Kürtlerin Şam’la diyalogu: ABD’ye rağmen mümkün mü?
frin ve Menbic’in yarattığı hayal kırıklığı ile Kürtler Şam’a kayarken ABD sessizce izleyebilir mi? Kürtlerin ABD’yle ortaklığı devam ederken rejim ve müttefiklerin Kuzey Suriye için istenen özerkliği vermesi kolay olmayacak. Çünkü bölgede Amerikan varlığı bölünme senaryosu ile birlikte okunuyor.
ABD, Menbic’te Türkiye’yi razı edecek bir yola girerken Kürtler, Suriye yönetimiyle müzakereye evet diyen pozisyonlarını daha açık hale getirdi. Afrin, Kürtlerin belli sapmalar gösteren ‘Üçüncü Yol Stratejisi’nin önemini hatırlatan bir sarsıntıydı. Menbic bu kırılmayı büyüttü. Afrin için hiçbir taahhütte bulunmamış olan ABD’nin Menbic için verdiği güvencelerin de kum üzerinde yazılmış yazıyı andırdığı anlaşıldı.
Menbic’teki Türk-Amerikan ortaklık sürecine paralel olarak Şam’dan Rojava’ya bir heyet gitmesi, Kürtlerin de müzakere mesajı vermesi otomatik olarak IŞİD’e karşı şekillenmiş Kürt-Amerikan birlikteliğinin geleceğini tartışmaya açtı.
Kürtlerin demokratik özerklik serencamında yol almasını kolaylaştıran faktörler siyasal düzlemde farklı etnik, dini ve mezhebi grupların sürecin içine çekilme perspektifi; askeri alanda ise savunmada kalınmasıydı. Müdahaleci aktörlere angaje olmamayı gerektiren Üçüncü Yol bu konsept için uygun bir tanımdı.
Üçüncü Yol’dan her sapma ‘demokratik özerklik’ projesinin önündeki riskleri artırdı.
Kuşkusuz Kürtlerin ABD’yle ortaklığı bir davetle değil Amerikan güçlerinin düşmek üzere olan Kobani’de hava bombardımanıyla Kürtlere el vermesiyle yani fiili bir durum üzerinden başladı. Ancak Kürtler de birkaç beklentiye istinaden bu ortaklığa fazla değer biçip operasyonları Rakka ve Deyr el Zor’a kadar taşımakta beis görmedi:
- O beklentilerin başında Rojava projesinin siyaseten Batı’da tanınması geliyordu. Fakat sahadaki Amerikalı yetkililer askeri işbirliğini siyasi düzleme taşıma konusunda birkaç kez umut verse de Washington, Türkiye’yi daha fazla karşısına almamak için bundan kesinlikle sarfı nazar etti.
- İkincisi, hesapta, ABD’yle ortaklık, Türkiye’nin olası müdahalelerine karşı caydırıcı bir kalkan işlevi görecekti. Bir dönem kısmi bir frenden bahsedilse de bunun mutlak bir güvence olmayacağı görüldü. Sonuçta ABD’nin asla vazgeçemeyeceği bir NATO ortaklığı var. ABD, Rus yayılmasının önünde bariyer olduğu ve Kafkasya-Ortadoğu-Asya eksenlerindeki operasyonlarda stratejik avantajlar sunmaya devam ettiği sürece Türkiye’yi daha fazla örselemek niyetinde olmadığını gösterdi.
- Üçüncüsü, Suriye ordusu son perdede Fırat hattına yöneleceği zaman Amerikan varlığının onlara karşı da caydırıcı olacağı düşünüldü. Amerikan ortaklığının sunduğu rahatlıkla Suriye ordusunun bir daha Fırat’ın doğusuna gelemeyeceğine dair çıkışlar yapıldı. ABD şu aşamada Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrolündeki bölgelere yönelik Suriye ordusu ve ortaklarının hamlelerini kesse de bu konudaki beklenti şartların değişmesiyle karşılıksız kalabilir.
Gelinen noktada YPG ile derinleşen işbirliği ve sınır ordusu kurma girişimleri Türkiye’yi daha fazla kışkırttı ve Afrin operasyonu bu atmosferde gelişti. Beri tarafta Fırat’ın doğusunda Pentagon’un birkaç üs, CIA’in de istasyon kurması Rusya ve İran’ı da harekete geçirirken Suriye’yi daha tehditkâr bir çizgiye itti.
