YAZARLAR

Yükselen piyasalar ve Türkiye’nin krizi

Dün açıklanan 2018’in ilk çeyrek büyüme rakamı, muhtemelen önümüzdeki dönem yaşanacak ekonomik daralma öncesindeki son yüksek büyüme rakamlarından biri olacak. Londra Mutabakatı ile atlatılan döviz kuru krizinin etkileri, faiz artışının yaratacağı şok ile birleştiğinde, önümüzdeki dönemdeki muhtemel ekonomik daralma iki nedenle beklendiğinden daha uzun sürebilir.

2008 küresel finansal krizinin patlak vermesinin üzerinden 10 yıl geçti, ancak krizin ülke ekonomilerine etkisi halen sürüyor. Bu yazıda, yaygın olarak “yükselen piyasalar” olarak adlandırılan ülkelerde ekonomik sorunların son dönemde yoğunlaştığına değinerek Türkiye ekonomisini bu bağlamda değerlendirmemiz gerektiğine işaret edeceğim. 2018 itibariyle küresel krizin uzatmalı üçüncü dalgası başlıyor olabilir. Eğer bu gerçekleşirse, Türkiye ekonomisinde 2018’in sonlarına doğru görülmesi beklenen ekonomik daralmanın, bir yapısal kriz halini alması süreci hızlanacaktır.

KÜRESEL KRİZ

2008’de ABD’de patlak veren finansal kriz, kapitalizm tarihindeki en büyük ve derin krizlerden biri idi. Kriz ABD’de özellikle 1990’larda oluşturulan finansal mimarinin çökmesi ile başladı ve hızla yaygın bir ekonomik krize dönüştü. ABD’de üç temel tedbir ile krizin yaygınlaşmasının önüne geçilmeye çalışıldı. İlki, hemen uygulamaya konulan firma kurtarma planı; ikincisi, faizlerin sert bir şekilde sıfıra düşürülmesi; üçüncüsü de ABD merkez bankası FED’in miktarsal kolaylaştırma (quantitative easing) uygulaması ile parasal genişlemeye gitmesi idi.

Küresel krizin ikinci aşaması, Avrupa’da yaşandı. Kriz Avrupa’ya ulaştığında Avrupa Birliği’nin (AB) yapısal ve kurumsal sorunları daha da net bir şekilde ortaya çıktı. Hatta krizin Avro bölgesindeki seyrini, AB’nin kurumsal sınırları belirledi. Bu kurumsal sınırların ardında da Almanya’nın dikte ettiği birikim modelinin Avrupa’ya yayılması gibi imkânsız bir amaç yer alıyordu. Avrupa’da krize karşı geliştirilen ekonomi politikası, ABD’den farklı olarak “kemer sıkma” olarak şekillendi ve 10 yıl geçmesine rağmen krizin sert bir şekilde vurduğu Güney Avrupa ülkelerinde krizin etkileri halen sürüyor.

GECİKEN ÜÇÜNCÜ AŞAMA

Küresel krizin üçüncü aşamasının aralarında Türkiye’nin de olduğu “yükselen piyasa ekonomileri” merkezli olacağı ve bunun 2013 yılından itibaren başlayabileceği, pek çok yorumcu tarafından dile getiriliyordu. Meslektaşım Dr. Ali Rıza Güngen ile 2014’te yazdığımız “Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği” kitabımızda, 2013 sonrasında özellikle FED’in para politikasını değiştirmesi nedeniyle yaşanabilecek sermaye hareketlerinin yükselen piyasalarda döviz kuru krizlerini ve sert faiz artışlarını tetikleyebileceğine değinmiştik. 2018’e geldiğimizde 5 yıllık bir gecikme ardından bu sürecin yaşanmaya başlandığı görülüyor. Bu gecikmenin neden yaşandığına, önceki bir yazıda değinmiştim, daha detaylı inceleme bir başka yazıya kalsın.

Güncel gelişmelere dönersek, Arjantin’deki sert faiz artışı ile başlayan son dalga, Hindistan, Endonezya, Brezilya ve Türkiye’nin sürece dahil olmasıyla yaygınlaştı. Küresel krizin üçüncü aşamasını yaratan temel mekanizma, küresel finans sisteminin eşitsiz ve bileşik niteliğidir. Buna göre, fiili olarak küresel rezerv paranın sahibi olan ABD’deki ekonomi politikası, özellikle de faiz kararı, rezerv paranın küresel likiditesini etkilemektedir. Basitçe söylemek gerekirse, ABD ekonomisinde toparlanma oldukça, sermaye girişlerine bağımlı ve özellikle de cari açığı yüksek olan ülkelerde ekonomik sorunlar ağırlaşmaktadır.

ÜÇÜNCÜ AŞAMADA TÜRKİYE KRİZİ

Türkiye ekonomisinin yaşadığı güncel sorunları, 2013’ten bu yana girdiği yapısal kriz konjonktürü açsından değerlendirmek gerekiyor. 2002-2013 arasındaki ekonomik modelin sürdürülemez hale gelmesi anlamına gelen yapısal kriz, henüz sert bir ekonomik çöküş ile birleşmedi. Ancak 2013’ten bu yana yaşanan gelişmeleri (Gezi direnişi ile başlayan ve 24 Haziran seçimleri ile son bulan siyasi istikrarsızlık dönemini) göz önünde aldığımızda, yapısal krizin ortaya çıkardığı “eğik düzlemin”, Türkiye’yi yöneten siyasi heyeti giderek daha dar bir alana sıkıştırdığı görülebilir.

Bu bağlamda, geçtiğimiz pazartesi (11.06.2018) günü açıklanan 2018’in ilk çeyrek büyüme rakamı, muhtemelen önümüzdeki dönem yaşanacak ekonomik daralma öncesindeki son yüksek büyüme rakamlarından biri olacak. Londra Mutabakatı ile atlatılan döviz kuru krizinin etkileri, faiz artışının yaratacağı şok ile birleştiğinde, önümüzdeki dönemdeki muhtemel ekonomik daralma iki nedenle beklendiğinden daha uzun sürebilir.

İlki, 24 Haziran seçimlerini AKP’nin kazanması durumunda gündeme gelecek olan kemer sıkma programı, krizin kısa süreli bir daralma ile atlatılabilmesini zorlaştıracaktır. İkincisi ise, eğer uzun süredir beklenen ve merkez üssü “yükselen piyasa ekonomileri” olan küresel krizin üçünü aşaması başladı ise, bu 24 Haziran seçimlerinin sonuçlarından bağımsız olarak, diğer ülkeler gibi Türkiye için de daha köklü değişimlerin yaşanmasını beraberinde getirebilir.


Ümit Akçay Kimdir?

Doç. Dr. Ümit Akçay, 2017 yılından bu yana Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu’nda (Berlin School of Economics and Law) ders vermektedir. Daha önce İstanbul Bilgi Üniversitesi, ODTÜ, Atılım Üniversitesi, New York Üniversitesi ve Ordu Üniversitesi’nde çalışmıştır. Akçay, Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği (Ankara: Notabene, 2016) kitabının ortak yazarı; Para, Banka, Devlet: Merkez Bankası Bağımsızlaşmasının Ekonomi Politiği (İstanbul: SAV, 2009) ile Kapitalizmi Planlamak: Türkiye’de Planlamanın ve Devlet Planlama Teşkilatının Dönüşümü (İstanbul: SAV, 2007) kitaplarının yazarıdır. Akçay, güncel olarak, yeni otoriterliğin ekonomi politiği, büyüme modellerinin ekonomi politiği, merkez bankacılığı ve finansallaşma konularıyla ilgilenmektedir.