YAZARLAR

AKP’nin itirafnamesi, pardon seçim kampanyası

Elbette siyasi partiler ve adaylar da bunun farkında ki seçim kampanyalarında, meydanlarda ve sosyal medya aracılığıyla gençlere sesleniyorlar. Muharrem İnce’nin konuşmalarındaki mizah, İyi Parti’nin Google reklamları, siyasetçilerin gençlerin nabzını yakalama çabasının da bir yansıması. Demirtaş’ın gençlere hitap edebilme gücü, eli kolu bağlı olduğu bu seçimlerde hâlâ çok net biçimde görünüyor.

24 Haziran’da ilk kez oy kullanacak 1,5 milyon genç seçmen var. YSK istatistiklerine göre 18-24 yaş aralığındaki seçmen sayısı 2009’da 7.3 milyondu. Bugün rahatlıkla 10 milyona yaklaştığını tahmin edebiliriz. Türk tipi başkanlık sisteminin oylandığı 16 Nisan’da resmi rakamlara göre evet ve hayır oylarının arasındaki farkın 1,3 milyon kadar olduğu dikkate alınırsa bu 1,5 milyon seçmenin önümüzdeki seçimlerde tercihini kimden yana koyacağı Türkiye’nin kaderini değiştirebilir. Elbette siyasi partiler ve adaylar da bunun farkında ki seçim kampanyalarında, meydanlarda ve sosyal medya aracılığıyla gençlere sesleniyorlar. Muharrem İnce’nin konuşmalarındaki mizah, İyi Parti’nin Google reklamları, siyasetçilerin gençlerin nabzını yakalama çabasının da bir yansıması. Demirtaş’ın gençlere hitap edebilme gücü, eli kolu bağlı olduğu bu seçimlerde hâlâ çok net biçimde görünüyor. Ketıldan tweet atma esprisi bile kendisinin ve ülkenin içinde bulunduğu durumun absürtlüğünü sergilemek bakımından son derece incelikli bir mizah ortaya koyuyor.

AKP’ye gelirsek, ya bu yıl ilk kez oy kullanacak seçmenin oyunu cepte görüyor ya da gençlerden alacağı oyu gözden çıkarmış. Reklamlarının da, vaatlerinin de gençleri bir kenara bırakıp orta yaş üzerine hitap ettiğini dikkate alırsak ben bu ikinci seçeneğin doğru olduğunu düşünüyorum. Hem Erdoğan’ın seçim konuşmaları, hem de kampanya reklamları gençlerden çok partinin mevcut seçmenini konsolide etmek üzere planlanmış. Örneğin Erdoğan, konuşmalarında evlerde buzdolabının olmadığı dönemlerden söz ediyor. Ben bile evde buzdolabı olmadığı bir zamanı hatırlamıyorum. Duble yol, havaalanı, köprü, Marmaray, Osman Gazi Köprüsü olmayan zamanlardan söz ediyor. Teknolojinin gelişmesine ve zamanın olağan akışına aykırı biçimde AKP iktidarda olmasa bunlar olmayacakmış gibi.

Arka arkaya yayınlanmaya başlayan reklam filmlerinde durum daha da vahim. Reyya Advan geçtiğimiz hafta bu reklamlardan biriyle ilgili çok çarpıcı bir yazı yazdı. Hâlâ okumadıysanız burada. Reklamda dış ses bir yandan geçmişe, yani “eski Türkiye”ye özlemi dile getiriyor, benim yaş kuşağıma “Biz Adile teyzenin masallarıyla büyüyen çocuklar” diye sesleniyor. (Bu çocuklar, yani bizler, şimdi en iyi ihtimalle 40-50 yaş aralığında olmalıyız.) AKP’nin iktidar olmadığı zamanlardan özlemle söz ettikten sonra devam ediyor: “Şimdi dünya ve düzen değişiyor. 16 yıllık birikimimizle Türkiye şahlanma dönemini açıyor. 24 Haziran’da el ele verdiğimizde Türkiye vakti başlıyor”. Adeta aradaki 16 yıl hiç yaşanmamış gibi, “şimdi o güzel günler mazide kaldı, artık gelmeyecek; biz önümüze bakalım” diyor bize.

