YAZARLAR

Durduk yerde işgüzarlık yapanlar dışlandı

CHP “sol kanadı” kırpmak istemiş olabilir. Partiyi “merkeze çekmek” amaçlanmış olabilir. Şuna buna “iktidar alternatifiyiz” havası verilmek istenmiş olabilir. Hepsi olabilir. Fakat, izin verirseniz, memleketin siyasî gelenek ve teamüllerine ve yerleşik müesseselerinin köklü tarihine bağlı kalarak, “müdürün rahatını bozma” etkenini birinci sıraya yerleştireceğim.

CHP’nin milletvekili aday listesi, yarattığı soru işaretleri ve tepkiler, hakkındaki sayısız yorum ve değerlendirme, küstürdüğü, kızdırdığı insan sayısı ve akla getirdiği bıktırıcı hatıralarla iki gündür esas mevzu.

CHP’nin listesinde hemen göze çarpan ve haliyle ilk anda büyük gürültü koparan olgu, kamuoyunun en faal CHP’liler olarak tanıdığı bazı isimlerin dışlanmış oluşuydu. İkinci olarak, partiye bilgi birikimi, genişleyen bakış açısı ve parti politikalarına teorik derinlik ve sağlamlık getirebilecek şahısların önemsenmemiş oluşu buna eşlik etti.

(İsimler saymak riskli, zira eksikler kalabilir. Burada bazı isimler geçecek; umarım ismi anılmayanlar bundan ötürü bozulmaz. Derdimiz bir meseleyi anlamak. Hiç isim vermeden anlatamayacağım için bilerek eksikli yola başvuruyorum; kusuruma bakılmasın lütfen.)

İlk kategoriyi temsilen, özellikle gazeteci davalarında her an hazır ve nâzır Barış Yarkadaş’ı, ikincisi için ise İbrahim Kaboğlu’nu sayalım. Kaboğlu kadar sözü edilmese de, Yüksel Taşkın’ın muhtemelen seçilemeyeceği 18. sıraya konmasını es geçmemeliyiz. İlk kategoride, parti açısından işlevi ve temsil yeteneği Melda Onur kadar yüksek bir kimsenin bir defa daha dışlandığını hatırlamalı, Zeynep Altıok Akatlı’nın dışarıda bırakılmasının simgesel önemini ihmal etmemeliyiz. Selina Doğan’ı da üçüncü bir dışlananlar kategorisini temsilen saymalı mıyız? Neredeyse hiç sorulmayan bu soruyu da hatırlatmış olayım.

BENZER YORUMLAR, ORTAK TESPİTLER

CHP’den dışlananlar üzerine çok yazıldı çizildi. Haliyle. Meslektaşlarımızın önemli bölümü, listenin birtakım “şifreler” içerdiğini ileri sürdüler. Değerlendirme yapanların çoğu, parti merkezinin tercihlerini kabaca “sol kanadın dışlanması” başlığı altında topladılar. Evrensel’de Fatih Polat, partinin “marjinal yüklerden kurtulma”yı yeğlediğini yazdı. Çünkü -buna göre- parti kendini “uluslararası sermaye, dünya ve Türkiye’deki etkili egemen güç odakları açısından iktidar alternatifi” haline getirmeye, bu yüzden “merkezin sağına daha açık duran bir CHP” olmaya çalışıyor.

Artı Gerçek’te Candan Yıldız, “zengin erkek” ve “müteahhit erkek” adayların “bolluğu”na dikkat çekti, sözü meselenin başka boyutuna getirdi. “Tazminat hakları gasp edilen maden işçilerini, yoksul aile çocukları askerlerin kışlalarda yemekten zehirlenmesini takip eden, firmaları teşhir eden, peşini bırakmayan”, “siyasette taban-vekil ilişkisinin sorumluluğunu canlı tutan bir isim” diye nitelediği Tur Yıldız Biçer’in liste dışı bırakılmasını örnek olarak alıp, CHP’nin aday belirlemedeki tutumunun “siyasetin çöküşüne neden olan şey”in, yani “taban-parti arasında organik bağ kurulamayışı”nın ifadesi olduğunu ileri sürdü.