***
Trump yönetimi, tüm belirsizliklerine rağmen Suriye siyasetinde konsept değişikliğine gidiyor. Haliyle Kürtlerle ortaklığa yüklenen içerikte kaymalar oluyor. Nihayetinde Kürtler, bir model olarak Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu’nu gösterip Suriye’nin demokratik değişime sokulmasından bahsediyor. Hedef bu. Trump’ın hesapları ise artan oranda İran’a odaklanıyor. İran ve Rusya’nın desteğiyle ülke nüfusunun yüzde 70’inin yaşadığı bölgelerde kontrolünü yeniden tahkim eden Suriye yönetiminin yıkılmayacağını gören ABD’nin yeni yönelimi kabaca şöyle özetlenebilir:
Madem Suriye rejimi kalıcı o halde hiç olmazsa İsrail’in güvenliğini garanti edelim, İran’ın bu bölgede kalıcı hale gelmesini önleyelim, Suriye’nin geleceğini şekillendirecek ve nüfuz kanalları açacak pozisyonda kalalım, bunu yapabilmek için Suriye’yi ekonomik olarak dar boğaza sokalım ve Suriye enerji kaynaklarının yüzde 90’ını barındıran topraklar (yüzde 25-30) bizim kontrolümüzde, bunu koz olarak kullanalım.
Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson farklı ifadelerle bu niyet ve amacı dillendirmekten kaçınmamıştı.
Yeni konsepte uygun olarak Kürtler bir ara Suriye çölünde kendine yeni rol arayan Suudi Arabistan’ın gönlünü okşayıcı mesajlar verip Trump’ın İran karşıtı söylemlerine eşlik etti. Ancak tedbiri de elden bırakmayıp ABD’nin yeni planına asker olma konusunda da açık çek vermekten kaçındılar. İran bağlantılı güçler Rojava’ya saldırmadığı sürece YPG’nin de her hangi bir düşmanlık sergilemeyeceği yönünde bir pozisyon dillendirildi. Yine çok sert demeçlere karşın Suriye ordusuna karşı savaştan kaçınıldığı izlenimi de verildi. Taraflar bunun herkes için yıkım olacağının farkında. ABD’de belli çevrelerin, Kürtlerin günün birinde rejimle anlaşabileceğini, YPG’nin PKK’nin uzantısı olduğunu ve Türkiye’yi kızdırmaya değmeyeceğini belirtip Kürtlerle ortaklığı sorgulamasının nedeni bu. Ama Kürtlerin bir önceki tutumu, Şam cephesinde Kürtlere karşı olumsuz algıyı önleyemedi.
Bir tarafta Ankara’nın YPG öfkesi, diğer tarafta Kürtlerin Şam’a kayma ihtimali karşısında ABD, SDG içindeki Arap unsurları genişleterek yeni seçeneklerin yolunu açmaya çalışıyor. Ayrıca Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün ve Mısır’ın katılımıyla bir Arap gücü konuşlandırmanın hayalini kuruyor. Ürdün ve Mısır bu işe çok soğuk.
***
Şam yönetimi de ABD’nin işini zorlaştıracak müdahale imkanlarını devreye sokmaya başladı. Kürtlerin kontrol alanlarını Arap bölgelerine doğru genişletmesi riskti. Suriye hükümeti şimdi bu bölgelerde Arap aşiretlerini kendi safında toplamaya çalışıyor. Yerelde de tepkiler örgütleniyor. Mesela Rakka’da askere alma girişimlerine tepki olarak YPG karşıtı gösteriler patlak verdi. SDG içinde de YPG ile Ceyş el Süvvar (Devrimciler Ordusu) arasında gerilim yaşandı. Bu gelişmeler hem Arap-Kürt ittifakının kırılma noktalarını hem de Rakka ve Deyr el Zor’daki zeminin güçten yana ne denli kaygan olduğunu gösterdi. Bu sürecin gideceği yer ‘Kürtler çekilsin’ çıkışıdır.
SDG’deki ortaklıkta temel motivasyon, IŞİD karşıtlığı olsa da birlikteliği büyüten etken Amerikan yardımlarıydı. Aşiretler ABD ile Suriye arasında bir seçime zorlandığında IŞİD’e karşı savaşta elde edilen ittifakların dağılması muhtemel. Para ve gücün aşiretlerin yönünün tayin edilmesinde önemli faktör olduğu unutulmamalı. Uluslararası koalisyon Rakka ve Deyr el Zor’da IŞİD’le mücadele adına Suriye’nin ekonomik altyapısını da yok etti. Bu da insanları çaresizce para kesesiyle gelene el vermek durumunda bırakıyor.