Bununla kalsaydı, reklam AKP’nin nereye varmak istediğini bilmeyen, kötü hazırlanmış bir kampanya kazası olarak bir kenara bırakılabilirdi. Ne var ki, AKP’nin yürürlüğe koyduğu diğer reklam filmlerinde durum bundan iyi değil. Bir tanesinde tam olarak ne oldukları seçilemeyen görüntülerin üzerinde akan yazıda Fransa’nın bir zamanlar süper güç olarak anıldığından, İkinci Dünya Savaşı sırasında 6 hafta içerisinde işgal edildiğinden, şimdi Avrupa birliğinin iki lokomotif ülkesinden biri olduğundan söz ediliyor. “Milletler, devletler farklı zamanlarda farklı eşiklerden döndü. Şimdi elini uzat, örnek alan değil, örnek olan Türkiye için… Ayrışmadan, hep birlikte, sorguları güvensizliği geride bırakarak yeni bir dönem, Türkiye dönemi, Türkiye vakti…” yazıları akıyor ekranda. Bir başkasında ise benzer sözler Almanya için kullanılıyor, “kavga eden değil, kucaklayan Türkiye için, bilinmezleri, sorguları geride bırakalım” deniyor. Her iki reklamda da bu eşiğin ne olduğu tanımlanmasa bile Türkiye’nin bir eşikten dönmek üzere olduğundan söz ediliyor ve bunun için seçmenden artık sorguları, güvensizliği, bilinmezleri geride bırakması isteniyor. Bunu yaparken de artık ayrışma, kavga olmayacak, herkesi kucaklayacağız diyerek şimdiye kadar kavgacı ve toplumu ayrıştıran bir politika izlendiği kabul ediliyor.

Adeta birer itirafname gibi hazırlanmış bu reklamların bize söylediği, Türkiye’nin bir dönüm noktasında bulunduğu, seçmenin şu anda adından söz edilmeyen yeni döneme, yani Türkiye’nin 16 Nisan anayasa değişikliği ile kabul ettiği Cumhurbaşkanlığı sistemine karşı bir güvensizlik içinde olduğu, bilinmezlikleri sorguladığı. Alttan alta bir tehdit de barındırıyor, zamanında dünya lideri olmuş ülkelerin ikinci dünya savaşı ile birlikte bir anda yerle bir olduklarından, sonra yeniden ayağa kalktıklarından söz ediliyor ve Türkiye’ye de benzer bir şahlanma vaat ediliyor. Ne var ki, bu sözler aynı zamanda ülkenin şu anda bir “yerle bir olma”, “bir dibe vurma” anı içinde bulunduğunun da yetkili ağızdan kabulü anlamına geliyor. Başka bir deyişle 16 yıldır iktidarda bulunan partinin seçim vaadi, Türkiye’nin kendi iktidarları dönemindeki bu “dibe vurma” halinden yine kendi iktidarı aracılığıyla kurtulabileceğinden ibaret.

AKP içinde kampanyanın garabetinden haberdar olanlar olmalı. Nitekim AKP sözcüsü ve genel başkan yardımcısı Mahir Ünal’ın “Adile Naşit’in ninni okuduğu dönemler bizim için kâbustu” açıklaması ilk reklam filmine yönelik bir düzeltme olarak okunabilir. Ne var ki Ünal reklamın övdüğü “eski Türkiye”yi karalayacağım derken bizleri adeta senaryosunu Gülse Birsel’in yazdığı bir parodinin içine sokuveriyor. Belki AKP’nin seçim kampanyasında seçmenin yüzünü gülümseten tek unsur bu sözlerde: “Biz Ferdi Tayfur dinlerdik, Orhan Gencebay dinlerdik. Niye? Çünkü acılarımız vardı. Arabesk niye vardı? Çünkü bizim çok acılarımız vardı. … Eğer toplumda acı varsa, müziği o acı şekillendirir. Bugün niye arabesk yok? Bugün diyoruz ki ‘pop müzik’. Pop müzik var, çünkü artık acıyı karşılık hale getirecek bir müzik türü kalmadı. Hatta o yılların filmlerine bakın. O yılların filmleri nasıl filmlerdi? İşte minibüsçülerin, kamyoncuların ya da fakir oğlan zengin kız, zengin kız fakir oğlan. Ama bugünkü dizilere, filmlere bakın, bugün dizilerde, filmlerde öyle acılar yok.”

Ünal’ın bu cümlelerdeki mantığını sürdürecek olursak, insanlar pop müzik yapıyor ve dinliyorlarsa, memlekette yoksulluk, çaresizlik, hastalık, işsizlik olmadığından. Diziler, filmler saraylarda, köşklerde, yalılarda geçiyorsa, zengin kız fakir oğlan, fakir kız zengin oğlan hikâyeleri yerine hep zenginlerle zenginler birbirine âşık oluyor, hikâyeler hep mutlu sonla bitiyor, herkes sevdiğine kavuşuyorsa, neden? Artık yeni Türkiye’de böyle acılar yaşanmadığından. Diyelim, AKP seçmeni için yeni Türkiye böyle bir yer. Herkes hayatından memnun, herkes pop müzik dinliyor, herkes yalılarda yaşıyor, herkes kendi dengiyle evleniyor ve herkes çok mutlu. Bir şahlanmamız eksikti. Şimdi o da olacak. Yalnız benden söylemesi, o at biraz huysuz, aman dikkat!


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.