YAZARLAR

Dersim kaç dağ içinde Binali Bey?

Binali Yıldırım, daha önce Erdoğan ve Davutoğlu’nun çok laf ürettiği Dersim-CHP-Aleviler meselesine girdi. “Dersim’i yapanlar bunun bir şekilde öz eleştirisini, hesabını vermeli” dedi. E başbakansınız, arşiv sizde, belgeler sizde, elinizi tutan mı var?

Binali Yıldırım, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin son başbakanı olarak ilginç şeyler söylüyor. Kendisini Ehmedê Xanî’nin torunu ilan ettikten sonra, “Hepimizin yolu Hak, Muhammet, Ali yoludur” deyiverdi. Zaten adını da bir Alevi koymuştu, inanmazsınız, Alevi üniversite arkadaşı bile var.

“Başbakanımız Canlarla Buluşuyor, Bayramlaşıyor” başlıklı etkinlikte, “Alevi kanaat önderleri” ile bir araya gelmiş son başbakan. Alevilik denilince, cemevleri ve Dersim meselesine girmemek olmaz, girmiş o da.

HAŞA, DEVLET YANLIŞ YAPAR MI!

Tabii ki hemen, Türkiye’nin Dersim’le yüzleşmesi gerektiğini belirtmiş, “O dönem (1938) Dersim’i yapanlar, bugün bunun bir şekilde öz eleştirisini, hesabını vermelidir” demiş. O dönem Dersim’i yapanlar kim? Birçok internet sitesi bunun “CHP” olduğunu düşündü. AK Parti yöneticileri daha önce bu meseleyi her ağızlarına aldıklarında “CHP” dedikleri için olağan bir yorum, muhtemelen Yıldırım’ın da kastı bu. Fakat Yıldırım daha ilginç şeyler de söylüyor:

“Dersim ile bu ülke yüzleşmelidir. Çok açık söylüyorum, hiçbir yanlışın arkasında durmak gibi bir lüksümüz yok. O dönem Dersim’i yapanlar, bugün bunun bir şekilde öz eleştirisini, hesabını vermelidir. Devlet yaptı, devlet yanlış yapabilir. Yapmaması gerekir ama yanlış yapılmıştır.”

Yıldırım, “Devlet yaptı” diyor, “devlet yanlış yapabilir.” Devlet yanlış yapabilir, ama en fazla geçmişte, yoksa bugün -haşa!- hiç olur mu öyle şeyler?

Bugün devlet CHP mi? O halde CHP’yi değil, devlet kimse onu kast ediyor olmalı, ve devam ediyor:

“Bir daha bu yanlışların olmaması için bu meselenin de ele alınıp açık, samimi bir şekilde toplumla paylaşılması gerekir. İdam etmek için yaşını büyütüp (Seyit Rıza’nın oğlu kast ediliyor, a.t.) idam ettiğiniz o insanların zihinlerindeki acıları küllendirmenin, bir daha yaşanmaması için bu olayların açık kalplilikle konuşulması gerekir.”

DEVLETİ CHP Mİ YÖNETİYOR?

Elhak, doğru söylüyor: “Bir daha bu yanlışların olmaması için…” demek ki bir daha olabilir bunlar. Kim ele alacak? CHP mi? Devlet mi? “Gerekir” diyen çok insan var, onlardan biri de başbakansa, “gereği” için ne bekleniyor ki? Mesela, Dersim’in çalınmış çocuklarının akıbetine dair devletin elindeki bilgiler niye açıklanmaz? Mesela, el konulan arazilerin akıbetine dair devletin elindeki bilgiler niye açıklanmaz? Mesela, Dersim’in adı niye iade edilmez? Mesela, “yapanlar”ın mirasçısı olarak “yapılan”ın mağdurlarından niye özür dilenmez? Mesela, “yapılanları” çok çok doğru bulan, “yaşı küçültülerek” darağacına gönderilen Seyit Rıza’ya “terörist Rıza” diyen MHP ile “bir daha böyle şeyler olmasın” diye mi ittifak yapılmıştır, niye tek söz edilmez?

OLAĞAN HEDEF: KILIÇDAROĞLU

Bu tiyatroyu daha önce de gördük. Şimdiki cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 23 Kasım 2011’de, demek yedi yıl önce, meseleyi gündeme getirdi, “Devlet adına özür dilenmesi gerekiyorsa ben dilerim, diliyorum” dedi ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yüklendi: “Kılıçdaroğlu nereye kaçıyorsun ya. Bunlardan nasıl sıyrılacaksın. Ben mi özür dileyeceğim sen mi özür dileyeceksin. Devlet adına özür dilemek gerekiyorsa böyle bir literatür varsa, ben özür dilerim, diliyorum. Ancak CHP zihniyeti adına özür dilemesi gereken varsa güya ’yeni CHP’nin genel başkanıyım’ diyorsun sensin. Hadi onurunu kurtar bakalım."

