YAZARLAR

Fuat Sezgin ve uzun yüzyıl

O, Kürtlüğünü derine gömdükçe onlar en derindeki izleri yüzeye çıkarıp Kürtlüğüne yordular. O da hep korktu, hatta sadece korktu.

Uzun bir yazı bu. Uzun bir yüzyıldan bahsedeceğim. Üzerinize afiyet, gençliğimde biraz Yalçın Küçük okumuştum. Bu yüzden bazı sözcüklerde yüksek bir ton varsa bağışlansın. Belirtmek gerekir ki burada beni ilgilendiren şey, “hikâye”dir. Hikâyeden çünkü bir tarih çıkıyor.

1 Temmuz Pazar. Fatih Camii’nin avlusunda mütevazı bir kalabalık. Vefat eden kişi, tanıdığımız biri, yeni çağın en büyük bilim insanlarından. Doğu-Batı eksenlerini iyi bilmek bir tarafa, yeniden tarif etmiş. Ama “özel” bir cenaze töreni değil bu, zira avludaki cemaat mahalle bakkalı cemaati kadar.

Daha saflar kurulmamış ama önde iki kişi dikkati çekiyor. İkisi de tanıdığımız kişi gibi akademisyen. Biri Ahmet Ağırakça adlı bir Selefî. Kürt ama Arap ırkçısı ve bunu Türk milliyetçiliği patronajında yapıyor. Mardin Artuklu Üniversitesi’ne kayyım rektör olarak gelir gelmez, “Tayyip benim 37 yıllık öğrencimdir” demiş, yüze yakın yerli yabancı akademisyeni mobbing, sürgün, sözleşme uzatmama, ihraç gibi yollarla atmıştı. İhsan Eliaçık onun için “IŞİD kafalı” der. Öbürü ise İhsan Süreyya Sırma. 30 kitap ve 200 akademik makale yazmış. İslâm'ın yayılışı ile ilgili tezleri tartışmalı ve fena halde Sünnîdir. O da tanıdığımız kişi ile Selefî rektör gibi Kürt, hatta birkaç defa ifade de etti. 2014’te kendisi, Güneyli birkaç âlim ve Mele Xelîlê Sêrtî’nin soyundan gelen Şêx Sîbxetullah’la Duhok ve Amediye havalisinde güzel bir gün geçirmiştik. Bütün gün Kürtçe konuşmuş, hatırladığı her sözcükle mutluluğu artmıştı. Ağırakça kaba saba bir mujik, eh Sırma da zürefâdan sayılmaz. Ama ikisi de bize Kürt İslâmcılığının konforlu bir ideoloji olduğunu düşündürmek için oradalar sanki. Yüz yıl boyunca Kemalist baskı deyip durdular, ama ne hikmetse bütün devlet memuriyetleri onlarda. Batı’ya gidip deistleştiler ama konforu kaybetmemek için köktenci takılırlar.

Ön saftalar. Artık onlara hoca ve âlim diyen bir devlet var. Ama o da ne? Ağırakça, devlet ricali gelmeden tabutun başında sosyal medyalık bir fotoğraf çektirip sıvışıyor. Tipik bir sağcı gibi güçlüye yaltaklanıp zayıfa höyküren kayyım, geçenlerde, “reisin Mardin şubesi benim” diye racon kesmişti. Bir de kampustaki cami inşaatında bile şaibe varmış. Böyle tavuk çalmış gibi kaçması reisin “gözüme görünmesin” demesinden olabilir. Ama Sırma, devlet ricali gelinceye kadar ön safta kalıyor. Bunun bir nedeni, bir süre önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı göklere çıkaran yazısı olmalı. Yine de bütün üzüntüsü rahmetliyle ilgili değil sanki, zira yanına Erdoğan değil, Ahmet Davutoğlu sığışıyor. Sonra işte konuşmalar, dualar, küçük cemaat üstünde dolaşan fly-cam’ler.