Bu konudaki değerlendirmesine -bu süreçteki kişisel macerası nedeniyle- doğal olarak özel dikkat göstermek gereken Murat Aksoy, yine Artı Gerçek’te, CHP’nin “mevcut koşullar nedeniyle ‘merkez’e yöneldiği” yorumunu destekledi, partinin içindeki “çoğulculuğu” azalttığını, “parti disiplini[ni] olabildiği ölçüde artırdığınıyazdı. Aksoy, bu “merkez”e yönelip birilerinin gözünde alternatif olma meselesini fazlasıyla kibar üslûpla tasvir etti: Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun, “CHP’yi Türkiye’nin içinde bulunduğu koşulları değiştirebilecek güçte bir partiye dönüştürme yolunda bir adım daha attığı[]” söyledi. Sanırım adımın “devlete doğru” atıldığını anlamalıyız.

'MERKEZ' KİM? NEYİ NEDEN YAPAR?

Aday belirleme sürecinin genel merkezdeki altı-yedi kişinin yetkisinde oluşunu, bu bir avuç siyaset bürokratının, şüphesiz kendi konumlarını koruma güdüsünü her şeyin önünde tutarak, “şunu attım, bunu aldım” yapabilmesini, yerel örgütlerin bu süreci sizin benim kadar uzaktan izlemek zorunda kalışını “baskın seçim” koşullarında sorun etmek lüks sayılıyor. Bunların lüks sayılmadığı zaman da pek bilmiyoruz zaten. Geçen ön seçimde en fazla oyu almış adayı hiçe sayıp, merkezden -bu adayın geride bıraktığı Deniz Baykal’ı- aday tayin ediyorsanız, partinizin zihniyeti, dolayısıyla topluma vaaz edeceği, sunacağı, eline güç geçirirse icra edeceği şeyler de buna göre şekilleniyordur. Aksini düşünmek pek tuhaf.

CHP Antalya İl Başkanına soruyorlar vaziyeti, şöyle diyor: “İl görüşleri, ilçe görüşleri soruldu. Mevcut milletvekillerin durumunu genel başkanımız kendi değerlendirdi. Bununla ilgili bizim herhangi bir bilgimiz yok. Genel Başkanımız Meclis’teki ve dört yıldaki durumları inceleyerek bu kararı almıştır.” Tek adam diktasına gidişi durdurup demokrasiyi yeniden ihya edecek parti için pek vaatkâr bir manzara değil…

Peki CHP merkezi, aday listesini merkeze kayma ve egemen güç odakları nezdinde iktidar alternatifi olma kaygısı ve hedefiyle mi düzenledi?

Şu koşullarda baş köşeye geçmesi herkese pek isabetli görünen bu soru, ne yazık ki, CHP’nin tarihine ve iç dinamiklerine bakıldığında bu gösterişli makamını elden kaçırıyor, paspal arka koltuklara sürükleniyor. Zira soru, hem CHP’nin ne oranda siyasî parti, ne oranda devlet kurumu olduğu meselesini hem de CHP’nin tepelerinde süren hayata hangi temel güdülerin yön verdiğini es geçiyor.

CHP ve MHP, parti olmalarının yanı sıra birer devlet kurumudur. Daha doğrusu, birer devlet kurumu olmalarının yanı sıra partidirler. Ne kadar siyasî partidirler? Bunlar gerçek sorulardır. Ancak bu kurumlar, varolabilmek ve işlevlerini yerine getirebilmek için aynı zamanda parti gibi davranmak durumundadırlar. İlaveten, çatıları altında topladıkları veya peşlerine takabildikleri kadrolar ve kalabalıklar bu yapılara parti muamelesi yapma eğilimindedir. Bu yüzden bu iki yapının tepesindekiler sık sık içeride birilerini hizaya sokma gereği duyarlar.

RUHEN BÜROKRATLARIN YERLEŞİK NİZAMI

CHP, devlet kurumluğunu sıyırıp kendisini siyasî parti haline getirmek isteyenleri bastırmaya, susturmaya, pasifize etmeye, dışlamaya programlı bir yapı. Merkez bürokratları var. Bunlar kendilerini her şeyden önce devletten sorumlu sayar.

