YAZARLAR

Ciao Neymar! Allez Les Francophone*

Son Avrupa Futbol Şampiyonu Portekiz'i eleyen Uruguay, Cavani'siz çıktığı maçta Fransa karşısında zorlandı. En önemli güçleri olan yan toplar bu sefer yenilgilerinin gerekçesi oldu. Muslera'nın yaptığı hata ise akıl almazdı. Turnuvanın favorisi Brezilya ise yıllardır birlikte olan Belçika takımının uyumlu oyunu ve teknik direktör Roberto Martinez'in taktik dehasına yenik düştü. Günün kazananları iki frankofon takım yarı finalde birbirleriyle eşleşti.

Son 16 maçlarını Moskova'da tamamladıktan sonra 4 kişilik odada tek başıma kaldığım yataklı trenle geldiğim Rusya İmparatorluğu'nun başkenti Sankt Petersburg'da son iki gündür yağmur yağıyordu. Fransa-Uruguay maçının saati yaklaştıkça bulutların dağılacağına dair ümitlerim vardı bulunduğum binanın 15'inci katından dışarı baktığımda. Vakit dardı, toplu taşımayla St. Petersburg'daki taraftar alanına gitmek 45-50 dakikayı buluyordu. En iyisi aplikasyon aracılığıyla çağıracağım taksiye atlayıp alana gitmekti.

YOLLAR DÜNYA KUPASI VAR DİYE YAPILDI!

Taksi şoförü, yaşı bana yakın biriydi. Biraz İngilizce biliyordu. Yağmur çiselemeye başlamıştı. Sankt Petersburg'dan bir hafta önce fotoğraflar paylaşan arkadaşım mayosunu giymiş, nehre, denize girmişti. Ben geldim diye yağmur yağıyor gibiydi! Moskova'yı bıraktığımda da yağmur yağıyordu. En serti de Fransa-Arjantin maçı günü yağmıştı. Şimdi yine bir Fransa maçı vardı ve yağmur yine yağıyordu. Şoför Aleksandr'ın söylediğine göre yağmur yağması çok normaldi Sankt Petersburg'da bütün bu anlattıklarıma karşın. Yollardaki ufak tefek çukurların olmasından dolayı araç sallanmaya, bizi savurmaya başlayınca dili çözülmeye başlıyordu: "Bak mesela bu da normal. Dünya Kupası geldi diye biraz güzelleştirdiler ama hâlâ yollar bozuk. Dünya Kupası hem iyi hem de kötü. Hızlıca hemen yol yapmaya başladılar kupadan önce ama bak! Tak tak tak tak..." Hangi şehre gitsem herkesin söylediği şeyi St. Petersburg'daki sıradan bir insan da aynı şeyi söylüyordu. Dünya Kupası'nın şehre gelmesi, şehrin güzelleşmesi demekti. Aklımı kurcalayan soru ise bir şehri güzelleştirmek için illa ki o şehre Dünya Kupası'nın gelmesi mi gerekliydi? Kupa olmasa o şehirde yaşayanların güzel bir şehirde yaşama hakkı yok muydu?

RUSYA HIRVATİSTAN'I SATIN ALACAK

Aleksandr'a, Rusya'nın kupa performansını nasıl bulduğunu sordum, "Normal değil!" dedi. "Hırvatistan maçını da kazanacak mısınız?" dedim. "Evet çünkü Sberbank..." der demez şaşkınlıkla lafını kestim! Perşembe günü Rusya'daki ekonomik gelişmeleri yakında takip eden Rus arkadaşım benimle bir haber linki paylaşmıştı. Haberde, Rusya'daki Devlet Bankaları Sberbank ve VTB, büyük bir borç batağında olan Hırvatistan'ın en büyük yiyecek içecek şirketi Agrokor'un yüzde 50'ye yakınını almak için anlaşma sağlamıştı. Bu haberi duyduğumu söylediğimde, "Sberbank tam bir canavar. Bu satın alımdan sonra Rusya turu geçecek bence. Çünkü normal değil buralara gelmek, normal değil" diyordu. Gerçekten şaşkınlıkla dinledim yorumlarını.