Tanıdığımız kişi, Fuat Sezgin. Bütün emeğinin kaba özeti “Batı bizden almış” olsa da yaklaşık 1400 kitapta emeği olan, birkaç üniversite kadar çalışmış dev bir bilim insanı. 27 dil bilen, bunların 9’u ile akademik yazı yazan, 70 yaşını geçtikten sonra “kendini fazla yormamak için” günlük çalışma süresini 17 saatten 15 saate indiren bir mecânîn-i kütüb/bibliyoman. Doğu ve Batı kanatları olan bir zülcenaheyn.

Elbette buradaki her bir soru ve cevap tartışılır ama Twitter'da TT olan, havuzcuların göklere çıkardığı, reisin küçük bir heyetle de olsa cenazesine icabet ettiği bu büyük isim neden mahalle bakkalı gibi uğurlandı peki? Neden Türk akademisi orada değildi? Neden Halil İnalcık’ın cenazesine katılan kamera-sever Erhan Afyoncu, Murat Bardakçı ve İlber Ortaylı bile orada değillerdi? Neden devlet töreni yapılmadı? Cevabı, havuz medyasından yerli ansiklopedilere, adını taşıyan vakfın sitesinden kapalı Wikipedia’ya kadar hemen her kaynağın doğum yerini Bitlis şeklinde göstermesi olabilir. Bitlis’te doğdu ama Çanakkale’de büyüdü, sürgünde. Ailesindeki diğer kişiler de öyle. Dört kez bakanlık ve bir kez Çanakkale senatörlüğü yapan ve Yusuf Aslan, Deniz Gezmiş ve Hüseyin İnan’ın idam oylamasında ellerini evet için havaya kaldıran Refet Sezgin ile iki kez Çanakkale milletvekili seçilip bir yasama döneminde 97 kez söz alarak rekor kıran Servet Sezgin mesela.

Twitter tarihinin en güzel kapaklarından biri, Dücane Cündioğlu’na yapılmıştır. Twitter'da kimseyi takip etmeyen ve küçük harfleri seven Cündioğlu, tumturaklı retoriğinin örneklerinden biri olarak 5 Aralık 2012’de şöyle bir twit atmıştı: “İnsan olarak doğdum. Sonra türk oldum. Sonra müslüman. En son, ölmeden önce, yine insan olmak için çabalıyorum.” Huseyn Siyabend ise şöyle bir mention yazmıştı: “Siz Bitlisli Cündioğullarındansınız, yani Kürt 1 aileye mensup 1 şahsiyetsiniz.” Cündioğlu, Siyabend’i engelledikten sonra aynı twiti 4 yıl içinde 3 defa daha attı. Koskoca Cündioğlu aforizması sonuçta; eskimez, kokmaz, bulaşmaz!

Sürgün ve topluma katılım, sağda solda öne çıkmış pek çok Kürd'ün gerçeğidir. Hasankeyfli Sabahattin, Bedri Rahmi ve İsmet Zeki Eyuboğlu mesela. Üçü de aşırı Anadolucuydu. İlki Anadolu etnografyasını, ikincisi türküleri, üçüncüsü Türk dilini yücelttikçe yüceltti. Kurucu ideolojinin bir adım uzağına gitmediler. Sabahattin Eyuboğlu, 1970’li yılların başlarında Yaşar Kemal’le özel bir telefon görüşmesinin “yanlış” anlaşılması nedeniyle 3-4 ay hapis yatınca, kendini ait ve sahip gördüğü devlete çok kırıldı. Enis Batur onun bu kırgınlık yüzünden öldüğünü ileri sürdü. Vedat Günyol cevap olarak ağır ve uzun yazılar yazdı. Bedri Rahmi’nin naif şiirleri Fatih Kısaparmak’ın diline kadar düştü. İsmet Zeki Eyuboğlu’nun “Divan Edebiyatında Sapık Sevgi” kitabı ise, pedofil divan edebiyatına tasavvufî don biçen Türk edebiyatı bölümlerinin kapısından içeri sokulmadı.

