YAZARLAR

Yazar onur için değilse ne için yazar?

Kimi kadınlar, kız çocuklarını kullanarak masum erkeklere iftira atıyorlarmış. Neymiş efendim taciz ve tecavüz bir arada aynı şeymiş gibi cinsel istismar adı altında kullanılıyormuş. Bu büyük bir hataymış zira taciz gibi algılanan yapanın muradı başka olan “hafif bir dokunma” da olabilirmiş. Hay dilini eşek arısı soksun.

Çarpıcı ifadelerle adından söz ettiren yazarların kitapları, yazıları çok okunur malum. Bir bakıma yazarlık denilen şey sadece yazma eylemini ifade etmez. Yazdıklarının yayınlanması da insanı yazar yapmaya yetmez. Yazdığınızda değil yazdıklarınız okunduğunda yazar olursunuz. Ve bu açıdan bakıldığında şaşılası değil akılda kalıcı olmak adına aykırı sözlerle tanınmak. Peki ya o aykırı sözler, insan onuruna saldırı niteliğindeyse veya onur kırıcı suçları hastalık ya da masum eylem gibi görüp gösteriyorsa?

Cinsel suçlar, onur kırıcı saldırılar. Saldırgan, karşısındakinin bedenine hükmetme gücüne sahip olduğunu ispat için işler o suçu. Suç işlediğini kabul etmez ama. Hükmetme hakkı olduğunu düşünür. Bir kadına, bir kız ya da oğlan çocuğuna, dört ayaklı bir cana ve fırsatını bulur, denk getirirse bir hem cinsine, yetişkin bir erkeğe de yöneltir saldırısını. İktidar suç değil ya hani. Herkes karşısındaki üzerinde iktidar kurma yarışında ya hani. Taciz, tecavüz failleri de kendi iktidarlarını aynı adla anılan cinsel güç yoluyla kurmayı seçenler. Sapık ya da hasta değil. Cinsel saldırıdan sonra öldürenler de karşısındaki canlının bedenine olduğu gibi hayatına da hükmetmeyi deneyenler. Bir nevi tanrı kompleksiyle, yaratarak değilse de yaşamı yöneterek ve son vererek.

Cinsel saldırı kurbanlarının onurlarının çiğnenmesi, bedenlerinin örselenmesi, özgüveninin kırılması zorlaştırır bu şiddet türüyle mücadeleyi. Çoğunluk konuşamaz hele çocuksa. Yetişkinler de pek azı hariç konuşabilecek duruma geldiklerinde zaman geçmiş, şikayet hakkını kaybetmiş olur. Cinsel suçla mücadelede ilk ve en gerekli şart bu neden zaman aşımının kaldırılması. Bir de taciz ve tecavüzün insan onuruna indirdiği darbenin anlaşılması gerekli. Ve ancak sanatla, tiyatro, sinema ve edebiyatla ulaşılabilecek bir empati becerisi sağlar bunu. Dolayısıyla yazarın, cinsel suçlar hakkında yazacağı zaman insan onurunu öncelemesi beklenir. Bence beklenmelidir ama hayat öyle değil. Saldırgan tarafından bakıp yazan saldırganın yanında duran çok. Hadi bu da bir yöntem olsun diyelim bari eylemi suç olarak tanımlamaktan kaçınmayın, bu kadarını beklemeye hakkımız var. Her yazar insan onuruna bu kadarını borçlu.

YAZAR HASTA DESE DE 'O' SUÇLU!

