YAZARLAR

‘Yüzü’ buzlanmış, üst arayan akademi...

O üst arama fotoğrafı, Türkiye üniversitelerinin ta kendisidir. Kusursuz bir YÖK üniversitesi betimlemesidir.

Geçen hafta bir haber ve fotoğraf dolaştı ortalıkta. Ege Üniversitesi’nde, mezuniyet töreni öncesinde, salona alınan öğrencilerin ‘içeride herhangi bir protesto eyleminde bulunmamaları (!)’ için, üstleri aranmış. Sevgili hoca ve arkadaşlarımızın ahlaksızca ihraç edildiği Ege Ünivesitesi’nde.

Aramayı yapan, kapıda konuşlandırılmış asistanlar. Dikmişler gencecik insanları kapının önüne, öğrencilerin kollarını açtırıp üstlerini aratıyorlar...

Daha önce çok yazdım üniversitelerimizin hali üzerine. Bizler, artık orada olmadığımız için değil. Bizler orada olduğumuzda da, durum çok farklı olmadığı için, yazdım. Türkiye’de üniversite olmadığını, çünkü özerklik ve düşünce özgürlüğü olmayan bir yerde üniversite olamayacağını, buna mukabil yalnızca bir iki nitelikli ‘kalıntı’ bulunduğunu ve şu anda o kalıntıların da tüketilmeye çalışıldığını anlatmaya çalışıyorum dilim döndüğünce.

Azınlıkta olan aklı başında akademisyenin, derin bir mutsuzluk içinde dişiyle tırnağıyla düzgün iş yapmaya çalıştığı, buna mukabil asıl olarak ‘vasatın’ ve ‘adinin’ hakimiyetindeki o çukuru tasvir etmeye çabalıyorum, elimden geldiğince.

Hâl böyleyken muhterem okuyucu; o üst arama fotoğrafı, Türkiye üniversitelerinin ta kendisidir. Kusursuz bir YÖK üniversitesi betimlemesidir. Üstünü aratan, üst arayan ve kepazeliği seyreden... Siparişle yapılamayacak, eşi bulunmaz bir tablo. Oradaki tek talihsizlik ise üst araması yaptırılan asistanların durumu! Demek ki o genç arkadaşlarımız ‘Hayır’ deme ve bunun bedelini ödeme cesaretini gösterememiş. Bir akademisyen eskisi olarak hiç kızamıyorum. Bunu belki büyük bir üzüntüyle, mahcubiyetle ve mecburiyetten; belki de zaten öyle insanlar olduklarından yaptılar. Bilemeyiz, ikisi de ihtimaldir. Ne denli anlaşılabilir, ne yazık ve ne vahim...

Eski hocalarımız, ‘Asistanlık akademinin fidanlığıdır,’ derdi. Tabii, özerk üniversitenin ‘asistanlık’ kurumundan söz ediyorum. YÖK’ün ‘araştırma görevliliğinden’ değil. Özellikle Mülkiye gibi geleneksel kurumlarda, asistan, bir gün kürsünün, kürsü derslerinin emanet edileceği çıraktır, meslektaştır. Akademinin en değerlisidir. Ancak bu yazıda, asistanlığı, geleneksel ilişkileri ve asistanlara reva görülen eziyeti anlatacak değilim. Şimdi derdim o fotoğraf. Ve o fotoğrafa gösterilen tepkiler. Her zaman olduğu gibi, kısmen riyakâr, yalancı eleştiriler.

İdari özerkliği ve akademik özgürlüğü olmayan bir üniversite yapısının geldiği noktanın, asistanlığın düşürüldüğü yerin, her şeyin ama her şeyin olağanlaşabileceğinin, hikâyesi...

Türkiye’de, YÖK üniversitesine ve çalışanlarına lüzumsuz bir iltifat vardı. Neyse ki, macerasını aylar önce Gazete Duvar’da anlattığım, “1/5 nispetinde şöhretli akademisyenlerin” TV ekranlarını işgal etmesi, söz konusu yanılgıyı ortadan kaldırdı. Bu sayede hiç olmazsa TV seyircisi, YÖK üniversite düzeninin nasıl bir bostan yarattığını ve o bostanın mahsulünü yakından tanıma imkânı buldu.

Hani sık aralıklarla ve bilgiççe, ‘Ya kardeşim bizim millet cahil, bulgura kömüre oy veriyor,’ denir ya... İşte TV’ler sayesinde, çıkarı için yapmayacağı, söylemeyeceği hiç bir şey olmayan, göze girmek için türlü soytarılıktan imtina etmeyen niteliksiz akademik vasatın nadide sergisini görmüş oluyorsunuz. Sağolsun dalkavuk medya!

YÖK üniversitesinin ortalaması, o adamlardır. Üniversiteleri o adamlar yönetir. O adamlar, tüm çalışanların kaderi üzerinde söz sahibidir. O adamlar, jürilere girip meslektaşlarını yükseltir ya da durdurur. O adamlar, atamaları yapar. O adamlar, asistan alır. O adamlar, asistana ve diğerlerine çile çektirir. O adamlar, kendi işini kendi altındakine yaptırır, meslektaşını sömürür. O adamlar, kâğıt okutur. O adamlar, on dersinden ikisine girer. O adamlar, kimlikleri nedeniyle çalışanı ve öğrenciyi taciz eder.

O adamlar, adam gibi danışmanlık yapmaz, tezleri okumaz. O adamlar, asistanına çantasını taşıtıp faturasını yatırtır. O adamlar, dekanları, rektörleri ve YÖK üyeleri karşısında nasıl takla atacağını bilemez.

O adamlar, yüzlerce meslektaşını atmış ahlaksız üniversite yönetimlerinin yanında, abdesthane ibriği gibi, arsızca, utanmazca hizalanır sırıtan yüzleriyle, mezuniyet törenlerinde, toplantılarda, konferanslarda.

Onlar, Türkiye akademisinin ortalamasıdır. YÖK üniversitesi denilenin, hak ettiğidir. YÖK düzeninin arayıp bulduğudur.

Dolayısıyla sevgili okuyucu, o üst arayan asistanlara siz de kızmayın. O genç insanlar, fotoğrafın oyuncusu, müsebbibi değil. Sebep olan, onun dışındaki herkes ve her şey. Türkiye’nin, Türkiye üniversitesinin hak ettiği, herkes ve her şey.

O rektör, o aramayı; bir dekana, bir profesöre de yaptırabilirdi, hiç kuşkunuz olmasın. Görev bilinciyle yaparlardı bunu. Ve hiç utanmazlardı.

Kuşkunuz olmasın. Evet, bunu yapacak bir dekan, hevesli bir profesör bulunurdu ve üst ararken akıllarında, kartuş ve A4 kâğıt tomarları, yeni kadrolar, başvurulan projeler, arabanın üçüncü taksiti olurdu. Kuşkunuz olmasın...

O fotoğraf, Türkiye üniversitelerinin ortalamasını anlatan, şahane bir tablodur...


Murat Sevinç Kimdir?

İstanbul'da doğdu. 1988'de Mülkiye'ye girdi. 1995 yılında aynı kurumda Siyaset Bilimi yüksek lisansına başladı ve 1995 Aralık ayında Anayasa Kürsüsü asistanı oldu. Anayasa hukuku ve tarihi konusunda makaleler ve bir iki kitap yayınladı. Radikal İki ve Diken'de çok sayıda yazı kaleme aldı. 7 Şubat 2017 gecesi yüzlerce meslektaşıyla birlikte OHAL KHK'si ile Anayasa ve hukukun bilinen ilkelerine aykırı bir biçimde kamu görevinden atıldı.