YAZARLAR

Kediler, insanlar, iyiler ve kötüler

Sen lambanı yakınca karşındaki de, sokak da biraz aydınlanıyor. Hayatına birilerini davet ediyorsun. Vampirler gibi ‘kötü’ insanlar da senin açmadığın bir kapıdan girmiyor aslında. Kötü insan göründüğü kadar çok değil. İnsanların içindeki mümkün kötülüğün dışarı sızmasına çok müsait, çok zor zamanlardan geçiyoruz sadece. Kendi içindeki iyi ve kötüyle tanışırsan başkalarını daha iyi anlayabiliyorsun. Samanlıkta iğne arar gibi aramayı bıraktığında, aradığın şey her neyse mutlaka buluyor seni…

Martı benekli ve tombul, küçük tekir hep biraz ıslak. Aralarında ‘ağaçların mahremiyet alanı’na benzer, makul bir mesafe bırakarak sahildeki bir kafede, aynı kayalıkta takılıyorlar.

Martının bu yerleşik hayatı şaşırtmıştı beni önce. Biraz izleyince, bacağı aksadığı için kayalıktan uzaklaşamadığını anladım. Çaktırmamaya da gayret ediyor uçamadığını. Arada geriniyor, kanat çırpıyor, emekli albay adımları atıyor, etrafı izleyip kayasına geri dönüyor. Kedi de yan kayada oturuyor. Benim masam da karşılarında. Bin yıllık mutsuz bir ilişkiyi dünya acili bir meseleymişçesine arkadaşıyla telefonda Çerkez tavuğu usulü didikleyen bir yan masa konuğu ortamı ‘ilişki terörü’ne boğmadıkça, dünyanın en huzurlu yeri. Kütüphane de değil tabii, ne yapacaksın, vatandaş sonsuz konuşma hakkını kullanacak!

Küçük tekir, bir kedi kabusunu, kayalara çarpan dalgalarla ıslanma rutinini göze alacak kadar sahip çıkıyor kayasına. Bu yer belleme, kedilerin en sevimli huylarından biri. Oturduğum evden sahile inen yollarda, olur olmaz yerleri kendine ev bellemiş sayısız kedi var: Apartman önü kedisi, köşk merdiveni kedisi, camcı önü kedisi, kuaför paspası kedisi… Kasabın önünün kediler için popüler bir mekân olmasını anlayabiliyorum. Ama çiğköftecinin bile sabit kedisi var! Dükkan önündeki havalandırma bacasına tutturmuş o da poposunu. Düzenli olarak bulgurla beslenen biri için gayet de tombul.

İstanbul’da çok hayvansever bir muhitte oturuyorum, sokak kedileri aç kalmıyor genellikle. Kediler arasında da, ihtiyacından fazlasını kaş göz patileye patileye alan ‘zorbik’ karakterlere tek tük rastlanabiliyor tabii. Bu cep Sarumanlarının mutlaka geçmişinde ağır bir travma var bence. ‘Gerekçesiz kötü’ çıkmıyor kedilerden. Daha oburu, açgözlüsü, kavgacısı var ama sosyopat, psikopat kedi yok mesela.

Melankolik kedi de pek yok zannediyordum, yakın zamanda bir tanesine rastladım. Sahile inen merdivenlerde oturan üzgün kız. Hep öyle aynı gün içinde hem yaşadığı evden atılmış hem de cam önü flörtünü en yakın arkadaşıyla sokakta basmış da dünyaya küsmüş gibi bir hâli var. Gide gele, seve seve, besleye besleye gözünün biraz açıldığına şahit oldum. O düzenli Valium kullanan ‘umutsuz ev kadını’ bakışlarının bir nedeni de sanırım zor bir hamilelik geçiriyor olması. Dün yanına yaklaştığımda herhalde parfümümden tanıyıp gözü kapalı, göbeğini sevilmeye açtı ki bunu yapan kedi en asil duygunun kedisidir bilirsiniz: Size koşulsuz güveniyordur. Nemlenen gözlerimi çaktırmadan sile sile, döne döne sevdim pıtırcığı.