Bazıları sussa hayat biraz daha kolaylaşacak. Örneğin Ahmet Ümit “cinsel ilişkiden korkan erkekler çocuk tacizcisi oluyor” demeseydi keşke. Taciz, tecavüz cinsellik değil, suç… Ama çok satan, çok okunan ünlü polisiye yazarı, çocuk istismarı uzmanı kesilmiş. “Adam hasta” diyor. Bu cümlelerle tanıtılan yeni kitabında çocuk istismarının nasıl işlendiğini düşünmek bile ürkütücü. Gerçi roman belki söyleşiden daha doğru yaklaşmış olabilir konuya. Bu da bir ihtimal. Bir ihtimal çünkü okunurluğu arttırmak için sansasyonel cümlelerle tanıtım sık rastlanan durumlardan. Şimdi el mahkum okuyup görmek isteyeceğim cinsel istismarın romanda ele alınış biçimini. Şüphesiz başkaları da… Fakat henüz okumadığım bu romanda çocuk istismarı gibi ağır bir konu gerçekten tam da olması gerektiği gibi doğru yerden yaklaşılarak okura sunulmuş olsa bile tanıtım söyleşisi kadar etkili olmayacak. Zira söyleşi televizyon programıydı. Okumak değil izlemek yaygın davranış ve bu söyleşide seçilen kelimeler, toplumdaki yanlış yargıları pekiştirdi. Söyleşi Perşembe yayınlandı ve Cuma (bugün belki bu yazı biterken) kimyasal hadım düzenlemesini de içereceği tahmin edilen son KHK yayınlanacak. İktidar, tıbbi tedavi adıyla sunulan eski yönetmelik iptal edildiği için yeni bir düzenleme yaparken nasıl tanımladı, henüz bilmesek de yazar, “adam hasta” dedi. Ayıkla pirincin taşını.

SUSSA KEŞKE DEDİRTEN BİR BAŞKA YAZAR

Kadın yazar, kadın ressam, kadın mimar, kadın danışman… Sıkça kullanılan sözler. Sıkça yapılan yanlışlar. Kimileri böylesi yaygın hatalara yanılıp galat-ı meşru (doğru hata) dese de aslı galat-ı meşhur yani yaygın hata. Böyle kullanımlar yanlış çünkü cinsiyet ayrımcılığı yapılmış oluyor. Uzmanlık alanı veya görev ünvanı önüne cinsiyet tanımlaması getirilince yapılan iş kesinlikle cinsiyet ayrımcılığı. Hele bir de adet olduğu üzere başörtülü kadın yazar tanımlamasıyla söylenen, yapılan ve yaşatılan ayrımcılığın çifte kavrulmuşu.

Bu girizgahtan anlaşıldığı gibi “sussa keşke” dedirten diğer yazarımız bir kadın. Ve bu kadın aynı zamanda başörtülü ama kadın olmasının da başörtülü olmasının da hiç önemi yok. Yazarımız son günlerin modasına uyarak Cumhurbaşkanına mektup yayınlamış. Bunun ne önemi var derseniz gerçekten bunun da hiçbir önemi yok. Önemli olan yanı bu uzun ve kadın haklarını dinamitleyen erkek savunusunda, cinsel istismarın hafifsenmesi. ( http://www.cocukaile.net/cumhurbaskanina-acik-mektup/ ) İstismar iddialarını iftira olarak nitelemesi önemli olan.

Kimi kadınlar, kız çocuklarını kullanarak masum erkeklere iftira atıyorlarmış. Neymiş efendim taciz ve tecavüz bir arada aynı şeymiş gibi cinsel istismar adı altında kullanılıyormuş. Bu büyük bir hataymış zira taciz gibi algılanan yapanın muradı başka olan “hafif bir dokunma” da olabilirmiş. Hay dilini eşek arısı soksun. Cinsel suçları bu kadar basitleştirip hafifsemek ancak tacizcilerin savunmalarında duyulur. Ve bahsettiği yetişkin kadınlara yönelik cinsel suçlar değil. Çocuklara yönelik cinsel saldırılardan söz ediyor. Çocukları ve annelerini, taciz iftirasıyla saygın erkekleri ailelerinden koparmakla, hapse düşürmekle suçluyor. Kanunun değişmesini istiyor. Yazık, çok yazık çocuk tacize uğramışsa ispat etmeliymiş.  İspat edemiyorsa iftiracıymış. Bu akla göre cinsel saldırıda ölmeyip hayatta kalan suçlu.

Çıkacak son KHK sadece OHAL şartlarını fiilen sürdürme ihtimaliyle değil aynı zamanda bu yazarın açık mektubunda dile getirip adına adalet dediği taleplere yer verme ihtimaliyle de ürkütüyor. Zira bu ve benzeri yazılarında kadın karşıtlığıyla meşhur yazarımız Sema Maraşlı aynı zamanda AKP çevrelerinde pek makbul kişilerden.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.