YAZARLAR

Kim kime eşittir, ne neye denk

Nesneleştirme, kendi gündemine uygun haliyle servis etme de mağdur ilan edilenin kaderidir. İşlevsel bulunman gerekir. Kürtler, Aleviler, Rumlar, Yahudiler, eşcinseller, translar, mülteciler bunu iyi bilir.

Matematik sorularında eşittir işaretinin karşısındaki doğru cevabı bulmak için debelenişim, çocukluğumun korkulu rüyasıydı. Her seferinde tek doğru cevap vardı. Benimse doğuştan gelme yeteneğim yoktu, çok çalışmam gerekirdi. Buna rağmen “eşittir”in karşısında doğru cevabı bulamadığım da çok olurdu. Belki de o yüzden kelimelere sığındım. Nereden bilecektim ki hayatta ve yazıda daha da zormuş bulması. Kim kime eşittir, ne neye denktir anlayıp anlatması.

Kaos GL’de “Mucizeler ve mutlu bir gün: Mülteci LGBTİ+lar çizdi, anlattı” başlıklı haberi okurken yeniden düşündüm bunları. Kaos GL Derneği’nin Denizli’de İranlı mülteci LGBTİ+’larla düzenlediği piknikte bir de atölye yapıldı. Medya ve İletişim Program Koordinatörü ama her şeyden önce hikâye anlatıcısı Yıldız Tar’ın düzenlediği atölyenin haberi, en az oradaki ortam kadar eşitlikçi. Mucizesi de burada. Haberde sadece mülteci LGBTİ+ların çizmeleri istenen mutlu günün resimleri ve altına ekledikleri kendi sözleri var. Yıldız şöyle paylaşmış haberi: “Son dönemde yürüttüğüm, parçası olduğum, beni en duygulandıran, umutlandıran atölyeydi. Sadece bir vasıta olmanın haddini bilerek, sürç-i lisan etmediğimi umarak o atölyeden kısa hikâyeler. Hepimizin hikâyesi anlatmaya değer. Ve çok teşekkürler atölyeye katılan herkese. Ben kendi mutlu günümü çizemedim ama içinde David Beckham var:)”

Eşitliğin anahtarlarını bu cümlelerden arayalım mı: parçası olduğum, duygulandıran, umutlandıran, vasıta, haddini bilerek, hepimizin hikâyesi, anlatmaya değer… Karşısındaki kendine denk, hayatı ortak ve eşit üleşilecek bir macera görme hali. Yardım eden, yol gösteren gibi gizil muktedirlikleri reddeden, birbirinden öğrenme, paylaşma ve şaşırma reflekslerini koruyan insanlık. O zaman işte karşındaki de mağdur olmaktan çıkıp bireyleşiyor, kendi biricik hikâyesini anlatmaya cesaret, bunu anlayabileceğine güven duyuyor. Aynı zamanda bu hayatta hepimizin nasıl da kırılgan ve birilerinin, bir yerlerin, bir şeylerin mültecisi olabileceği bilgisi var. Görmek isteyene, taşımaya gücü yetene.

“İlk başta ne çizeceğimi, ne anlatacağımı bilemedim. Ama mutlu gün benim için kelebekler ve at. Özgürce koşabilmek…” diyor biri. Ayakta ölmekten bahsedeni var, düşerken öğrendiğini anlatanı, sadece bilgisayar mühendisi olarak dinlendiği bir konferansı düşleyeni, sevgilisiyle sıradan bir gün geçirmenin mutluluğuyla yetineni. Kendi gibi yaşamanın adı mutluluk. Bu kadar sade ve basit.

MAĞDUR SANSASYONU VERELİM Mİ?

Oysa Uluslararası insan hakları anlaşmalarının hükümsüz kaldığı yerler var. İnsanın insana eşit olmadığı sınır boyları. Eşitsizliğin kimliklere atfen misliyle katlandığı zamanlar. Mülteci ve LGBTİ+ böyle bir kombinasyon. Hatırlayalım, tam da aynı gün sınır dışı edilme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu söylenen iki İranlı gencin haberi vardı. Aynı gün içerisinde Van üzerinden Türkiye’ye geçen biri kadın biri erkek iki İranlı’nın Adana’da alıkonulduğu, sınır dışı edileceklerini öğrenince saçları boyalı genç kadının kendisi ve dövmeli sevgilisi için, “Benim kolumu kesecekler, sevgilimi idam edecekler” dediği anlatıyordu. Yorumlar gecikmedi. Gençlere destek verme amaçlı “Dört milyon Suriyeli’nin yaşadığı ülkeye bu iki genç mi sığmadı” minvalindeki twitlerden akan ayrımcılık çok fazla şeyin göstergesiydi.

Derken o günün akşamında gençlerin İran’a gönderildiği iddiasını yalanlayan haberler geldi. CHP Balıkesir Milletvekili Mehmet Tüm, Adana Emniyet Müdürlüğü ve Adana İl Göç İdaresi Müdürü’yle görüştüğünü söyleyerek şu bilgileri paylaştı: “Öncelikle gençlerin İran'a geri gönderildiği iddiası doğru değil. Gençler 12 Mayıs’ta Adana Valiliği’ne ‘uluslararası koruma’ başvurusunda bulunuyorlar. Başvuruları da kabul ediliyor. Yani gençler şu an sığınmacı pozisyonundalar ve Türkiye’deler. Göç İdaresi, gençlerin durumlarını değerlendirdikten sonra ülkelerine dönmelerinin sıkıntılı olacağını düşünerek gençlere ‘uluslararası koruma statüsü’ veriyorlar. Gençler şu an mülteci olarak koruma altındalar hatta şu an İstanbul’dalar. Bilgilendirme için Adana Emniyet Müdürlüğü ve Adana İl Göç İdaresi Müdürü’yle görüştüm. Gençlerin durumları gayet iyi, dediğim gibi koruma altında, sığınmacı olarak yaşamlarına devam ediyorlar.”