.

St. Petersburglularla, Moskovalılar'ın birbirlerini çekememesi, birbirlerini kötülemesi hakkında konuşurken yağmur fena halde bastırmıştı. Biraz daha yolumuz vardı neyse ki, o sert yağmura sokakta yürürken yakalanmamıştım. Aleksandr ile sohbetimizin sonuna geldik ve yağmurun dindiği anda taraftar alanına doğru yürümek için indim taksiden. Şehrin tam merkezine, en turistik yerine ve en tarihi yerine kurulmuştu taraftar alanı. Bir yanında Ermitaj Müzesi diğer yanda da Kurtarıcı Kilisesi vardı. Moskova'nınkine göre daha küçük ve sevimliydi ama biraz da dağınıktı, mecburen.

YA URUGUAY, YA SAKALLARIM!

İlk maçı izlemek için vardığımda yine ve dünyanın en gereksiz zorlamasıyla alanda desibel rekoru kırma yarışması düzenleniyordu. İnsanları durduk yere bağırtıp rekor kırdırtmaya çalışmaktan daha güzel bir etkinlik yapılabilmeliydi. Sahnedeki sunucuların izleyiciyle karşılıklı yapabildiği tek etkinlik bu olmamalıydı. Neyse ki maç ekranına geçildi. Alandaki insanların çoğu turistti ya da cuma günü işe gitmemiş olanlardı. Güney Amerikalılar ile Orta Doğulular çoğunluktaydı. Perulu, Brezilyalı, Kolombiyalı hatta Arjantinli bile vardı, hem de Patagonya'dan, Dünya'nın bir ucundan diğer ucuna gelen ama Uruguaylı, yoktu! Bir baba oğula rastlayabildim en sonunda ve maçı benim de desteklediğim Uruguay'ın taraftarlarıyla izlemeye koyuldum. Uruguay'ı desteklememin bir başka gerekçesi de vardı! Kupaya, kendi çapımda biraz daha heyecan katmak istemiştim ve eğer Uruguay elenirse sakalları keseceğimi ilan etmiştim!

NE YAPTIN MUSLERA!

Vamos Uruguay diyerek başladık maça. Kolay bir maç olmayacağı belliydi. Fransa'yı fazla yaklaştırmıyordu kalesine aslında Uruguay ve rakip kaleye de Cavani olmamasına karşın şutlarını gönderebiliyordu. Fransa'nın golü gelene kadar, Fransa'nın kaleyi bulan şutunun olmaması Uruguay'ın defansif başarısının bir göstergesiydi. Akan oyunda ceza sahasına gönderilen yüksek topların çoğunu savunma karşılıyordu. Fakat zaman zaman bazı yan toplarda Muslera da savunma da boşa çıkıyordu. Es kaza o yan toplar birilerine değse gol olacaktı. Devre biterken ve Griezmann'ın, “Ne yapsak da bunlara gol atsak” dercesine iki elinin arasına alarak uzun süre kaşıdığı görüntü gözüme takıldı. Sanki bir şeyler olacaktı bu pozisyonda. Griezmann ya topla konuşmuştu ya da topu gönderdiği yerdeki stoper Raphael Varane ile. Uruguay kendi silahıyla, Fransa'dan yediği gol ile 1-0 geri düşmüştü. Birkaç sezondur yan toplarda zaafı olan Fernando Muslera da bu pozisyonda zaafını ortaya koymuştu. Maçı birlikte izlediğim Uruguaylı baba oğuldan oğul çok da fazla maça konsantre olmamış gibiydi, baba ise yıkılmıştı. “Gol yersek çıkaramayız biz bunu” ruh halindeydi, Cavani de yoktu! Devre biterken Caceres'in kafa vuruşunu Lloris harika çıkarmış, Godin ise dönen topu rakip kaleye, kale ağzından ağlarla buluşturamamıştı. Sol ayak bileğini biraz daha döndürebilseydi Godin, ilk yarı 1-1 bitebilirdi.

