YAZARLAR

Erdemini yitiren toplum yönetilebilir mi?

Ülkenin önemli bir kısmında ahlak ve erdem çökmeye başladı çoktan. Ve hızla yayılıyor. Kötülük bulaşıcıdır çünkü. Ahlakı, ilkeleri ve değerleri gelişmiş dünyanın aksi yönünde- bu derece hızlı çöken bir toplumun da bir yerden sonra yönetilmesi mümkün olmayacaktır.

Kısa bir aradan sonra yeniden birlikteyiz.

Dönüşümüz muhteşem olsun isterdim, isterdik. Şuraya afili zaferli kelimeler kazıyalım…

İnsan hakları kazandı, demokrasi kazandı diyelim…

Biliyorum çoğumuzun inancı yitti, umudu tükenir oldu, çok yorgunuz, parmağımızı oynatacak halimiz yok.

İki haftadır çokça konuşuldu, anlamaya, analiz etmeye çalıştı herkes; niçin böyle oldu, nasıl oldu, ihtimaller, çıkarımlar, detaylar…

Fakat bu öncekilere pek benzemiyor. Daha suskunuz bu kez. Sanki daha ciddi… Özdemir Asaf’ın dizelerini hatırlatır gibi:

“Ağlamak büyür adı değişir susmak olur

Konuşmak büyür adı değişir susmak olur” der gibi.

'Niye'sine, 'nasıl'ına ilişkin buraya ben de yazabilirim bir şeyler; fakat inanın hiç içimden gelmiyor, istemiyorum. Tekrara düşmek gibi geliyor, zaten çoktan ve de defalarca söylendi gibi geliyor.

Yalnız bu katiyen küstüğümüz, pes ettiğimiz, yıldığımız anlamına gelmesin. Bu zaten mümkün değil. Çünkü hep söylüyoruz; mücadele bir karakter biçimidir, isteseniz de bırakamazsınız. Biz yine attığımız her adımda hakkı savunacak, adaleti arayacağız. Son nefesimize kadar zulme ve baskıya direnecek, zorbalığa geçit vermeyeceğiz.

Ve nihayetinde biz kazanacağız. Özgürlük, eşitlik ve adalet kazanacak.

Bunu umut vermek, teselli etmek için söylemiyorum; tarihe, bilime, felsefeye dayanarak söylüyorum. Çünkü insan doğası gelişmeye mahkum. Gelişirken de bu tarz engebelere rastlaması mümkün. Aşılır, aşacağız.

Evet, bir sabah uyandık ve baktık ki yeni anayasa yürürlüğe girmiş. Biz hukukçular da dahil kimse o yasayla neler yapılacağını bilmiyor. Çünkü şunu öğrendik, daha doğrusu zorla öğrettiler: Yasalar bu ülkede yalnızca var olması gerektiği için var. Zaten ülkenin yarısının hayatına zorla giren bu anayasada öyle bir madde var ki, cumhurbaşkanı istediği her yasayı çıkarabilir. Bu sebeple zamanında bu anayasa taslağını “Daimi OHAL anayasası” olarak nitelemiştim. Şimdi bu yasayla baş başa kaldık. Hayatımıza zorla giren bu yasaya dahi uyulmadığı için muhalefet etmek durumunda kalacağımız günler bizi bekliyor korkarım.

Ülkede hak ihlalleri seçim dinlemiyor tabi. Seçim ertesi şu kısacık zamanda dahi bir sürü şey oldu. Ülkenin kurucu partisinin il başkanlarını şehit cenazelerine almayacağız diye tutturdu birileri, CHP’nin çelenkleri parçalandı barbarlarca. Küçük Eylül’ü ve Leyla’yı barbarca katlettiler. Kahrolduğumuz yetmezmiş gibi, idam diye tutturdular; evdeki bulgurdan olup duruyoruz. CHP önceki dönem milletvekili ve parti meclisi üyesi Eren Erdem’i tutukladılar. ODTÜ’lü gençleri, bir gelenek olan açtıkları pankarttan dolayı aldılar…

Hatırlayın, eskiden bunlardan biri olsa günlerce yankı uyandırır, toplumu ayağa kaldırırdı. Şimdi nefes aldırmıyorlar.

Tüm bu ihlallerden daha vahim olan bir şey var: Sanki başka bir ülkede yaşıyormuşuz gibi bir his var hepimizde. Sanki evimizin olduğu sokağa her an silahlı bir sürü adam girebilirmiş ya da arkadaşımızla yolda yürürken polisin biri bizi karakola davet edecekmiş gibi…

Bu hastalıklı bir durum ve kesinlikle bizden kaynaklı bir paranoya değil. Bana sorarsanız böyle hissedenler olarak milyonlarca lira manevi tazminat talep etme hakkımız var. Siyasetin ülke vatandaşlarına bu şekilde hissettirmeye asla hakkı yok.

