YAZARLAR

Leningrad’da kasvetli bir sonbahar

İstanbul Film Festivali’nde gösterilen ‘Dovlatov’, ‘Tarihsiz, İmzasız’, ‘Nigar’ ve ‘Ev’ filmleri üzerine kısa kısa…

İstanbul Film Festivali’nde sona yaklaşılırken, bizde bu yılın izlediğim bazı filmlere dair birkaç satır karalayalım. Sovyet sinemasının büyük ustalarından Aleksey German’ın, bugünün Rus sinemasında dikkat çeken isimlerinden adlı oğlunun imzasını taşıyan “Dovlatov”, 1 Kasım 1971’de açıyor perdesini. Devrimin yıldönümünün arifesinde Leningrad’ın sarı ile gri arasında gidip gelen tonlarla bezeli sokaklarında ve evlerinde gezineceğiz bir süre. Yazarlar Birliği’ne üye kabul edilmediği için kitapları basılmayan; “umutlu, pozitif, olumlu kahraman” içeren yazılar yazmadığı için yazıları yayınlanmayan Sergei Dovlatov’un altı gününü izliyoruz. Bir süre sonra ülkeyi terk etmek zorunda kalan ve ancak 1990 yılındaki ölümünün ardından tanınan Dovlatov’la birlikte 70’ler Sovyetler Birliği’nin kültür sanat ortamlarına ve pratiklerine de tanıklık ediyoruz.

Değişen dünyanın dinamiklerini anlamakta zorlanan Sovyet bürokrasisinin tek tip, birbirinin aynısı sanat ürünleri üreten işçilere dönüştürmek istediği genç kuşak sanatçıların eserlerini halka ulaştıramadıkları, bu yüzden içlerine kapanıp ev/ ofis partilerinde birbirlerini teselli ettikleri bir dönem bu. Bir yandan sanat üretiminin ancak icazet almaya bağlandığı bir bürokrasi diğer yandan da icazetten sonra bile yaratıcının yaratma koşullarının sınırlandığı bu düzenin işleyişi ustaca veriliyor filmde.

Dovlatov’un hem etrafındaki entelektüeller hem de bir tersane gazetesinde çalışıyor olmanın fırsatıyla işçilerle kurduğu ilişkileri takip ederken bir yandan filmdeki karakterlerin de dikkat çektiği gibi “Rusya kültürü”nün nasıl zayıflatıldığını, öte yandan da ‘resmi sanat’ın da halkı yakalamaktan uzak olduğunu fark ediyoruz. Dostoyevski, Tolstoy, Puşkin gibi Rus edebiyatının büyük isimlerinin birer klişeye indirgendiği, birkaç satırla tanımlandığı bu resmi ‘sanat’ dili yalnızca yaratıcı bir kuşağı değil; işçilerin sanatla mesafesinin kapanacağı hatta bizzat üretmeye başlayacağı sosyalizm rüyasının nasıl akamete uğradığını ustalıkla gösteriyor bize film. Daha önce şiirleri yayımlanmış bir işçinin, yazmak istememe nedeninden, artık şiirlerinin reddedilmesinden anlıyoruz bunu.

Dovlatov’un tuhaf bir hüznü de var. Üretmek, ürettiklerini insanlarla buluşturmak isteyen insanların yalnızca ev odalarına, resim stüdyolarına değil; giderek içine kapanan bir ülkenin sınırlarına da hapsolmasına dair bir hüzün bu.

Dovlatov

İRAN’DAN MANZARALAR

Festival, İran sineması açısından oldukça bereketli geçiyor bu yıl. İki yıl önce “Vicdanın Sesi” ile festivale konuk olan Vahid Jalilvand’in geçen yıl Venedik’te gösterilen yeni filmi “Tarihsiz, İmzasız” bunlardan biri. Aracıyla motosiklete çarpan bir adli hekimin, motorda bulunan çocuğun, ertesi gün ölmüş olarak adli tıbba getirilmesiyle yaşadığı ikilemi anlatıyor film. Çocuğun başka bir nedenle de ölmüş olabileceği ihtimali durumu daha da karmaşıklaştırıyor. “Tarihsiz, İmzasız” bir yönüyle Asghar Farhadi’nin “Bir Ayrılık”ını da andırıyor. Orta-üst sınıfların ahlak, hukuk ve vicdan karşısındaki duruşlarını ortaya koymakta maharetli. Hikâyesini Farhadi kadar çok katmanlı hale getiremese de sınıflar arası farklılıkları ortaya koymakta ve vicdanın değişik biçimlerini açıklamakta mahir bir film.

Tarihsiz, İmzasız

“Nigar” ise İran’dan görmeye çok alışık olmadığımız dinamizm ve kurguyla çıkıyor seyircinin karşısına. Açıkçası fikri güzel ama senaryosu zayıf diyebileceğimiz filmi kurtaran şey yönetmen Rambod Javan’ın parlak buluşları. Zamanın, mekânın birbirinin içine girdiği; doğrusal anlatımdan uzak ve finale doğru Batı usulü bir intikam öyküsüne dönüşen “Nigar”, İran sinemasındaki arayışların temsilcilerinden biri olarak da kabul edilebilir pekâlâ.

Nigar

Asghar Yousefinejad ise ilk uzun metraj filmi “Ev” ile şaşırtıcı bir yönetmenlik başarısına imza atmış. Tamamı tek mekânda geçen, uzun planlardan ve kalabalık bir oyuncu kadrosu bulunan film ritmini hiç kaybetmiyor. Bedenini tıbbı araştırmalar için bağışlayan yaşlı bir adamın ölümünün ardından yıllar sonra ortaya çıkan kızı Sayeh bu karara itiraz ediyor. Bir yandan yıllardır adama bakan yeğeni Majid diğer yanda cesedi hastaneye götürmek isteyen yetkililer derken ortaya büyük bir kakofoni çıkıyor. Kameranın küçücük bir evde karakterden karaktere atladığı, kalabalık oyuncu kadrosunun uyumlu bir orkestra gibi hareket ettiği, belli ki üzerine çok çalışılmış, her sahnesi ayrıntılı detaylandırılmış bir film “Ev”.

Ev

Öte yandan, herkesin kendi planını işletmek istediği, ölünün bir nedene dönüştüğü karmaşık hikayesi güçlü bir mizah da barındırıyor. Hem geleneksel kodların hem de din/bürokrasi gibi toplumsal aygıtların açmazları doğal bir mizah malzemesine dönüştürülürken İran usulü bir kara komedi ortaya çıkıyor.

Son olarak uzun uzun yazmaya gerek yok. Doğumunun 100. yılı vesilesiyle gerçekleştirilen Ingmar Bergman toplu gösterimi festivalin bu yılki en özel işi olarak kayıtlara geçti.