Sürgünlerden biri de Ülkü Ocakları eski başkanı Alişan Satılmış. Dersimlidir. Öğrenciyken ortak bir arkadaşın kafesine takılırdık, Ankara-Kızılırmak Sokak’ta. Selamlaşmazdık. İyi kitap okuyan beşinci sınıf bir şairdir. Pek de poetik olmayan “ne kamusal alanı ulan” sözünün sahibidir. Kısa süreli ocak başkanlığında Mesûd Barzanî, Abdullah Öcalan ve Celal Talabanî’nin fotoğraflarını necis saydığı hayvanlara monte ettirerek Ankara’daki üst, alt ve tüp geçitlere yapıştırmıştı. Şimdi işsiz galiba.

Gözünü Çanakkale sürgününde açan Fuat Sezgin de onlarla benzer bir hikâyeye sahiptir. Bildiği 27 dilden biri Kürtçedir, anadilidir. Ama Cumhuriyet’le yaşıt olan bu deha, Cumhuriyet’in korkuttuğu, dilini kestiği bir kişidir. Onun tarihi, Kürd'ün Türk sağı içinde saklanma tarihidir. Üniversiteye gider. Akademisyen olur ve efendinin bakacağı en son yere saklanır: Hitler bıyıklı Mehmet Fuat Köprülü’nün yanına. Ama 1960 darbecileri onu da atarlar.

Helmut Ritter’in teşvikiyle Almanya’ya gider. Ewald Wagner, Arapça ve Farsçası mükemmel olan bu genç hocayı bilim tarihi alanına sevk eder. 50 yıl boyunca Alman devleti ve akademisinin de katkısıyla büyük araştırmalar yapar. Ama uzun yıllar sonra İstanbul’da adına bir vakıf açılınca Almanya’nın sağladığı özgürlükle yapılmış maketleri, kıymetli kitapları ve kütüphanesini alıp getirir. Çoğu 1982’de kurduğu Institut für Geschichte der Arabisch-Islamischen Wissenschaften’dendir. Bir kısmı kendi kitaplarıdır ama rivayet muhtelif. Ona getirdikçe getir derler. Bizim yerelciler “Batı’nın kültürünü değil teknolojisini alalım” deyip durdular ya, hah işte Almanlar da “Doğu’nun teknolojisini değil kültürünü alalım” diyerek enstitüye kayyım atarlar bir süre sonra. Kitap, belge, maket akışı durur, hocanın odasının kapısına kilit vurulur. Yarım kalacak “Geschichte des Arabischen Schrifttums”un 18'inci cildinin not ve belgeleri o odada kalır.

10 Temmuz'da Fuat Sezgin İslâm Bilim Tarihi Araştırmaları Vakfı’nın internet sitesine baktım. Ana sayfada Sezgin’in vefatıyla ilgili herhangi bir bilgi, başsağlığı, üzüntü mesajı filan yoktu. Hatta özgeçmişindeki şu cümle duruyordu: “İnsanlık tarihinin başlangıcından bugüne kadar sahasında yazılan en kapsamlı eser olan Arap-İslâm Bilim Tarihi’nin (Geschichte des Arabischen Schrifttums) ilk cildini, 1967 yılında yayınladı. 17 ciltten oluşan eserin bugünlerde 18'inci cildini yazmaktadır.” “Haberler” kısmında vefat haberi verilmiş sadece. Bulmak için ise siteyi çeyrek saat kurcaladım.

Bu vakfın Fatih Sultan Mehmed Üniversitesi bünyesinde bir enstitü uzantısı da var. Almanya’daki model gibi, yani Batı’nın kültürünü almışlar! 2013’te kurulmuş, sadece iki Alman akademisyenin CV’sine yer verilen tamtakır Fuat Sezgin İslâm Bilim Tarihi Enstitüsü sitesindeki “Haberler” kısmına baktım. En son haber şöyle: “Fuat Sezgin üniversitemizi ziyaret etti!” Birkaç fotoğraf var ama odakta hoca değil, hocaya Anadolu irfanını her an kapabilecek gözlerle bakan bıyıklı ilim erleri var. İşletme ve gıda mühendisliği bölümlerinden hocalar galiba.