Nesneleştirme, kendi gündemine uygun haliyle servis etme de mağdur ilan edilenin kaderidir. İşlevsel bulunman gerekir. Kürtler, Aleviler, Rumlar, Yahudiler, eşcinseller, translar, mülteciler bunu iyi bilir.

BU YOL NEYE EŞİTTİR?

Sonra Mine Söğüt’ün eşlik ettiği o yola bakıyorum uzun uzun. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gıyabında “Teröristten cumhurbaşkanı adayı olmaz. Kürt kardeşim bu oyunu bozacak” diye meydanlarda bağırdığı HDP’nin Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ı tam 20 aydır Diyarbakır’dan Edirne’ye yol kat ederek ziyaret eden eşi Başak Demirtaş’ın yolculuğuna...

Bir gece öncesinde karşılıklı içilen çay, teklifsizce evde yatıya kalma, cezaevinden gönderilmiş ve özenle kurutulmuş çiçek demetleri, özenle yapılan valiz, hazırlık ve iki kadının içten muhabbeti… "Bana soruyorlar, nasıl bu kadar güçlü olabiliyorsun, diye. İnsan güçlülüğünü haklılığından alıyor. “Yolculuk uzun ama bu yol güzel yol” diyor Başak Demirtaş. Diyarbakır’dan İstanbul’a uçuşu, Edirne’den saatler boyu arabayla süren yolu, o bir saatlik görüşü, on altı yıllık yoldaşlığı, çocukları, günlük hayatı, sevgiyi, adanmışlığı, inanmışlığı paylaşıyor Mine Söğüt’le.

Başak Demirtaş o yolda türlü imkânsızlıklar içerisinde sevdiklerini göremeyen tutuklu yakınlarını anlatıyor. Düşledikleri başka tür bir ülkeyi. “İnsanlar otobüslerle, dolmuşlarla hatta çok yoksullarsa terminalden buraya yürüyerek geliyorlar. Aynı gün evlerine dönmeleri imkânsız. Otel paraları da olmuyor. Çoğu tutuklunun hiçbir yakını gelemiyor bu yüzden görüşe. Tutukladıkları insanları aylarca iddianame hazırlamadan, mahkemeye çıkartmadan içeride tuttukları yetmiyormuş gibi ailelerinden çok uzaktaki cezaevlerine göndererek ayrıca tecrit ediyorlar. O yüzden ben bu uzun yolculuktan yakınmaya hiç hak bulmuyorum kendimde. Bu yolu yapabiliyorum ya, o bile büyük bir şans.”

Sözü Mine alsın güzelim kalemiyle: “Tam ‘Hadi hesaplayalım’ diyeceğim, ‘o tek bir saat için, her hafta bir gün içinde kaç saat yol gidiyorsun?’ Hemen vazgeçiyorum. Başak’ın arada uçağın penceresinden dışarı bakışından ve gözlerini kapatıp kapatıp derin nefesler alışından hissediyorum, bazı şeyler hesap işi değil. O bir saat mesela bir saat değil. O yol da yol değil. Acı bile, bazen acı değil.”

Mine Söğüt benim matematikte, hayatta, edebiyatta takıldığım o eşittir işaretini arıyor sanki. “20 ay, neredeyse 100 hafta, her çarşamba, gidiş dönüş 500 kilometre karayolu, 1100 mil uçuş mesafesi... Toplam kaç saat? Çok saat... Az saat. Zaman görece. İnsan niye unutuyor hep bunu?”

Bu yola eşlik etmek benim için seçim değil, onur.

Kim kime eşittir, ne neye denk; hâlâ soruyorum kendime.

İyi ki de öyle.


Karin Karakaşlı Kimdir?

1972’de İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü’nün ardından Yeditepe Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1998’de öykü dalında Varlık dergisinin Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazandı. Karakaşlı’nın eserleri şunlardır: Başka Dillerin Şarkısı (Öykü, Varlık Yay., 1999; Doğan Kitap, 2011) , Can Kırıkları (Öykü, Doğan Kitap, 2002), Müsait Bir Yerde İnebilir Miyim? (Roman, Doğan Kitap, 2005), Ay Denizle Buluşunca (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2008), Cumba (Deneme, Doğan Kitap, 2009), Türkiye’de Ermeniler: Cemaat, Birey, Yurttaş (İnceleme, Günay Göksu Özdoğan, Füsun Üstel ve Ferhat Kentel ile, Bilgi Üniversitesi Yay., 2009), Benim Gönlüm Gümüş (Şiir, Aras Yayıncılık, 2009), Gece Güneşi (Çocuk Kitabı, Günışığı Kitaplığı, 2011), Her Kimsen Sana (Şiir, Aras Yayıncılık, 2012), Dört Kozalak (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2014), Yetersiz Bakiye (Öykü, Can Yayınları, 2015), İrtifa Kaybı (Şiir, Aras Yayıncılık, 2016), Asiye Kabahat’ten Şarkılar Dinlediniz (Anlatı, Can Yayınları, 2016). Karakaşlı halen Kültür Servisi, Gazete Duvar siteleri ve Agos gazetesinde yazmaktadır.