YAZARLAR

Ömer Sercan İpekçioğlu’na bir el mektup

Mektubunun başında “gardaşlarım” da demişsin. Gene müsaadenle, sana “gardaşım” demek isterim. Ezhel gardaşım, bayramını tebrik eder, sana iyilik, güzellik, mutluluk ve bir an evvel hürriyet dilerim. Hürriyetin geldiği gün, biliyorsun, o gün ölmek yasak.

Sevgili Ömer Sercan merhaba,

Hangi ismini kullanıyorsun, ailen eşin dostun sana hangi isminle hitap eder bilmiyorum. Üstelik senin, kendi göbeğini kestiğin Ezhel diye bir ismin var. Sizin hadiselerden pek anlamam, anladığım kadarıyla daha önce de kendine taktığın başka isimler, mahlaslar olmuş. Ezhel’de karar kılmışsın. İçinde bangır bangır bir “ezel” tınlıyor, ne güzel isim. – Bu kısmı yazdıktan sonra dışarıya yolladığın ilk mektuba baktım, “Sercan ‘Ezhel’ İpekçioğlu” diye imzalamışsın.

Seni hiç görmedim. Ankara’da, müziğin sokakta olması gerektiğine inandığını, mümkünse sokakta müzik eylediğini duydum sonradan. Ankara’da yaşadığım yıllarda, muhtemelen karşılaştık. Belki Konur’da, belki Yüksel’de yahut Sakarya’da. Ben pek gitmezdim ama Seğmenler’i sevdiğine dair bir his var içimde; belki orada bile. Kim bilir. Sen diyecek kadar mesafemiz yok ama internet doğruyu söylüyorsa aramızda yedi yaş varmış. Umarım sana teklifsiz “sen” dememi bağışlarsın.

Cezaevi adresini buldum, sana bu mektubu elimle de yazıp yollayacağım. Mektup, muhatabına ulaşsın için yazılır ama, umarım el yazımla yazıp yollayacağım mektup eline değmez. Çünkü üç gün sonra, yani 19 Haziran’da mahkemen varmış. Hukuktan, yasalardan, yasa maddelerinden de pek anlamam. Ama insanda verili olarak bulunduğunu düşündüğüm, en azından buna inanmayı tercih ettiğim “adalet” duygusunu bilirim. Ve, o adalet duygusunun duygusuyla, senin suçlu falan olduğuna inanmıyorum. Şarkılarınla birilerini “kötülüğe” özendirdiğini, o kötülüğün kitlesel daha büyük kötülüklere falan yol açacağını da düşünmüyorum.

Bayram geldi. Sen de gurbettesin şu an. İstanbul’un Maltepe’sinde, bir cezaevinde yatıyorsun. Dışarıya, sevenlerine, arkadaşlarına yolladığın mektubu okudum. Senden haber olarak bahsetmek isteyenlerin, haklı olarak, sonda söylediğin “Kahrolsun sansür, yaşasın tam bağımsız rap!” deyişini öne çıkardı. Tükenmez kalemle yazmışsın, bazı kısımları karalamışsın, “devamı diğer sayfada” demişsin. Ben naçizane, orada dediğin başka bir şeye dair konuşmak istiyorum. Şöyle demişsin:

“Gelir gelmez bağlamaya sarıldım. Burası gerçekten ilginç bir koğuş; inşaat işçisi de var, Amerika’da mühendislik bitirmiş insan da. Varoş hikayeleri ve entellektüel tartışmalar bir arada.

Nedendir bilmiyorum mahpusluktan mı, duyduğum her şiir, dinlediğim her türkü bugüne kadar duyduğum en güzelleriymiş gibi geliyor. Hayatın insanlara neler yapabildiği ve yaptırabileceği beni her an şaşırtıyor. Tek diyebileceğim, aldığınız her nefesin değerini bilin.”

Sevgili Sercan,

Cezaevine girdiğinden beridir, bağlamayla icra ettiğin bir şarkıyı dinliyorum desem, yeridir. Sen öyle misindir bilmiyorum ama ben aynı şarkıyı türküyü onlarca yüzlerce kez dinleyenlerdenim. Sesini hafif çatlata çatlata söylediğin “Dem Dem” ile, Cengiz Özkan icrasıyla “Gitti Canımın Cananı”nı, belki iki yüz kez rahatlıkla dinlemişimdir. YouTube’daki kayda pek güvenmediğim için, oradan buradan sorarak senin “Dem Dem” icranı bilgisayara kaydettim. Gün içinde, sık sık sesin yoldaşlık, ahbaplık ediyor bana. Sanma ki öteki şarkılarını dinlemedim. Üstelik birkaçını zaten bilirmişim oradan buradan çaldığı halleriyle. Seni suçlama sebeplerinden biri olduğu iddia edilen klibini de izledim, şahane bir işmiş. Ama şahane işlerin epeyce cezalandırıldığı bir coğrafyada yaşadığımız sır değil.

Rap ile iştigal eden müzisyenlere karşı bir önyargım vardı hep. Müzik bilmezler, enstrümandan anlamazlar, geleneksel olana zaten çok uzaktırlar... gibi. Ama sen, tek bir videoyla bütün bu önyargıları yıktın. Sana, kim olduğuna baktıkça gördüm ki, müzik biliyorsun, birçok enstrüman çalıyorsun, sözlerinde derin bir şiirsellik var ve geleneksel olanla epey uğraşmışsın. Tamamen özgür kaldığında, çok daha büyük işler yapacağına, şimdiden eminim. Umarım bir an evvel bütün enstrümanlarına ve “kurban olduğum canım annem” diye seslendiğin anneciğine kavuşursun.

Yıllar evvel, gurbetten sılaya gidemediğim ilk bayramda, Beşiktaş’ta duvarları cılk yeşile boyalı bir evin mutfak kapısına dayanıp “Aşağıdan Gelir Omuz Omuza” türküsünün “Baba bayramınız mübarek ola” kısmını söylemiştim kendi kendime. Bu bayram da gurbetteyim. Sen hem esarette, hem gurbettesin. Kötü sesimle, türküyü bir de ikimiz için söylüyorum bu defa, müsaadenle.

Mektubunun başında “gardaşlarım” da demişsin. Gene müsaadenle, sana “gardaşım” demek isterim. Ezhel gardaşım, bayramını tebrik eder, sana iyilik, güzellik, mutluluk ve bir an evvel hürriyet dilerim. Hürriyetin geldiği gün, biliyorsun, o gün ölmek yasak.

Muhabbetle,

Said.


Mehmet Said Aydın Kimdir?

1983 Diyarbakır. Kızıltepeli. Türk Dili ve Edebiyatı okudu. Üç şiir kitabı var: “Kusurlu Bahçe” (2011), “Sokağın Zoru” (2013), “Lokman Kasidesi” (2019). “Kusurlu Bahçe” Fransızcaya tercüme edildi (2017). “Dedemin Definesi” (2018) isimli otobiyografik anlatısı üç dilli yayımlandı (Türkçe, Kürtçe, Ermenice). Türkçeden Kürtçeye iki kitap çevirdi. BirGün ve Evrensel Pazar’da “Pervaz” köşesini yazdı, Nor Radyo’da “Hênik”, Açık Radyo’da “Zîn”, Hayat TV’de “Keçiyolu” programlarını yaptı. Editörlük yapıyor.