Yanağıma boyalarla çizdirdiğim Uruguay bayrağı nedeniyle herkes de beni Uruguay'dan gelmiş sanmaya başlamıştı! Dünya Kupası'nın ruhundandı bu. Herkes kendini, ülkesinin bayrağı ya da formasıyla temsil ediyordu. Ben ise tuttuğum takımlarla... Maç sırasında zaman zaman yağmur da çiselediği için üzerimde Spartak Moskova yağmurluğum vardı. Moskova'dayken problem olmuyordu da, St. Petersburg'daydım. Bir Rus yaklaşıp, “Bu benim de takımım ama burası Petersburg, burada bunla gezme bence sıkıntı olabilir. Galatasaray, Fenerbahçe gibi bu iki takım...” dedi. Dünya Kupası'nda bir sıkıntı olmazdı. Turist olduğumu daha fazla belli edemezdim.

URUGUAY'A DA SAKALLARA DA ADİOS!

İkinci yarı başladığında, elinde pek fazla seçeneği olmayan Oscar Tabarez'in hamleleri merakla bekleniyordu. Arjantinli biri yanıma yaklaşıp “Carlos Sanchez neden yok!?” diye sormuştu. Üzerindeki River Plate forması, Sanchez'i sormasının esas nedeniydi. Genelde ikinci yarılarda tercih ettiğini söyledim Tabarez'in, beklediğim oyuncu değişikliklerinden biriydi yine. Ancak 59. dakikada geldi iki değişiklik Tabarez'den. Bir hareketlenme getirirdi Maxi Gomez ve Cristian Rodriguez ama Griezmann'ın, “Bir deneyelim bakalım ne olacak acaba” diyerek vurduğu şutu Muslera durduramadı. Anlık bir körleşme yaşadı ya da deja vu! 5 yıl önce Cesc Fabregas'tan yediği golü yemişti Muslera ve Tabarez'in yaptığı değişiklik ile yaratmak istediği hareketlenmenin daha başlamadan bitmesini sağlamıştı. Yıkım, yıkım üstüne gelmişti. Turnuva boyunca kusursuz oynayan ve en güvenilir yanı olan Uruguay savunması, Fransa karşısında teslim olmuş ve 1 saatin sonunda mental olarak da bitmişti. Alandaki Fransızlar ve Fransa taraftarlarının “Allez Les Bleus” tezahüratlarının desibeli yükselirken maç sonlandı ve Fransa, Uruguay'ı eve gönderirken arkasından “Au revoir” diyordu, bense sakallara “Adios”! Yıkımım 2 katına çıkmıştı.

.

BREZİLYA'YI YIKAN MARTİNEZ!

Günün ikinci maçı öncesinde şehir merkezinin taraftar alanına yakın bölgesinde, St. Petersburg'un içinden geçen kanalların etrafında gezinerek vaktimi geçirdim. Maç saati de yaklaşırken taraftar alanına doğru yürüyen insanların sayısı da artıyordu. İlk maç öncesi sıra olmadan içeri girebildiğim alana bu sefer giriş için uzun bir sıra vardı. Maçın hemen başında alana girdim. Brezilyalıların sesi biraz daha artıyordu bu saatte sabahki kadar sayıya sahip olsalar da.

Roberto Martinez, Japonya ve Tunus maçlarından derslerini çıkarmıştı. Brezilya'nın da güçlü orta sahasına karşı, kendi orta sahasının yapısını değiştirmişti. Japonya maçını çeviren ikili Fellaini ve Chadli ilk 11'deydi ve Brezilya'ya karşı direnç göstermeye hazırdı. Belçika'nın golü gelene kadar şansıyla birlikte gol yemediği açıkça ortadaydı. Biraz 'Çanakkale geçilmez' oyunu sergilediler ve Brezilya'nın ataklarında kendi ceza sahalarında kendilerini yerlere atarak dış şutları engellediler. Bir panik havası var gibiydi. Yersek biteriz özgüvensizliği seziliyordu. Altıpas içinde yaşanan kargaşa sayısı maçta sanki daha ilk 10 dakika değil de son 10 dakika oynanıyormuş hissi vermişti. Ancak bu hengameden Brezilya'ya gol çıkmadı. Belçika'nın kullandığı köşe vuruşunda Brezilya'nın kendi kalesine attığı gol Brezilyalılar'ın moralini hemen bozdu. Karşılarındaki takım öylesine sıradan bir takım değildi çünkü. De Bruyne, Hazard ve Lukaku'yla kurmuştu ileri üçlüyü Martinez. Kontratakların yıldızı Lukaku'ydu bu maçta. Fiziğini kullanarak ilerleyerek taşıdığı topta da Bruyne'ün Allison'u avlayarak skoru 2-0 yapmasının ardından taraftar alanını terk eden Brezilyalılar vardı. En azından maçı izlemeyi bırakmışlardı artık. Ümit yoktu onlar için. Martinez'in taktik planlarını çok iyi uygulayan Belçika maça tedirgin başlasa da toparlanmış, maçı ve skoru ele geçirmişti!