İnsanlar birbirinden kesin çizgilerle ayrıldı. Kutuplaşma yani... Sırf muhalifler idam istemiyor diye idam isteyenler var örneğin. Sırf taraf olmak için neyi niçin istediğini bilmeyen, düşünmeyi ve vicdanı bir kenara koymuş insanlar türedi. Doğal olarak bu insanlar çok kolay kötülük yapabilir durumdalar. Kötülük sıradanlaştı. Seçim akşamı silahlarla yapılan kutlamaların bu psikolojiyle doğrudan ilgisi var mesela. Yahut adaylık çalışmalarım sırasında yaşadığım bir şey beni çok etkilemişti: Bir köyde evin bahçesinde kadınlar sohbet ediyor bir yandan bir şeyler hazırlayıp pişiriyordu. Görünce sohbet etmek istedim ve içtenlikle bahçe kapısından selam verip muhabbete izin istedim. Hepsi şeytan görmüş gibi git, gelme cinsinden hareketler yaptı. Aslında düpedüz kovdular. O gün şunu düşündüm: Bizim o kadim “Tanrı misafiri” kültürümüz bile kutuplaşmaya kurban gitmiş. Bir su verip hatır sormaya tahammülü kalmamış insanların. Can yakıcı…

Önceki gün bir profesör hocamızla muhabbet sırasında, hoca “Toplum temel ilkelerini yitirdi, tüm ahlaki değerler akıl dışı şekilde yer değiştirdi” dedi. Ne zamandır düşündüğüm şey… Ahlaki değerlerimiz, tüm inandığımız saygıdeğer ilkeler temelinden çöktü. Cehaletin kutsanması, aydınların terörist ilan edilmesi gibi... Dehşet uyandırıcı.

Hannah Arendt’ten daha evvel bahsetmiştim, dünyada sağ popülizm yükseldiğinden beri bu kadın fazlaca okunmaya başladı zaten; zira dünyanın bu yöndeki gidişatının analizini çok iyi yapmış zamanında. Totaliter rejimlerde “kötülüğün sıradanlığı” üzerine yoğunlaşmış, buna ilişkin kitaplar yazmıştı. Arendt’in dayandığı düşünce ülkedeki mevcut durumu oldukça iyi özetliyor aslında. Şu pasaja bakalım:

“Arendt’e göre, totalitarizmin amacı insanlar üzerinde baskıcı bir yönetim oluşturmak değil içerisinde insanların önemsiz, gereksiz olduğu bir sistem tesis etmektir. Bütünlükçü bu sistemin ve dolayısıyla da tek vücut iktidarın inşası ve idamesi ancak “kendiliğindenliğin” en küçük bir emaresinin dahi olmadığı, şartlı tepkiler ve kuklaların dünyasında mümkündür. Çünkü “insanlar ancak hayvan türünden insan örneği haline geldikleri zaman bütünüyle tahakküm altına alınabilirler” (Arendt 2014: 277). Bundan dolayı totalitarizm ilk etapta insandaki tüzel kişiliği ve devamında ise ahlâki kişiliği yani bir anlamda da vicdanı hedefler.”

Diğer bir deyişle, siyaset ahlakı ve vicdanı ele geçirdi, bilinçleri bloke etti ve insanları uzaktan kumanda ediyor. Tam “korku filmi gibi” diye düşünecek oluyorum, her defasında aklıma ünlü düşünür ve avukat Cicero’nun o güzel sözleri geliyor: “Unutmayın ki imparatorluklar diktikleri çarmıhlarda ancak adaleti sağlayabilirler. Ahlak ve erdem çöktüğünde devleti yönetemezsiniz.”

Ülkenin önemli bir kısmında ahlak ve erdem çökmeye başladı çoktan. Ve hızla yayılıyor. Kötülük bulaşıcıdır çünkü. Ahlakı, ilkeleri ve değerleri gelişmiş dünyanın aksi yönünde- bu derece hızlı çöken bir toplumun da bir yerden sonra yönetilmesi mümkün olmayacaktır.

Biz hep demokratik yollarla değişsin bir şeyler istedik. Olması gerektiği gibi. Lakin tablo öyle kötü duruyor ki, insanın aklına başka şeyler geliyor. Umarım korktuklarımız başımıza gelmez. Umarım bir gün ülkece huzura kavuştuğumuz günleri görebiliriz.


Tuba Torun Kimdir?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri avukatı ve Kadın Adayları Destekleme Derneği yönetim kurulu üyesidir. ‘Bayan Değil Kadın’ programını hazırlayıp sunmaktadır. Aktif olarak siyasi faaliyetlerine devam etmektedir.