, yönetilene bakış açısını en belirgin şekilde ortaya koyan uygulama kuşkusuz Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın birleştirilmesi oldu. Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı… Cinsiyet eşitliği ve eşit yurttaşlık ilkelerini benimsemediğini ancak bu kadar net biçimde ortaya koyabilirdi, eskisinden hiç farkı olmayan yeni yönetim. Çalışan haklarını düzenleyip sorunları çözmekle yükümlü bakanlık, aynı zamanda yardıma muhtaç yurttaşlara da hizmet üretecek. Emeğin değerini tanımadığını, insan emeğine hiç kıymet vermediğini bangır bangır bağırarak ilan ediyor bu bakanlık birleşimi.

Sadece bu kadarla da kalmıyor tabii. Ülkeyi kasıp kavuran iki devasa şiddet biçimi artık birleştirilmiş bu tek bakanlığın görev alanında. İşveren şiddeti ile erkek şiddeti… Günlük dile yansımış haliyle iş cinayetleri de, kadın cinayetleri de, çocuk istismarı da artık aynı koltukta taşınacak. Aslında taşınamayacak, tek koltukta iki karpuz. Patronun, eril zihniyetin, sosyal adaletsizliğin tek elden beslenip, suçlarının tek merkezden perdelenmesi, kolaylık sağlayacak herhalde kamu yönetimine.

Soma davasında kararın açıklanmasıyla birleşimin aynı günlere rastlaması ironik. Mahkeme belki de bu nedenle kararını açıklamayı iki gün ertelemiş olsa bile. Soma davasında kamu, çalışan haklarını savunabilmiş miydi? Patronun kârı için iş güvenliğinden feragat edilen işletmede ölenlerin hakkı savunulmadığı gibi cezalar da iş yeri sahibine değil çalışana yağdı. Patrona beraat gelirken emir kulu mühendise ağır cezayla üstünlerin hukuku devredeydi.

Yüz beş yıl önce ilk olarak İttihat Terakki tarafından toplanıp sonra İzmir İktisat Kongresi'nde tekrarlanan aynı kararlarla seçilmişti, devlet eliyle burjuva yaratma yoluyla sanayileşme politikası. Sürdürülen yüz yıllık politika gereğince verdi mahkeme kararını. Sermaye sahibine ceza yok. Sermayesini arttırıp kârını katlaması için işçi sağlığını hiçe saymasına, iş güvenliği önlemlerini ihmal etmesine göz yumuldu bir kere daha. İş cinayetlerinin birinci dereceden müsebbibi olan bu eski politika, 301 işçinin canına mal olan Soma faciasından sonra güya yeniden ele alınan yasayla değiştirilmedi. Sürdürülmesi seçildi bir kez daha.

Yasal düzenlemelerle iş güvenliği ihmal edilen ülkenin hukukundan adalet çıkmazdı elbet. Yasa, yaşam odaları gibi tedbirleri öngörmedi. Maden işçisinin hayatını kolaylaştıracak düzenlemeleri de içermedi. Maden işçisine yemek, özel iş kıyafeti, vardiya çıkışında duş ve servis gibi insani ve medeni açıdan son derece gerekli düzenlemeler de içermedi. Yasayı eleştirmek, düzeltmek yerine maden işçilerinin ambulansı, otobüsü kirletmekten kaçınmasını gündem yapan duygu sömürüsü hakim oldu iktidar gibi topluma da. Çalışma ve sosyal güvenlik tek bakanlık altında yürütülürken yaşadığımız, iş cinayetlerine göz yuman politik uygulamalar şimdi diğer bakanlığın facialarıyla birleşecek.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın yıllardır sürdürdüğü hatalı politikalarla toplumsal cinsiyet eşitliğine değil ataerkiye hizmet ettiği bilinen gerçeklerden. Kanunla kendisine yüklenen görevleri yerine getirmediği de… 6284 Sayılı Kanun'u yürütmekle yükümlü bakanlık, yıllarca bu kanunu işlemez kılacak uygulamalar gerçekleştirdi. Cinsiyet eşitliğini gerçekleştirecek adımlar atmak yerine bu amaca hizmet eden genel müdürlüğü çalışamaz hale getirdi. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü'nü, işlevsiz kılma çabalarını son yıllarda arttırarak sürdürmüştü, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı.

Neredeyse sadece cinayetle sonuçlanan şiddet vakalarıyla sınırlamıştı genel müdürlüğün çalışmalarını. O da ancak toplumsal tepkinin medyada yankılandığı olaylarla sınırlı kalacak şekilde müdahil taraf olmuştu bakanlık. İzlediğim davalarda bakanlık avukatlarının dosyaya yeterince zaman ayırmadığını gözlemekle kahreden, ismi var cismi yok bir müdahillikti sergilenen. Üstelik mahkemelerin de bakanlık avukatının müdahilliğini kabul ettiği gerekçesiyle kadın örgütlerinin müdahillik taleplerini reddetmesini kolaylaştırmaya hizmet(!) biçiminde yansıdı sahaya. Özellikle çocuk istismarı davalarında gizlilik kararı alınması ve sivil toplum örgütlerinin davaya müdahil olmasını engelleyen yargılama usulü nedeniyle adalete erişmek mümkün değil. Zira şiddet, hak ihlali ve insan hakları hukuku çerçevesinde görülmeli davalar. İzlediğim davalarda insan hakları hukuku çerçevesinde hak savunucularının müdahillik talepleri kabul edildiği zaman, davanın seyrinin değiştiğini açıkça görebildim yıllardır. Adanmışlık gerektiriyor zira bu davalar. Önüne konan dosyayı incelemeden mahkeme salonuna- o da bazen- gelen avukatların insan hakları savunucusu değil kamu avukatı olması kadar çarpık başka bir durum daha tahayyül edilemez.

Gerek çocuklara gerekse kadınlara yönelik şiddet suçları hakkında açılan davalar, eril zihniyetin masaya yatırılıp otopsisinin yapılmasını sağlamalı aslında. Dava süreçleri suçlunun zihniyetini ifşa etmeli kamuoyuna. Eril şiddetle mücadelenin tek ve en etkin yolu zihniyet dönüşümünü sağlamak. Bu da ancak insanların mevcut toplumsal algıdaki yanlışlıkları davalar özelinde, tekil örneklerdeki hatalı davranışları idrak etmesiyle mümkün. İşin başı eğitim denir ve eğitimle başlayan iş genellikle başladığı yerde kalır. Siyasette yansıması görülmezse eğitimle verilen bilginin yerleşmesi mümkün değil. Ve adalet, verilen bilginin aksini sergileyen davranışları sergilemezse o bilginin davranış değişikliğine ulaştırması toplumu, imkansız. Dolayısıyla hukuk kararları, şiddeti önlemekte çok etkili ancak etki gücü cezaların ağırlığından değil davranışın yanlışlığını idrak etme fırsatı sunmasından gelir. Adil ve açık yargılamayla, yargı kararlarının kamuoyunda tartışılmasıyla mümkün olacak bir etki.

Sonuç olarak ülkenin en önemli toplumsal sorunlarından ikisini bünyesinde birleştiren bakanlık, önceden ayrıyken biri burjuvanın diğeri ataerkinin çıkarlarına hizmet ediyordu. Şimdi ataerki ve burjuva tekeli oluştu diyebiliriz.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.