.

BÜYÜK FUTBOLCULUK DERSİ

Turnuvanın en büyük ve damga vuran oyuncusu olması beklenen Neymar'ın kendini yere atmalarının yanında üretmeye çalıştığı çözümlere arkadaşlarından yeterince destek alamaması ve Belçika'nın her seferinde rakip oyuncuların önünde duvar gibi belirmesi Brezilya'nın işini zorlaştırıyordu. Evinde kaldığım arkadaşımın, “Brezilya gol atmaya değil de penaltı kazanmaya çalışıyor. Baksana şu Neymar'a!” yorumu sambacıların çaresizliğini anlatıyordu. Belçika'da ise Eden Hazard, büyük futbolcu nasıl olunur dersi verdi 90 dakika boyunca Neymar'a. Belki de Roberto Martinez'in onu sahadan almamasının nedeni de buydu. Topu çok iyi sakladı, faul aldı, pres yaptı, oyunu tuttu, takımını taşıdı. Bir tarafta, “Ben yıldız oyuncuyum bana vuruyorlar ve sen buna faul çalmak beni korumak zorundasın” edasıyla yerden kalkmayan ve sürekli kendini yere atan Neymar, diğer yanda tam anlamıyla dimdik ayakta kalarak takımını sırtlayan Hazard.

ÇAV NEYMAR!

Maçın son dakikalarına doğru arkamda, küfürlerle sesleri yükselen Brezilyalılar'ın desteği Renato Augusto'nun golüyle artmıştı ancak maç sonunda göz yaşlarını tutmakta zorlandı bir çoğu. Turnuva boyunca kazandıklar her maçtan sonra “Campeon Voltou” , “Şampiyon Geri Dönüyor” ve Çav Bella şarkısına “Ciao Messi” uyarlaması yapan Brezilyalılar için gerçekten geri dönüyorlardı, evlerine... Ve Çav Bella şarkısını söyleme sırası diğer Latin Amerikalılar'daydı: Phillipe Couthino ve Paulinho, Çav Neymar, Çav Neymar, Çav Neymar, Çav! Çav! Çav!..

*Ortak dili Fransızca ve ortak tezahüratları “Allez Les Bleus” ve “Allez Les Belges” olmasından dolayı "Allez Les Francophone" yani "Çok Yaşa Fransızca Konuşanlar!" başlığını atmak uygun geldi.


Volkan Ağır Kimdir?

1987 İstanbul doğumlu. 2006 yılından bu yana blog yazıyor. 2008 yılında Cumhuriyet gazetesi Spor Servisi'nde muhabirliğe başladı. O günden bu yana yoğunlukla spor muhabirliği yapıyor. Serbest muhabir olarak 2014 yılında Dünya Kupası'nı Brezilya'da, 2015 yılında Copa America'yı Şili'de takip etti. 2011 yılından bu yana Açık Radyo'da her pazartesi günü 19.30'da Efektifpas isimli spor programını sunuyor. Gazete Duvar'da haftalık, zaman zaman da çeşitli yayınlara özel konularda haberler hazırlıyor. Zaman zaman da kendisine dokunan sosyal ve toplumsal olaylar hakkında da yazıları ve haberleri çeşitli medyalarda yayınlanıyor. 2016 Ekim ayından bu yana Almanya'da Köln'de yaşıyor.