YAZARLAR

24 Haziran bir son mu?

24 Haziran uzun sürmüş bir gecenin sabahı olmayacak. 12 Eylül ara rejiminin yaklaşık kırk yıl sonra yeniden ortaya çıkan sureti olarak hareket eden siyasal iktidarın ülkeyi bir bütün olarak sürüklediği batağın hesabı, seçimlerle görülmeyecek.

24 Haziran’da başlayan süreç Türkiye’de yeni bir dönemin başlangıcı olacak. Bu iddiayı iyimser ya da karamsar duygulardan uzak bir görü olarak dile getiriyorum. Seçimlerin sonucunda oluşacak tablo ne olursa olsun, demokratik meşruiyetini kaybetmiş, ülkeyi yönetilemez duruma getirmiş bir siyasal iktidarın aldığı “çok erken” bir seçime gidiyoruz. Çok erken olmasında ülkenin uzun vadede yönetilemez hale getirilmesinin etkisi olduğu kadar, kısa vadede çevrilemez bir halde olmasının da etkisi var. Gerçeklik ile bağı kopmuş, çöküşü gözünü kapatarak izleyen, göz kapaklarının ardında daldığı hülyalara halkı inandırmak isteyen AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı, attığı her adımda krizi biraz daha büyütüyor, gerçeğin acımasız dünyası ile yurttaşı karşı karşıya getiriyor. Sonra gözlerini yine kapayıp fantezilerine dönüyor. Bütün bu olan biten, nüfusunun yarısına yakını borçlu bir ülke, mutlak olarak değer kaybeden bir para, katma değer üretmeyen bir ekonomi, siyaset üretme kapasitesini yitirmiş bir parlamento, adalet üretme kapasitesini yitirmiş bir yargı, bilgi üretme kapasitesini yitirmiş bir üniversite, gerçeği yayma kapasitesini yitirmiş bir medya düzeni içinde cereyan ediyor. Ülkemiz bütün kurum ve değerleriyle, gökdelen ve köprüleriyle, duble yol ve havaalanlarıyla, HES’ler ve nükleer santralleriyle birlikte hepimizin üzerine çöküyor.

Bu çöküş gözler ne kadar kapatılırsa kapatılsın 8 Haziran’dan beri görülüyordu. 2015 Haziran’ından 1 Kasım’a varan şiddet sarmalını bu yüzden yaşadık. Bu yüzden 20 Temmuz 2016’dan beri atipik OHAL KHK’leri ile yönetiliyoruz. Bu yüzden 16 Nisan plebisiti yapıldı ve bu yüzden siyasal iktidar bir ara rejim suretinde hareket ediyor. Son olarak bu yüzden “çok erken” bir seçim sürecine girdik. Artık uzun, orta ve kısa vade değil, çok kısa vadede de üzerimize bütün olarak çöken düzenin sürdürülebilme olasılığı yok. AKP her hareketinde çekildiği bataklıkta debelenerek ipini elinde tuttuğu bütün bir siyasal aygıtı, ona destek olan tüm unsurlar ve destek olsun olmasın tüm nüfus ile birlikte geçiş sürecini biraz daha zorlu hale getiriyor.

