YAZARLAR

Acil seçim güvenliği, adil seçim güvencesi

AKP’nin seçim ittifakı yasası olarak bilinen torba değişiklik ile hem seçim adaletini hem seçim güvencelerini askıya aldığını söylemek bir şeydir evet, fakat bunu herkes biliyor. Asıl politik olan bunu yapan iktidara yaptığının söyletilmesidir, onu seçim güvenliği ve adil seçim alanına çekmek, bu konuda söz söylemek zorunda bırakmaktır.

Aylar önce AKP iktidarı devreder mi sorusunu temel alan bir yazı yazmıştım. Bu soruyu sorulabilir kılan siyasal ortam bir ülkenin geleceği için büyük bir endişe kaynağıdır. Meşruiyetini ve gücünü kaybetmiş bütün iktidarların başvurduğu yolların alasını izleyen AKP’nin seçim günü yapabileceklerinin işareti bugüne kadar birçok anda ortaya konmuştur. Fakat bilinmesi gereken Türkiye demokrasi tarihi, bu yolları açanların nasıl o yollara gömüldüğünü de çok kere göstermiştir. Örneğin, çok partili hayata geçiş yıllarında Demokrat Parti’nin büyümesini ve örgütlenmesini engellemek için seçimleri bir yıl öne alan CHP, iktidarın el değiştirmesinin yolunu açmıştı. Özal yerel seçimleri öne almak istediğinde referanduma gidilmiş, referandumda çıkan yüzde 65 hayır oyu ile Özal’ın düşüşü başlamıştı.

AKP 24 Haziran’a meşruiyetini kaybetmiş ve gücünü uygulayamaz hale gelmiş bir siyasal iktidar olarak gidiyor. Gezi ile başlayan bu süreç 7 Haziran’da sonlanmıştı. Fakat AKP demokratik seçenekleri ortadan kaldırma yoluna giderek iktidarda kalmayı seçti, çoğunluğu kaybetmesinin ardından iktidarını devretmesi gerekirken başka yollar denedi. Denediği her yolun ardından meşruiyeti daha da azaldı ve gücünü devlet yönetiminde uygulayamaz hale geldi.

AKP'NİN ÇÖKÜŞÜ

8 Haziran’dan 1 Kasım’a giden süreci hatırlıyorsunuz, ülkeye hakim olan kaosun ardından seçimlere gidildi, AKP alternatifinin kaos olduğu imasını gerçek bir kaotik ortamla gösterme şansı buldu. 1 Kasım’da gelen iktidarın ardından 2016 Temmuz’unda askeri darbe girişimi geldi ve ardından tüm ülkede olağanüstü hal ilan edildi. Olağanüstü hal, darbe girişimi ile ortaya çıkan tehditleri ortadan kaldırmaya dönük tedbirleri almaktan çok muhaliflerin tasfiyesi ve sivil toplum üzerinde bir sopa olarak kullanıldı. Milletvekilleri ve seçilmiş belediye başkanları cezaevlerine kondu. Medya bir bütün olarak satın alınmaya çalışıldı. Bunları yaparken de bütün muslukların başına tek bir kişi kondu.

2017 yılı Nisan'ında, bir yandan bunlar olurken, evrensel demokratik standartların uzağından bile geçmeyen koşullarda Türkiye’nin anayasal rejimini değiştirmek için referanduma gidildi. Referandum sırasında ve sonrasındaki usulsüzlük iddialarının vardığı son nokta referandumun sonucunu belirleyecek iki buçuk milyon mühürsüz oyun geçerli sayılmasıydı.

Elinde sınırsız olduğu varsayılan servet, birikmiş bir güç olmasına karşın AKP 2019 seçimlerinde seçimleri ve normal koşullarda iktidarı kaybedeceğine emin. Başka türlü erken seçime gidilmeyeceğini Türkiye’de yaşayan herkes istisnasız olarak biliyor. CHP’nin DP’ye yaptığına benzer biçimde İyi Parti’nin örgütlenme çalışmaları henüz tamamlanmadan seçimlerin öne alınmasının nafile biçimde kendine yarar sağlayacağını düşünüyor.