Kedilerle ilişkilerde her şey yerli yerinde, tam olması gerektiği gibi. “Nedir bu kedi çılgınlığı?” deniyor ya, bence olay bu. Sevgi gösterince, güvenle karşılaşıyorsun. Yersiz kıllanmalar, gıcık olmaya yer aramalar yok. En travmatik deneyimlerden geçmiş, sakınmacı kedi bile bir zaman içinde anlıyor senden bir zarar gelmeyeceğini. Dokunulmaktan hoşlanmayan daha vahşi tabiatlı kediler var, onu da haldır huldur sevmeye girişmeden, yoklayarak anlayabilirsin. İstemiyorsa tırmalamadan önce uyarır. (Kedi hayır diyorsa, hayırdır!) Onun dışında, barışçıl kişiler genellikle.

Çünkü kediler, bilir. Koca dünyada her kedinin minik poposunu sığdırabileceği bir yerin olduğunu. Koca evin iki kediye dar gelmeyeceğini. Bir kayalıkta aksak bir martıyla pekala beraber yaşanabileceğini.

Böyle sık sık kedi, sahil, ağaçtan bahsedip paylaşınca insanlardan kaçan bir tipmişsin gibi görünüyor olabilir. İlgisi yok. Hep, arzu ettiğimden daha insan canlısı biri oldum: Çok dışadönük bir içedönük. Bir yazarın yazma, okuma, izleme disiplinini sürdürebileceği sosyalliğin sınırı da bu galiba. Yaptığınız, çoğu çılgın deadlinelı işler de (dün değilse yarındır!) vaktinizin önemli bir kısmını alıyor zaten.

Bir de lüzumundan çok fazla ‘dış ilişkilenme’ insanı zehirliyor bence. En çok şikayet edilen şey yalnızlık ama herkesin de görünürde, vakit ayırabileceğinden fazla arkadaşı var. Tanışları da arkadaş saymaya erken heves ediyoruz. Arkadaşlık, kan ısınmasının yalnızca başlatıcı olduğu, tercihen uzun bir süreç. Farklılığa sabır, emek ve şefkat, arkadaşlığın, yakınlığın yüzde doksanını oluşturuyor ki günümüz insanının en az sahip olduğu şeyler de bunlar. Bu seçenek bolluğu yanılsaması içinde aşka yaptığımızı arkadaşlıklara da yapar hale geldik. Kimse kendini incitmiyor, tatlı canının sıkıldığı yerden dümeni kırıveriyor. (N’apıcan, hayat zor…)

Son yıllarda çok işittiğim bir söz var: “İnsanlardan korkuyorum.” Bu sözü çok sık eden insanlardan bazılarının öyle davranışlarına rastladım ki, ben de insanlardan korkuyorum diyen insanlardan korkar oldum, ne yalan söyleyeyim! İlke olarak etmiyorum bu sözü. Ne korkacağım insanlardan, aman!

İnsan çapı, sınırları belli bir yaratık. Herkes “önce ben” diyor mesela, bu cepte. Bazı fedakarlık biçimleri bile güzelce çarpıtılmış bencillikten başka bir şey değil. Önden veriyor coşkuyu ki hayatına sınırsız giriş bileti edinsin. Gerçi o tür 80 ay vadeli cazip fedakarlık teklifleri bile eski moda bir şey halini aldı. Düz bencillik daha popüler.

Kedili, martılı mekânı çok seviyorum. Çünkü tanışım martı ve kediyle kafa dinleyebiliyorum orada. İnsan iyidir, arada bir insansızlık da iyidir.

Bir yıldan kısa sürede çok şey kaybettim. Böyle denince gereğinden hazin geliyor kulağa. Babamı kaybettim ki sonrasını az çok manasız kılan bir giriş bu. Hayatın, akışın gereği olan irili ufaklı şeyleri çok da trajikleştirmeden karşılamak gerekiyor…

Çok da fazla şey kazandım bir yılda. Bu yazılar sayesinde bile sırf, umduğumdan çok daha fazla güzellikle karşılaştım, güzel okur, güzel insan tanıdım. Şanssızım dersem ayıp etmiş olurum.

Son bir yılda çok fazla şey oldu. Sırf bana olmadı. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki hiçbir şey sırf bize olmuyor. TV sektöründe sıkça rastlanabilen haksızlıklar, sürgit kaos, beni her an başa bir şey gelebileceği duygusuna epey alıştırmış. O ‘pis adrenalin’le yaşamayı öğrenmişim. Ülkeyi içine alan dev haksızlıklar dalgasının etrafımdaki başka insanları nasıl vurduğunu, haksızlığın daha kitlesel biçimlerini gördüm. Akademinin içinde olmasam da çok akademisyen yakınım, tanıdığım var. Çoğu karınca incitmez bu düşünceli, zarif, olgun insanların hayatının hallaç pamuğu gibi nasıl bir anda savrulup atıldığını elim kolum bağlı seyretmek durumunda kaldım, hepimiz gibi. Buna rağmen de vakarlarını yitirmediklerini, çirkinleşmediklerini. Üretmeye ve umut etmeye devam ettiklerini. Muhakkak herkes kendince yaşıyordur kötü süreçleri, benim tanıdıklarım genelinde gözlediğim bu. (İçlerinden birinin, yazılarını çok sevdiğim Murat Sevinç’in son yazısını buraya iliştireyim de okumadıysanız ne olur okuyun, içiniz ışıl ışıl olsun.)

İnsandan beklenebilecek olan da bu. Kısa vadeli de olsa, elbet devran dönecek de olsa şahsi mutsuzluk, aşırı talihsizlik, haksızlık durumları bile bir insanı sağa sola sardıran kötücül biri haline getirmiyorsa, o insan iyidir. Hatta çok iyidir! Çıtayı bundan yüksek tutmak hiç inandırıcı değil. Kedi kadar onurumuz olsun ve ‘zor zamanlarda’ az çok köşemize çekilip yaralarımızı sabırla yalamayı öğrenelim, yeter.

Kedileri hep severdim, son bir yılda kediliği de biraz öğrendim. Yalnızca sessizlikte iyileşebilecek bazı yara bere, çizik türleri olduğunu. Öyle anlarda esas durmazsak, düşeceğimizi.

İnsan, iyisi kötüsüne aşağı yukarı denk gelen, zor, kusurlu, eksik bir yaratık. O kusurumuz içinde güzeliz. Tüm kuyruğu dik tutma halleri içinde düşe kalka, daima öğrenen çocuklarız aslında. Çok da istemezdim, ama bu bir yılda ben, ‘büyüdüm’. Çocukluk baki, bir ara yetişkin olmayı da öğrenmek gerekiyor galiba. Hepimize nasip olsun.

İnsan kusurlu bir yaratık. O kusur içinde birbirine zaman zaman dokunabiliyorsun. Sen lambanı yakınca karşındaki de, sokak da biraz aydınlanıyor. Hayatına birilerini davet ediyorsun. Vampirler gibi ‘kötü’ insanlar da senin açmadığın bir kapıdan girmiyor aslında. Kötü insan göründüğü kadar çok değil. İnsanların içindeki mümkün kötülüğün dışarı sızmasına çok müsait, çok zor zamanlardan geçiyoruz sadece. Kendi içindeki iyi ve kötüyle tanışırsan başkalarını daha iyi anlayabiliyorsun.

Samanlıkta iğne arar gibi aramayı bıraktığında, aradığın şey her neyse mutlaka buluyor seni…

Aynı gün içinde beş yaşında, yüz yaşında, tam olduğun yaştasın. Zayıf yanların var ama aciz değilsin. Sandığından çok daha güçlüsün, başına gerçekten kötü bir şey geldiğinde anlarsın bunu. Yaşama hevesi ve sevgi her şeyden üstün. Bütün savaşlar, kıtlıklar, yokluklardan bugüne kadar gelen insanlık, bunun kanıtı.

İçinde karanlık da var, aydınlık da. Bembeyaz bir kedi de var, kara, yırtıcı bir kuş da. Kediyi bul, kuşu sal, montunun yakasını kaldır, sırtını dikleştir, azıcık bir fiyakan da olsun… Sadece ‘yürü’. Yürümek herkese iyi gelir.


Zehra Çelenk Kimdir?

Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.