YAZARLAR

İçinden seçim geçen yazı

“Neden burada olduğunu biliyor musun?” Herkesi güçsüzleştirmeye dönük bu soruya verilen ve verilmeyen yanıtlardır, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı’nın bekasını sağlayan. Tedirginliği azaltan bütün prosedürleri askıya alan bir seçim sürecinde, anayasasızlık içinde adil bir seçim beklenemezdi.

İktidar soru sorar, tedirgin edici sorular sorar. Çünkü siyasal olarak bölünmüş, yani yöneten ve yönetilen ayrımının olduğu her siyasal toplulukta güç yoğunlaşır ve güçsüzlük yaygınlaşır. Siyasal iktidarın temel dayanağıdır bu. Modern öncesi dönemde soy aktarımı ile, din ile; modern toplumda egemenlik devrine ilişkin insan yapısı sözleşmelerle meşrulaştırılan bu yaygın güçsüzlük karşılaştığı tedirgin edici sorulara cevap vermek zorundadır. Engizisyon yargıçlarının yargıladıkları kişi hakkında sahip oldukları hakikati ona itiraf ettirmeye dönük sorusunu düşünün: “Neden burada olduğunu biliyor musun?” Bir de kendimizden, Türkiye’de yargıçların yargıcı, savcıların savcısı olan siyasal iktidarın kullanabildiği tüm aygıtlar ile her gün sorduğu sorularla karşılaştıralım bunu. Verdiğimiz, veremediğimiz, vermek istemediğimiz yanıtların yükü altında ağırlaşan güçsüzlük duygusunu ancak böyle anlayabiliriz sanırım. Güçlenme, özneleşme isteğini de tabii. Yöneten ve yönetilen, ezen ve ezilenlerin olduğu toplumlarda karşı hareket her zaman vardır. Hakim sınıfların aklını başından alan bir soruyla ortaya çıkar hem de bazen.

Burjuva demokrasisi, geniş yığınların ve on dokuzuncu yüzyıldan beridir de işçi sınıfının hak mücadeleleri ile sorularını sınırlandırmış, prosedürlere dayandırmıştır. Bu prosedürler dayanağını toplumsal sınıflar arasındaki denge durumunun karmaşık tariflerini ve güvenceleri barındıran anayasalardan alır. Anayasalar iktidarın sorularına karşı verilen, verilemeyen cevapların; güçsüzleştirilmeye çalışan kitlelerin güçlerinin-haklarının dayanaklarıdır. Tabii siyasal iktidar bu prosedürler ile yönetebildiği sürece. Yönetemediği anlarda, faşizm deneylerinde ortaya çıkan sorulara muhatap kalırız, bütün prosedürleri askıya alan, cevap vermemenin bedelinin çok ağır olduğu sorulara.

SORULAR VE KARŞILIKLARI

24 Haziran dahil olmak üzere 1 Kasım seçimleri dahil olmak üzere deneyimlediğimiz seçimler bir soru ile plebisit olarak gerçekleşti. 1 Kasım’da ölümler, bombalar ve savaşlar gösterilerek istikrar sorusuna yanıt verdik, vermek zorunda kaldık ya da vermedik. 16 Nisan referandumunda sorulan soruya olağanüstü halin çılgın günleri içinde yanıt verdik. Çılgın günler bitmedi, uzun 16 Nisan’ın son seçimi 24 Haziran’da gerçekleşti. Özsaygıya karşı kibrin yarışı vardı; kibirli sorular yanıt buldu. 1 Kasım’dan beri tek soruya yanıt veriyoruz: “Neden burada olduğunu biliyor musun?” Herkesi güçsüzleştirmeye dönük bu soruya verilen ve verilmeyen yanıtlardır, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı’nın bekasını sağlayan. Tedirginliği azaltan bütün prosedürleri askıya alan bir seçim sürecinde, anayasasızlık içinde adil bir seçim beklenemezdi. İçişleri Bakanı'nın kimin nereye neden oy vermesi gerektiğini tedirgin edici sorusuyla anlattığı, mafya liderlerinin sorularıyla katkıda bulunduğu süreçte seçmenler kendilerini bu soruyla muhatap buldular.

DEMOKRATİK GELECEK

Demokratik hareketler gücü yaygınlaştırma, iktidarı dağıtma, halkın özneleşmesini sağlama yönünü belirlemiştir. Demokrasi bu nedenle bir özneleşme, güçlenme sürecidir. Türkiye’de siyasi partiler başta olmak üzere, bütün temsili kurumlar çok uzun bir süredir bu özneleşme süreçlerinin önündeki en büyük engeli oluşturuyorlar. Bunu karşılaştığımız en tedirgin edici sorulara verilen gayretli yanıtlarında defalarca gösterdiler.

Hayatları bu sorulardan etkilenen onca insan, 24 Haziran’ı içlerinde büyüyen bir heyecanla beklediler. Bu heyecan Muharrem İnce’nin mitinglerindeki neşeli kalabalıklardan, Selahattin Demirtaş’ın Twitter mitinglerindeki mizahtan gücünü aldı. Türkiye’de özgürleşme, özneleşme süreçlerinin yarattığı bir heyecan bilen bilmeyen, umutlu olan karamsar olan herkesi sardı. Bunu küçümseyecek miyiz? “Neden burada olduğumuzu onlara sormayacağımızı” milyonlarla birlikte söylemenin güçlendiriciliğini azımsayacak mıyız?

İktidarın icat ettiği, tektikçilerine sordurduğu medeni ölüm sorusuna, hayatta kalarak yanıt verdik, vermeye devam ediyoruz. Edip Cansever’in Yerçekimli Karanfil’i medeni ölümden çok daha büyük bir icattır, iktidarın demokratikleşmesi, iktidarın tekelleşmesinden daha büyük güç yaratır. 24 Haziran bir son değildi, karanfil serüvenine devam edecek.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.