Metrobüse binerken ayağına bastığınız hemşehrinizden özür dilemiyorsunuz, jenosit boyutlarında bir meselede, temsil ettiğiniz devlet adına bir toplumda özür diliyorsunuz, peki hani bunun hukuki sonuçları? Tek sonucu, Dersimli Kemal Kılıçdaroğlu’nu sıkıştırmak mı yaptığınızın? Onur, niye hep başkasındayken sorun? Koskoca -yönettiğiniz- devletin onuru niye yine bir Dersimli’nin omuzlarında?

DAVUTOĞLU EKSİK KALIR MI?

O zaman Erdoğan da biliyordu, sonra arada bir yerde başbakanlık yapan Ahmet Davutoğlu da biliyordu, şimdi Binali Yıldırım da biliyor ki “Dersim”e dair bu güzel zannedilen laflardan ve Alevilere yönelik bu güzel zannedilen laflardan oy çıkmaz; mesele oy çıkarmak değil, yüzleşmek hiç değil, özür hiç mi hiç değil, mesele kendi tabanına “biz ne kadar uzlaşmacıyız, onlar ne kadar çatışmacı” mesajını verebilmek. Kılıçdaroğlu’nun onuruna laf söyleyebilmek.

Yoksa din dersini zorunlu olmaktan çıkarmak hiç zor değil, Alevi çocuklarına Sünni itikat ve amel aşılamaktan vazgeçmek hiç zor değil, arşivleri açmak hiç zor değil, Alevileri rencide edici işlerden vazgeçmek hiç zor değil. Tabana güzel zannedilen sözlerle verilen “uzlaşmacı, iyi niyetli, Aleviliğe, Kürtlüğe saygılı” yönetim mesajı tek mesaj değil, aynı tabanın duygularını kabartacak tahkir lafzları orada arşivde duruyor: “Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse ben dört dörtlük Aleviyim.” Bu da çift şapkalı cumhurbaşkanının aforizması.

Eski başbakanlardan Davutoğlu da şöyle buyurmuştu: “Bu şartlarda Aleviler nasıl CHP'li oluyor şaşırıyoruz." Bu lafın tarihi de öyle pek eski sayılmaz, 19 Kasım 2014 Çarşamba günkü gazetelerin çoğunda var. Davutoğlu aynı konuşmada, Yeniçeri ocağının kapatılması ve Dersim’i bir çırpıda birbiren bağlayıp engin tarih bilgisini konuşturuyordu, “modernleşmeciler” mahvetti Alevileri, onlar gidiyor hala modernleşmecilere oy veriyor, gibilerinden… Öyle ya, Alevilerin ve Kürtlerin devlet büyüklerine sormadan oy vermeleri hiç olacak şey mi?

Bütün konuşmaların içinde iki temel hile var: Biri, hakim Sünni dili onaylatıp Aleviliğin “zenginliğimiz” moduna yerleştirilmesi. (Bütün “zenginliklerimiz” gibi, nasıl istersek öyle harcarız.) İkincisi, Dersim meselesini “Alevilik” meselesine indirgeyip gerektiğinde CHP’yi gerektiğinde CHP’ye oy veren Alevileri dövmek için araçsallaştırılması, yani ideolojik nalınca keserine dönüştürülmesi. Erdoğan ve Davutoğlu ikisini birden yapanlara örnek. Binali bey ise şimdilik tiyatronun birinci bölümünü oynuyor, ikinci bölümde ona rol yok zaten.

“Aynı medeniyetin mirasçılarıyız” mülagatasına yaslanarak işletilen bu hakimane ve araçsallaştırıcı tutum, şu sorulara da cevap vermeli: Kamu istihdamında Alevilerin durumu nedir? Kaç valiniz, kaymakamınız, emniyet müdürünüz var? Alevi iş insanları ihale alabiliyor mu? Yoksa AK Parti (ve bugünlerde MHP) üyesi olmadan pek olmuyor mu o işler? Cemevlerine sizin arzuladığınız statü mü verilecek, Alevilerin talep ettiği statü mü? Aleviliğin itikadı, ameli, sosyolojisi, ruhiyatı, tarihi niye hep bakanların, başbakanların dilinde sakız? Sağ siyasetin ejderleri bu işleri mükemmelen bildikleri için üniversitelerde, ilahiyat fakültelerinde bölüm filan yok değil mi? İlk, orta, lise için, televizyonlar, gazeteler için sormayalım artık, uzar gider…

Aşık Veysel, Pir Sultan şiirlerinden propaganda lafları, Munzur, Baba Düzgün isimlerinden afiş süsleri çıkarıp Hızır Paşa siyaseti gütme numaralarını ne Dersimliler yer ne de diğer Aleviler.