Aslında Sezgin’e verdikleri kıymet tam da buydu. Yıllarca o yokmuş gibi davrandılar. Sezgin ne kadar saklarsa saklasın hepsi onun Kürt olduğunu biliyor ve ondan nefret ediyordu. Onun yoğunlukla Almanca ve Arapça yazmasını bile Kürtlüğüne yoran pek çok tanıklık vardır. O, Kürtlüğünü derine gömdükçe onlar en derindeki izleri yüzeye çıkarıp Kürtlüğüne yordular. O da hep korktu, hatta sadece korktu. Sefer Turan, onun hakkında Kanal 7 için bir belgesel hazırlayıp takdim etmek üzere İhsan Süreyya Sırma ile yanına gittiğinde belgeseldeki “Bitlisli” ve “Kürt” ifadelerinin çıkarılmasını istedi. Yoksa arşive nasıl girecekti!

İşte bu hikâyeden bu tarih çıkıyor. Bu tarihin sonunda Sezgin’e bir cenaze töreni düzenlenmesi var. Bu, efendiye yanaşan Kürtler için bir gelişme sayılır. Geçmiş daha fenaydı. Türk devletinin milliyetçilik, Batıcılık, İslâmcılık şeklinde güncelleyebileceğimiz üç tarz-ı siyasetini belirleyen üç Kürd'ün sonuna bakalım: 1. Milliyetçilik: Ziya Gökalp’ın kitapları, 1924’teki ölümünden 1938’e kadar pek yayıncı bulamadı. Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatta olduğu bu 14 yıllık süreçte onunla ilgili çıkan yayın sayısı ise biri değini, biri kitapçık, dördü derleme kitap olmak üzere altıydı. 2. Batıcılık: “Macaristan’dan damızlık erkek getirip Türk soyunu güzelleştirelim” diyen Abdullah Cevdet, 1921’den ölüm tarihi olan 1932’ye kadar gıkını bile çıkaramadı. 3. İslâmcılık: Öğretisi bir zamanlar devletin uzun kolu olan Gülen örgütü tarafından dünyadaki okullar yoluyla Türk emperyalizminin ideolojisine çevrilen Said-i Kürdî’ye devlet bir mezar bile vermedi.

Sezgin hiç değilse Gülhane Parkı’na gömüldü. Allah gecinden versin de dileriz Dücane Cündioğlu, Abdurrahman Dilipak veya İbrahim Kalın gibi yeni allamelere vefatlarında devlet töreni düzenlenir. Çünkü insan olarak doğup Kürt olmuş, ardından Müslüman olup sonunda Türklüğe terfi etmişlerdir. Hem zaten iktidarda o fena Kemalistler yok, millî İslâmcılar var!


Selim Temo Kimdir?

27 Nisan 1972’de Batman’ın Mêrîna köyünde doğdu.2000 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Etnoloji Bölümü’nden mezun oldu. 1997’de Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü, 1998’de Halkevleri Roman Ödülü’ne değer görüldü. Yüksek lisansını (“Cemal Süreya Şiirinde Bedenin Yazınsallaşması”) ve doktorasını (“Türk Şiirinde Taşra: 1859-1959”) Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. 2009’da Mardin Artuklu Üniversitesi’nde yardımcı doçent olarak çalışmaya başladı. 2011’de, Exeter Üniversitesi’ndeki (İngiltere) Centre for Kurdish Studies’de konuk hocalık yaptı. Hrant Dink Vakfı tarafından “dünyada, geleceğe dair umudu çoğaltan kişiler”den biri sayılarak “2011’in Işıkları” arasında gösterildi. Radikal gazetesinde başladığı köşe yazarlığına (Kasım 2013-Kasım 2014), Ocak 2017’den beridir Gazete Duvar’da devam ediyor. Dört Türkçe iki Kürtçe şiir kitabı, bir romanı, iki antolojisi, 12 çocuk kitabı, yedi roman-öykü çevirisi, iki şiir kitabı çevirisi, bir çevrimyazısı, bir gazete yazıları ve iki edebiyat kuramı kitabı yayımlandı. 6 Ocak 2017’deki 679 sayılı KHK ile üniversiteden ihraç edildi. Amed’de yaşıyor.