CHP içerisinde, Erdoğan’ın tek adam diktası veya başka türlü bir rejimi çok da fazla ayırt etmeyecek, kafasına takmayacak, zaman zaman çıkıp iktidara yönelik sert sözler de edebilecek, milletvekilliği veya başka takım elbiseli, korumalı, siyah arabalı… Kısaca ifade edelim “itibarlı” rolleri oynayarak sıradan insana göre üstün yaşam sürecek ve hayat gayesi bundan ibaret kalacak kim bilir kaç ruhen bürokrat, ruhen devlet adamı var. Kadınlar da var şüphesiz, fakat bu türde erkekler genellikle ezici çoğunluk oluşturur.

Tek adam diktasında varolacak kaçınılmaz “ikinci parti”, muhaliflerin “mecburiyet partisi” kimliği altında bir nevi ayrıcalıklı yaşam sürmekten rahatsızlık duymayacak ruhen bürokratların gözünde, Sur’da dolaşıp raporlar hazırlayan milletvekili, durduk yerde çarka çomak sokan bir işgüzardır haliyle. Hak ihlallerini kovalayan, iktidarla mütemadiyen papaz olan, -yine durduk yerde!- gürültü çıkaran, üstelik, seçmeni rahatsız edecek Kürdî mevzulara filan dalan da işgüzardır.

İşgüzarlar hep durduk yerde hadise çıkarırlar. Başa bela açarlar. Rahat bozarlar.

“Durduk yerde” terimini neden durmadan kullanıyorum? Çünkü bu, anahtar kavram, değerli okurlar. Çünkü söz konusu ruhen bürokratlar için esas olan “durmak”tır. Onlar dururlar. Öyle yapışırlar koltuklara masalara, dururlar. Deniz Baykal denen zat, açıkça dayanakları oluşturulmuş, sonuçları açıklanmış, anlaşılabilir somutlukta herhangi bir siyasî tavır ortaya koymaksızın on yıllarca orada öylece durabildi. CHP’nin tepelerine doğru bakın, orada öyle duran ne çok insan göreceksiniz. Türkiye’deki siyasî-toplumsal sorunlar onları yerinden kıpırdatamaz. Doğrulmalarına, eğilmelerine, kalkmalarına, fısıldaşmalarına veya bağrışmalarına yol açabilecek şey, parti içi iktidar mücadelesidir. Türkiye’deki iktidar mücadelesiyle mecburen ilgilenmek durumunda kaldılar, Erdoğan+AKP bildik yerleşik genel nizamı altüst ettiği ve bizzat CHP parti bürokratlarının bildik yerleşik nizamını tehdit ettiği için.

Bu yargı aşırıya kaçmış görünüyorsa şöyle sorayım: CHP İlhan Cihaner’i neden dışlar? Sosyal demokrasi kavramının civarında dolaşılan bir siyaset ortamına ufuk genişliği ve hareket getirebileceği belli olan Cihaner’in kenara itilmesine acaba hangi yetersizliği yol açtı? Hepimiz biliyoruz ki, sebep yetersizlik değil. Bir fazlalık. Hayır, Cihaner’in bir kısım CHP’liye fazla sol görünen siyasî görüş ve tavırlarının esas sorun olduğunu sanmıyorum. Parti içi muhalif hareket örgütlemesi de şimdi bahsedeceğim “tehlike” kadar önemsenmemiştir. Onun dışlanmasına yol açan, şöyle bir fazlalık: Cihaner, CHP’yi faaliyeti merkez bürokratlarının tahammül edebileceği sınırların ötesine taşan bir siyasî parti haline getirmek isteyenlerden. Bu yüzden dışlandı.

Tıpkı davaydı, gözaltıydı, polis şiddetiydi, hak ihlaliydi, oradan oraya koşturan, Meclis’ten, olay yerlerinden canlı yayın yapan ve bizzat koşturmalarıyla, varoluş tarzları durup oturmaktan ibaret olanları ister istemez -durduk yerde!- teşhir edenler gibi.

CHP “sol kanadı” kırpmak istemiş olabilir. Partiyi “merkeze çekmek” amaçlanmış olabilir. Şuna buna “iktidar alternatifiyiz” havası verilmek istenmiş olabilir. Hepsi olabilir. Fakat, izin verirseniz, memleketin siyasî gelenek ve teamüllerine ve yerleşik müesseselerinin köklü tarihine bağlı kalarak, “müdürün rahatını bozma” etkenini birinci sıraya yerleştireceğim.

Durduk yerde işgüzarlık yapanlardır yani, liste dışı bırakılanlar.