YAZARLAR

Kibre karşı

Seçim kampanyalarına bakın; kibir, yıkmak istediği özsaygı ile dövüşüyor gibi. Kibir saraya, saltanata aittir. Özsaygı ise demokrasiye, eşitliğe; tabii mizah ve neşe ile.

Yıllarca sarayların tarihini okudu insanlar, kendi büyük tarihlerini anlamak için. Kimin kiminle seviştiğini, o sevişmeden doğan çocukların talihini, nasıl boğazlandıklarını, babalarını öldüren çocukları, çocuklarını katleden babaları, kardeş katliamlarını. Saraylardaki tanrı-babalar milyonlarca insana hükmettiler, uzak saraylarda yaşıyorlardı, ilginç değerleri vardı, hayret verici efsaneler yayılıyordu görkemli kapılarından. Kuruluş efsaneleri dahi kanlıydı ama yüceydi. Şimdi popülerleştiriliyor yeniden, Erdoğan’ın en son reklamında da Anka Kuşu olup canlandırılıyor. Tarihin bütün monarklarının kanlı tarihleri dizilere konu oluyor. Eşeğinin üzerine binen, evindeki tavayı tencereyi kalkan, silah yapan seçmen bu değerleri sahiplenerek pozlar veriyor.

Sarayda hakim olan duygu korkudur. Korku yayar saray. Spinoza’nın yüzyıllar önce söylediği gibi “Kalabalığı yönetmek için, hurafeden daha etkili hiçbir şey yoktur… Monarşik yönetimin en büyük sırrı ve tüm çıkarı, insanları aldatmakta ve onları dizginlemesi gereken korkuya din maskesi takmakta yatar.” Din deyince akan sular duruyor. Bütün o din dışı hikayelerin sahibi, dinin de egemeni tanrı gücünün gölgesindeki hükümdar dinin de efendisi oluyor. “Bir lokma bir hırka”nın dini, saray görkeminin gölgesinde, imam hatiplere mahkum edilip işsizlik ile terbiye edilen gençlerin dualarıyla büyüyor. Kanaat önderi tarikat şeyhleri, cemaat önderleri milyonlara sarayın görkeminin dini nasıl koruduğunu anlatıyorlar. Saray bürokrasisinin efsanevi ilişkileri halkın ağzı ve kulakları arasında hızla yayılırken hükümdarın kendini kimseyle yan yana getirmeyen kibri, onu erişilmez kılıyor. Saray, hakkını alan yurttaşın yerine ulufesini isteyen memurlara, bahşettikleri ile geçinen bir tebaa hayali kuruyor, hayalini gerçekleştirmek için çabalıyor. Devleti ailesinin mülkü olarak gören, halka ait olanı kendine saray yapan, mahdumunun vakfına bağış kolaylıkları sağlayan bir hükümdarlık ruhu, varaklı koltuklarda bedenine üflenen suflelerle milyonların ruhunu okşuyor. Ve tabii ki kibir. Seçmenimsi deme cesareti gösteriyor bir saray memuru örneğin. Kibir, sarayın kapılarından taşıyor.

DEMOKRATİKLEŞEN TARİH

Fakat çağlar değişti. Tarih ilmi o dehşetli halk yüzyılları döneminde demokratikleşti. Köylülerin, kentlilerin, işçilerin sıradan hayatlarını, coğrafyalarını, gündelik mekanlarını konu edinmeye başladı. 600 yıllık Osmanlı’nın büyüsünü bozan o halk deyişini de demokratik tarih yazımının örneği bir kitabın girişinden, Taner Timur’un kitabından öğrenmiştim. “Şalvarı şaltak Osmanlı/ Eğeri kaltak Osmanlı, Ekende yok, biçende yok/ Yiyende ortak Osmanlı.

Sarayların, saltanatların tarih sahnesinden kovulmasını tarih ilmi de takip etti. Kelimelerin anlamı değişti, bazıları silindi insanlığın hafızasından. Fakat bizlere öğreterek. Yetenekli hükümdarların tarihin akışını görerek aldıkları pozisyonları, kibrin yeteneksiz sahiplerinin tarihin akışına karşı durmak için sürüklendiği ve sürüklediği felaketleri öğretti tarih ilminin demokratikleşmesi.

24 Haziran seçimlerinin Türkiye halkları açısından çok önemli bir dönemeci temsil ettiği neredeyse toplumun bütün kesimleri için aşikar. Barış, adalet, eşitlik ve demokrasi talebinin bütün özneleri seçimlerin prosedürel niteliğini çok aşan bir önem atfediyor bu seçime. Seçimler muhalefetin her kanadında tirana karşı mücadele boyutunda ele alınıyor. Eşliğinde tarihin çöplüğünde yerini almış kelimelerle: Saraylar, saltanatlar…

'ERDOĞAN NEDİR?' SORUSU

Burada yanıtlanması zorunlu bir soru var. Tayyip Erdoğan’ın demokratik seçimler ile iktidardan ayrılmasının kurum olarak zorbalığı değiştirip değiştirmeyeceği sorusu. Kısaca “Erdoğan nedir?” sorusu. Erdoğan’ı finans kapitalin bir aparatı olarak görmek sistemik unsurlar bakımından çok yadırganabilir değildir. Fakat Erdoğan’ın iktidara geldiğinden beri ilmek ilmek ördüğü rejimin ideolojisinin modern bir siyasal hareketin devletleşmesi olarak İslamcılık, kurumsallığının yeni Osmanlıcılık ve idare usulünün istibdat olduğunu düşünürsek bunu süreklileştirecek bir seçimin anlamını daha iyi kavrarız. Erdoğan’ın prosedürel bir demokratik araç olan seçimlerle imtihanı bile bunu açıkça kanıtlar. 7 Haziran ve 1 Kasım arası dönemde kanıtladı da.

Çatışmaların demokratik zeminde sürdürülmesini sağlayacak cumhuri kurumların hepsini ortadan kaldıran, cumhuriyet tarihinin en karanlık kurum ve kişilerini devralan bir siyasal rejimin sürekli hale gelmesi için yapılan anayasa değişikliklerinin uygulamaya geçme vizesi bu seçim ile alınacaktır. Ya da alınmayacaktır. Daha doğrusu verilmeyecektir.

Seçim kampanyalarına bakın; kibir, yıkmak istediği özsaygı ile dövüşüyor gibi. Kibir saraya, saltanata aittir. Özsaygı ise demokrasiye, eşitliğe; tabii mizah ve neşe ile.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.