***
Menbic üzerine pazarlıklar sürerken Kürtleri yol haritalarını yeniden gözden geçirmeye iten başka gelişmeler da oldu. 3 Haziran’da ‘Cehennem Borsası’ başlıklı yazımda değindiğim gibi Suudi Arabistan, BAE ve Ürdün’den oluşan bir heyet 29 Mayıs’ta Kobani’ye gitti. Heyet bölgede bir Sunni Arap gücünün oluşturulmasını gündeme getirdi. Rakka’yı birkaç kez ziyaret eden Suudi Bakan Samir el Sebhan da Menbic, Rakka ve Deyr el Zor’u içine alan bir ‘Sunni Arap Federasyonu’ projesini pazarlamaya çalıştı. Bunlar Amerika ile koordine olmadan geliştirilecek inisiyatifler değil. Kuzeydeki federatif yapılanma bir proje olarak etnik ve dini kimlikleri tanırken projenin mimarları etnik ya da mezhebi tanımlamalardan kaçındı. Edindiğim intiba Kürtlerin hem bu projeye hem de hariçten bir Arap gücünün konuşlandırılmasına sıcak bakmadığı yönünde.
Bu gelişmeler ışığında Suriye Devlet Başkanı Beşşar el Esad çekilen kartı görmüş olmalı ki, “SDG konusunda iki metot kullanacağız. İlki, müzakereler için kapı açıyoruz… Eğer müzakereler başarısız olursa Suriye ordusu, SDG’nin işgal ettiği bütün toprakları özgürleştirmek zorunda kalacaktır” çıkışını yaptı.
Bu tehdidi Şam’dan ‘Suriye Demokrasi Cephesi’ adlı partinin Rojava’ya gidip nabız yoklaması izledi. Kürtler de müzakereye hazır oldukları mesajı verdi. Bu minvalde verilmiş ilk mesaj değildi. Daha önce de Şam’la diyalogdan yana açıklamalar yapılmış ama karşılıklı restleşmelerle bu zemin ortadan kalkmıştı.
Yeni duruma dair TEV-DEM Eş Başkanı Eldar Halil’in bana söylediği şu:
“Şartlar değişti. Artık Şam ile ortak çözüm bulmanın zamanı geldi… Afrin ve Menbic’ten sonra kendi aramızda bir çözüm bulabiliriz. Suriyeli olmayan diğer güçlere bizi zor durumda bırakma fırsatı vermeyeceğiz. Suriyeliler olarak sorunlarımızı kendi aramızda çözmeliyiz. Diğer güçlerin hepsinin bir planı var, istedikleri var. Biz çözümü kendi aramızda neden aramıyoruz?”
Bu diyalogu imkânsız hale getirecek bir ön koşulun öne sürülmemesi de önemli. Mevcut anayasasında kendini ‘Arap’ olarak nitelendiren Suriye’nin önünde hazmı hiç de kolay olmayan bir proje var. Ayrıca bu projeye eşlik eden 50 bin kişilik silahlı güç. Bütün belirsizliklere rağmen caydırıcı Amerikan faktörü de hâlâ devrede.
Amerikan faktörünün Kürtlerin rejimle bir inisiyatif geliştirmesine engel olup olmayacağını bilmiyoruz. Eldar Halil’e göre Şam’la diyalog Amerikalılarla konuşulmadı, konuşulsa da bu konuda kararı ABD değil Kürtler verecek!
Bu potansiyel restleşme gibi dursa da meselenin o noktaya taşınabileceğini zannetmiyorum. Afrin ve Menbic’in yarattığı hayal kırıklığı ile Kürtler Şam’a kayarken ABD sessizce izleyebilir mi? Bölgeye bu kadar silah ve mühimmat döktükten sonra süreçlerin kendi kontrolünün dışına çıkmasına göz yumar mı?
Kürtler açısından ciddi bir ikilem doğuyor. Kürtler öyle bir sürece sokuldu ki bir yandan ABD’nin planlarına hapsoldukça kendi asıl gündemlerinden uzaklaşıyorlar. Diğer yandan ABD ile ortaklık bittiğinde rejime karşı caydırıcı bir kalkandan olacaklarını düşünüyorlar. Sanırım bir süre daha ikili oyunu sürdürmeyi deneyeceklerdir. Rejimin, taleplere karşılık gelen gerçek bir çözümden kaçınması halinde ortaya çıkacak tıkanmayı Amerikan faktörüyle açmayı umacaklar. Kürtlerin ABD’yle ortaklığı devam ederken de rejim ve müttefiklerin Kuzey Suriye için istenen özerkliği vermesi kolay olmayacak. Çünkü bölgede Amerikan varlığı bölünme senaryosu ile birlikte okunuyor. Çok zor ve dinamik bir süreç…
Fehim Taştekin Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.
İran vurdu, sıra İsrail’de: Cehennemin kapıları açılıyor mu? 03 Ekim 2024
Nasrallah’tan sonra… 30 Eylül 2024
Cepheler birbirine geçerken… 26 Eylül 2024
Taksitli intikam ya da hesaplaşma savaşı 23 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI