YAZARLAR

Taciz bulutu, umut dalgası

Kadın ‘hayır’ dediğinde durmayı bilen, buna saygı gösteren adam caziptir. Toplumsal ve fiziki açıdan kendisine sağlanmış kaba gücü suistimal etmediği için, insandır. Karşısındaki kadının zeka, birikim, gücü karşısında erkekliği içine kaçarken gencecik bir kızı utandırıp kekeletmekten ‘uyarılan’ adamsa, zavallıdır.

Bir set ortamında bulunduysanız dikkatinizi çekmiş olabilir. Sette çalışan kadınlar, çoğunlukla tüm vücut hatlarını örten, uzun, salaş tişörtler, gömlekler giyerler. Dur durak bilmeyen, uykusuz set günlerinde güzelim kadınlar makyajsız, süssüz, o soluk benizli halleriyle oradan oraya koşturur dururlar.

Bu cinsiyetten, bedenden arınmışlığın vakitsizlik gibi olağan bir gerekçesi vardır. O çuvalsı kıyafetlerin nedeni de yoğun çalışma ortamında ‘sağım açıldı, solum göründü’ endişesi taşımadan rahat rahat oturup kalkmaktır. Ama o yoğunlukta böyle bir endişenin olabilmesinde de sorun vardır. Bu adı konmamış giysi kodunun ardında Yeşilçam’a uzanan bir irili ufaklı tacizler tarihinin de yattığını düşünmeden edemez insan.

Tüm yoruculuğuna, zorlayıcılığına rağmen keyifli tarafı çoktur bu işlerin. Diğer her iş gibi bir iştir öte yandan. Başka insanlara etkileyici gelebilecek şeyler, söz gelimi ünlü bir oyuncuyla her gün yüz yüze olmak, set çalışanları için kısa sürede rutinin bir parçası halini alır.

Set çalışanları işin daha çok teknik kısmına ait olduklarından, yaratıcı ekibin ün ve reyting oranı ölçüsünde, yer yer sergileyebildiği egosal çıkışlardan da yoksundur. Sessizce koştururken her şeyi görür, duyar, insan ruhunun dipsiz kuyularıyla erken yaşlarda tanışırlar. Kimsenin ağzının torba gibi büzülmediği, her şeyin anlık olarak değişebildiği bu delice ortamda nice dedikoduya, sahteliğe tanıklık ederler.

Özetle, dışarıdan hayli büyülü görünen o dünya, içindekiler için pek de büyülü değildir. Yer yer güzel yanları, anlarına karşılık tüm sertliğiyle gerçek hayatın üçle çarpılmış bir versiyonundan başka bir şey değildir.

Set ortamları en yakınının ölüm haberini alan ünlü bir oyuncunun belki o an yanında duran kostüm asistanına sarılabileceği yerler, evet. Ama böyle insani, nadir anlar dışında bir oyuncunun set çalışanıyla dokunsal bir ilişki içinde olmasının hiçbir mantığı yok. Adı konmamış da olsa bir ‘hiyerarşi’ söz konusu olduğu için bu uygun ve profesyonel de değil.

Yaşınız kaç, ününüz kaç desibel olursa olsun sizinle gönlüne göre şakalaşamayacak biriyle şakalaşamaz, yanağından makas ya da ‘alt dudaktan bi alma’ tarzında etkinliklerde bulunamazsınız, yazması bile komik! Talat Bulut işinin bu ‘şaka gibi’ kısmını Milliyet’teki yazısında Asu Maro çok güzel anlatmış.

Oynadığı “Yasak Elma” adlı dizinin 19 yaşındaki kostüm asistanı, hakkında taciz iddiasında bulunduğunda akıllarda oluşabilecek tüm “yok canım”ları Talat Bulut, itirafı andıran savunmalarla giderdi. Karavanda iç çamaşırlarıyla giydirilmeyi beklediğini duyduğum tek oyuncu mesela şu ana dek! Bunları kendisi söylüyor, hayal gücüne pek yer bırakmıyor.

Dizi oyuncularından Gün Akıncı da sosyal medya paylaşımıyla tacizi kınadı.

Karavanda, donla! Niye? Dönem dizisinde mi oynuyorsun? Korseli giysi mi giyiyorsun? 62 yaşına karşılık hayli fit bir erkek oyuncusun. Kostüm asistanı da senin oda hizmetçin değil. Donla giydirilmeyi bekleyen bir oyuncu varsa, orada buram buram tuhaf bir ego vardır. Tacize de yatkın bir egodur bu muhtemelen, evet.

Böyle birinin konumca kendisinden ‘altta’ görmediği bir kadına tacize yaklaşan bir davranış sergileyeceğini düşünmüyorum. Olay duyulduğunda onu savunan Fatma Girik’e, Seren Serengil’e, genel olarak kendisinden ünlü ve/veya saygın bulduğu herhangi bir kadına ‘bir yamuğu’ olmaz büyük ihtimalle.

Oscar Wilde’ın ünlü sözü manidar bu gibi olayları değerlendirmekte. “Her şey seksle ilgilidir, seksin kendisi hariç. O güçle ilgilidir.” Tacizin çoğunlukla eşitsiz güç ilişkisiyle ilgili bir şey olduğu akıldan çıkarılmamalı…

Daima derin bir aşağılık duygusuyla birlikte seyreden, çok kırılgan bir üstünlük hissi bu. Bu nedenle de tacizci bir zihin, yetişkin bir kadından ziyade kızı yaşında bir kadını hedef almaya eğilimli oluyor. Ona karşı kendini gizleme, hareketlerini denetleme ihtiyacı hissetmiyor. Zaten olay duyulacak olsa ne olur ki, kim ünlü bir erkek dururken çoluk çocuğun sözüne inanır?

Don, karavan demekle kalmadı Bulut, “adı google’lara düştü, bu kızla artık kim evlenir” dedi açıklamasında. Suç üstü! Bu kadar basit işte. Tacizi erkeğin elinin kiri, kadınınsa alnının lekesi olarak gören anlayışın özeti bu. İşte bu nedenle tacize uğrayan kadınlar kolay kolay ortalara çıkıp anlatamıyor durumu.

Erkekten daha erzihinli kadınlar hâlâ ciddi bir sorunumuz olmayı sürdürüyor. Bir kadın gelip tacize uğradığını söylediğinde, “yok canım X yapmaz” demeden önce bir durmak şart. İşin aslını öğrenmeye çalışmak ve bu arada da tacizciyle değil taciz beyanında bulunanla empati kurmak gerekiyor.

Tanıdığımız insanlar farklı pozisyonlarda bambaşka davranışlar sergileyebilirler. Daha saygın gördüğü, ‘mahalleden’ saydığı bir kadına saygılı davranan bir adam bir genç kıza bunu yapmayabilir. Bu olayın solculukla, eğitimle, lafta hak savunuculuğuyla, şununla bununla da hiçbir ilgisi yok. Olsaydı keşke ama maalesef yok.

Bazı ünlü kadınların bu gibi olaylardan sonra verebildikleri şuursuz tepkilerin altındaki karmaşık psikolojinin öne çıkan kısmı maalesef ‘yancılık’. “Kadın güçlendikçe erkekleşiyor” son derece yanlış varsayımı var ya hani. Erkekleşmiyor ama erkekler dünyasında uzun yıllar süren mücadelesinde binbir türlü uzlaşı taktiği öğreniyor. Bu da gücün yanında durma arzusuyla beraber kimilerinde kendini hemcinslerinden üstün görme, cart diye yırtıp ayırma eğilimine yol açabiliyor.

Tacizciyle değil, tacize uğrayanla empati kurmak, kendinle ve cinsiyetinle barışarak ‘kadın kalmanın’ yancılıktan çok daha iyi bir yolu. Hemcinsiyle barışık insan kendisiyle de daha barışıktır. Kendini seven kadın, güzeldir.

Yere batsın yetişkin kadına karşı kendini yeterince erkek hissetmeyen erkeğin erkekliği! Bunları Bulut örneği için değil, genel olarak söyleyeceğimin altını çizeyim: Tacizci zihin, güçlü değil, güce tapan, ezik zihindir. Tacizci, ‘erkeklik fazlası’ndan değil, ‘insanlık eksiği’nden ötürü kendine hakim olamayandır. Cazip değil, zavallıdır.

Kadın ‘hayır’ dediğinde durmayı bilen, buna saygı gösteren adam caziptir. Toplumsal ve fiziki açıdan kendisine sağlanmış kaba gücü suistimal etmediği için, insandır. Karşısındaki kadının zeka, birikim, gücü karşısında erkekliği içine kaçarken gencecik bir kızı utandırıp kekeletmekten ‘uyarılan’ adamsa, zavallıdır.

Geçen haftanın en üzücü olaylarından biri, ünlü şef ve TV programcısı Anthony Bourdain’in intiharıydı. Güzellik üreten, zarif, özgün ve özgür bir ruh olarak hep severdim Bourdan’i. “Metoo” hareketine ve sevgilisi Asia Argento’ya verdiği büyük destek nedeniyle daha da kanım ısınmıştı. Asia kadar güçlü, iri puntolu, bold bir kadınla beraber olmak her babayiğidin harcı değil. Çok bahsi geçen ‘toshaklılık’ da esas bu bence. Birbirlerine çok yakışıyorlardı.

Asia Argento ve Anthony Bourdain

İntihardan sonra yaptığı yürek burkan paylaşımda Asia “aşkım, sarıldığım kaya, koruyucumdu” dedi Bourdain için. Böyle bir adama, bu denir. Güçlü bir kadın da bu zor dünyada iyi bir adamın şefkatli koruyuculuğuna ihtiyaç duyar. İnsan insana sığınır.

Mahremiyetlerine saygı duyulmasını da rica ediyordu aynı paylaşımda. İntihar kadar karmaşık bir olayı Asia’nın Anthony’yi aldattığı iddiasına bağlamak türünden kötücül yorumlar başta olmak üzere, tabii saygı falan gösterilmedi.

Asia Argento’nun 21 yıl önce, 21 yaşındayken bir otel odasında Harvey Weinstein’ın tecavüzüne uğradığını anlattığı gümbür gümbür Cannes konuşmasından sonra sosyal medyamızda “ne işi varmış onun da otel odasında” yorumlarına da sıkça rastlanmıştı.

Dünyanın en asap bozucu cümleleri “ne işi varmış onun da…” ile başlar. Kariyerinin başında bir oyuncunun kaşar bir Hollywood prodüktörü tarafından otel odasına çağrıldığında esas gitmemesi şaşırtıcı olur. “Bana zorla bir şey yapacakmış gibi mi davranmış olurum, çocuk sanmasın şimdi beni” duygusu bile etken olabilir gitmesinde.

Eşitsiz güç ilişkilerini ısrarla görmezden gelmeye meyilli zihinler nedeniyle, insanlar yaşadıkları tacizleri anlatmakta zorlanıyor. Ama işte bir gün 19 yaşında bir kız çıkıyor, anlatıyor. Dünya kadınları artık, konuşuyor. Çok da iyi oluyor.

Talat Bulut’un Türkiye’nin Weinstein’ı olduğunu düşünmüyorum. O daha ilk kıvılcım. Weinstein olmak büyük prodüksiyon gerektirir. Ona gelene kadar TV ve sinema sektörümüzde Allah bilir ne Weinsteinlar, gücünü kötüye kullanmış ne monster'lar vardır. Dünyada başlayan dalga bizden de geçiyor. Belki bir gün tüm bunlar da açığa çıkar.

Bulut olayından birkaç gün sonra “Yasak Elma” dizisi kadınlarının sosyal medyadan paylaştığı, yasal süreçler nedeniyle net bir açıklama yapmaktan kaçınsalar da hemcinslerinin, iş arkadaşlarının yanında durduklarını belirten açıklama çok güzeldi.

Sonrasında, olaya ilişkin 56 sinemacının imza attığı, “…kostüm asistanı arkadaşımızın yanında olduğumuzu, bundan sonra filmlerimizde adı tacize karışmış isimlere yer vermeyeceğimizi kamuoyu önünde açıklıyoruz” cümlesini içeren açıklama çok umut verici.

İşler değişiyor artık. Dünyada ve ülkemizde, tacizcinin, tecavüzcünün borusunun öttüğü devirler şükür geride kalıyor. Gücün değil sevginin hakimiyetinde, bayram gibi hayatlar dilerim. İyi bayramlar…


Zehra Çelenk Kimdir?

Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.