AKP'NİN SON DEMLERİ, 12 EYLÜL'Ü KENDİ SINIRLARINA VARDIRMIŞTIR

24 Haziran uzun sürmüş bir gecenin sabahı olmayacak. 12 Eylül ara rejiminin yaklaşık kırk yıl sonra yeniden ortaya çıkan sureti olarak hareket eden siyasal iktidarın ülkeyi bir bütün olarak sürüklediği batağın hesabı, seçimlerle görülmeyecek. Daha anayasadan önce çıkarılmış 2547 Sayılı YÖK Kanunu'nun merkezileştiremediği alanları da merkezileştirerek üniversite olgusunu ortadan kaldıran 12 Eylül’ün AKP sureti olmuştur. Kamu çalışanlarını 1402 Sayılı Kanun'dan aldığı yetkiyle görevinden alan sıkıyönetim komutanlarının yerini, ihbarcı ibişler hukuka kanuna ihtiyaç duymadan doldurmuştur. Askeri mahkemelerin yerini bugün çok daha etkili birer hükümet organı gibi çalışan sulh ceza hakimlikleri almış, sivil yargı askeri yargıdan daha hevesli olarak ortaya çıkmıştır. 12 Eylül zindanlarında işkence yok diye çırpınan medya ajanları bugün yerini kimin tutuklanacağına kimin kovulacağına karar veren tetikçi televizyon yüzlerine bırakmıştır. 12 Eylül’ün siyaset yasakları daha etkili bir yol ile aşılmış, siyasetçiler doğrudan cezaevlerinde tutulmaya başlanmıştır. 12 Eylül faşizminin kurduğu ara rejimin zoraki anayasal düzene geçme vaadinin yerini sürekli bir anayasasızlık ve keyfi idare biçimi almıştır. Elinde Kur’an ile miting miting gezen general yerini, dini alenen siyasal serveti haline getirme uğraşındaki beyefendiye bırakmıştır –Seçim kampanyasının ramazan ayına getirilmesi ne kadar tesadüftür? Camilerde yapılması muhtemel propaganda hangi yollarla denetlenecek, nasıl sonuçlanacaktır?- Özcesi, AKP’nin son demleri, 12 Eylül rejimini kendi sınırlarına vardırmıştır. Geçiş sürecindeki Türkiye, bütün kurumlarıyla yeniden organize edilmelidir ve bu seçime indirgenebilecek strateji ile çözülemez. Ayrıca, bu koşullarda, bizzat seçimler de seçime indirgenemez.

SEÇMEN VE MUHALEFET

Bu son cümlenin iki açıdan anlamı vardır. Birincisi seçimlere girecek siyasal partiler ve başkan adayları için. İkincisi ise seçimlerde oy kullananlar bakımından. Seçimlere girecek olanlar vaatlerini ülkeyi bir sonraki dönem nasıl yöneteceklerini açıklamak üzerine kuramazlar. Çünkü bütün kurumlarıyla bataklıkta debelenen bir ülkede, seçimlerin güvenliğinin, seçim sonuçları sonrasında olup biteceklerin bile tartışma konusu olduğu bir siyasal atmosferde vaat sıradan bir seçim kampanyasının konusu olamaz. Seçime gireceklerin 24 Haziran vaadi, bir sonraki döneme değil ülkenin geleceğine dayanmalıdır. Bunun anlamı ise muhalefetin vaadinin ortaklaştırılmasıdır. Bu ortak zemin ise ülkenin geleceğinin demokratik bir zeminde kurumların yeniden inşa edilmesi, anayasal güvenceler sağlanması ve ülke genelinde siyasal ve toplumsal barışın tesis edilmesidir. Bu da yeni bir anayasa ve siyasal partiler kanunundan başlayarak bütün siyasal kurumların yeniden düzenlendiği bir demokratik geçiş sürecini varsaymayı gerektirir.

Seçimlerde oy kullanacaklar açısından böyle bir seçimin anlamı da klasik seçmen kavrayışını aşar. Dolayısıyla olağan seçimlerdeki davranış ile kendisinin dahi siyasal krizin bir göstereni olduğu böylesine bir seçimdeki davranış zorunlu olarak birbirinden ayrıdır. Bir ara rejimin, fiili olarak yürüyen bir rejimin ülkeyi sürüklediği tamam mı devam mı sorusuna verilecek yanıt, halkın seçmen niteliğinden ziyade kurucu niteliğine yani bizzat halk olarak varoluşuna sorulmuş bir soru niteliğindedir. Dolayısıyla seçime girecekler kadar seçimde oy kullanmaya gideceklerin de motivasyonu bir sonraki döneme ilişkin değil ülkenin geleceğine odaklanmıştır.

Seçimler ve sonrasının temel stratejisi seçmenin seçmen niteliğini aşan kurucu gücü ile muhalefet partilerinin muhalefet partisi niteliğini aşan demokratik zeminlerinin kesişimi olacaktır, bugün değilse yarın.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.