SINIRSIZ BİR GÜCÜ KULLANAMAZSINIZ

Sınırsız olduğu varsayılan gücü ile satın aldığı bütün o devasa medya kuruluşları izlenmiyor, tek bir fikir, tek bir güçlü görüntü çıkmıyor o iktidarla bezenmiş azametli ekranlardan. İktidarını baskı araçlarıyla doğrudan doğruya hissettirdiği yargı çalışmıyor. Savcılar Türkiye’nin geleceğine ilişkin en kritik davalara iddianame diye polis fezlekesi sunuyor, hakimler bu davalarda karar veremiyor. Bürokrasi kilitlenmiş durumda. Bakanlık müfettişlerinin önemli bir kısmı seçim olması nedeniyle kimseyi üzmemek için inceleme yapmıyor, bürokrasi dilekçe almaya, idareciler dilekçelere yanıt yazmaya korkuyor. Ankara’nın göbeğindeki, 12 Eylül cuntasının kırılmasının sembollerinden olan İnsan Hakları Heykeli polis kordonu altında, Ankara’nın göbeğinde bir seyyar karakol var. Demek ki siyasal iktidar, baskı araçları dışında hiçbir yolla yönetemiyor, açıkçası sınırsız görünen gücünün sınırları tam da gücünü en çok gösterdiği alanlarda ortaya çıkıyor. Polisin İnsan Hakları Anıtı'nı kuşattığı anda kolluk kuvveti, medya açıkça propaganda yaptığı anda yayınların gücü, yargı, hukuk ve vicdanın dışında oluşturulan kanaatlere göre davrandığı anda adalet duygusu işlevlerini yitiriyor. Sınırsız olarak varsayılan gücün kendi sınırlarına nasıl taşındığının, kendi kendini nasıl yok ettiğinin en açık örnekleri bunlar. Tabii açıklığı iktidarın devrinden sonra ortaya çıkacak.

Seçimlerin 24 Haziran gibi erken bir tarihe çekilmesi, o sınırsız olduğu varsayılan iktidarın meşruiyet ve onay talebini karşılayacak tek mümkün ortam olarak önümüzdeki yazı görmesindendir. Fakat herkesin farkında olduğu bu antidemokratik girişimin tarihteki eğilimi değiştirmeyeceği, aksine güçlendireceği açıktır. Getirilen seçim kanunundaki acizlikler, muhalefetin seçimleri denetlemesinin önüne açık engeller konması, AKP tarafından atanan memurların –bunlar mülakat denilen torpil, tarikat, şebeke üçlüsü ile göreve gelmişlerdir- sandıklara hakim olması, jandarmaya istediği zaman müdahale etme olanağı verilmesi vs. bunların hepsi, AKP’nin 7 Haziran’dan sonraki anti demokratik tavrını sürdüreceğinin işareti olarak okunmalı, seçim değil sadece onay istediği bilinmeli, fakat burada kalınmamalıdır.

Burada kalınmamalıdır, çünkü 24 Haziran’da yapılacak olan ne derseniz deyin hâlâ bir seçimdir. Muhalefetin seçim sürecine giderken yapması gereken prosedürleri siyasallaştırmak, onları kitleselleştirmektir. Bunun aracı kamuoyu önünde iktidarı seçimlerin adil olacağını, demokratik seçimlerin muhalefetin iktidara gelebilme ihtimali için yapıldığını kabul ve ilan etmeye zorlamaktır. Türkiye demokrasisi içinde bütün siyasal partilerin seçim adaleti ve seçim güvencesi üzerinde uzlaşmalarından daha doğal bir şey olamaz. AKP’nin seçim ittifakı yasası olarak bilinen torba değişiklik ile hem seçim adaletini hem seçim güvencelerini askıya aldığını söylemek bir şeydir evet, fakat bunu herkes biliyor. Asıl politik olan bunu yapan iktidara yaptığının söyletilmesidir, onu seçim güvenliği ve adil seçim alanına çekmek, bu konuda söz söylemek zorunda bırakmaktır.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.