YAZARLAR

Üsküdar'a gider iken...

Olağanüstü hal uygulamalarından biri polisin kesintisiz kimlik kontrolü yapması. Üsküdar Meydanı'nda günde üç defa durdurulduğum da oldu, on dakika arayla iki defa kimlik istendiği de. Hedef ne? Suçlu yakalamak mı, her yurttaşın içine kendisinden kuşkulanması gerektiğini yerleştirmek mi?

Yolumu kesiyorlar. Çok nazikler. Bir sabah olmazsa öbür sabah, bir akşam olmazsa öbür akşam, bir öğle olmazsa öbür öğle yol kesiyorlar. Sadece benim değil, gözlerine kestirdiklerinin.

"Merhaba. Selamınaleyküm. Bakar mısınız? Bir dakika lütfen. Sizi şöyle alalım. Şöyle buyrun..." Kimi üstünde "polis" yazan üniformamsı bir yelekle kimi sivil. Polisler. İkinci cümle hep aynı: "Kimliğinizi..." Bazı günler üç defa. Geçen sabah 10 dakika arayla iki defa, mesela, Üsküdar Meydanı'nda. O canım Üsküdar'ın meydansız bırakıldığı meydanda. Meydan bir labirent gibi, o metro çıkış kapılarını meydandaki o güzelim iki caminin birbirini görmesini engelleyecek şekilde yapmak kimin aklı, sahi? Meydan bir yanıyla, bir yanıyla labirent sanki. Bir köşede kimliğiniz kontrol edildikten on dakika sonra, öbür dönemeçte bir daha. Sanki, labirentten doğru geçilmediği için ceza veriliyor. Sanki kobayız. Belki de kobayız? "Bir şey deneyelim" demişler belki de...

ARAFTAKİ YURTTAŞ

Sahi, ne oluyor? Olağanüstü hal var ya, tarama yapıyorlar, kimliği alıyorlar, bir dakika sürmeyen bir işlem, sonra geri veriyorlar. Büyük bir nezaketle. Resmi ağızda "kontrol" deniliyor.

Böylece biz, kuş uçurtulmadığını mı öğreniyoruz? Sistemin ne kadar güzel çalıştığını? Polisin son derece modern hale geldiğini? Yurttaşa nezaketle davranmayı öğrendiğini? Devletin hakkımızda bir arama kararı, bir dava açıp açmadığını? Ne büyük hizmetler! Hepsi birden. Müjde, kontrol ayağımıza geldi. "Güvenlik" için. Güvenlik, şu müthiş iktidar maymuncuğu.

Her gün kimlik sorulunca, her yerde kimlik sorulunca ne oluyor? Sorulduktan sonra "suçlu" olmadığımızı anlıyoruz, yeni soruşa kadar. Demek, sorulduğu andan itibaren yeniden "suçlu" olma potansiyeli kazanıyoruz. Tekrar sorana kadar. Tekrar sorulunca, sorulduğu anda, o bir dakika bile sürmeyen güler yüzlü hizmet anında, devletin üstünde polis yazan yelekle etrafımızı çevirdiği (en az iki kişi oluyorlar, genellikle üç, dört de gördüm) o anda masum yurttaşla suçlu arasında bir arafa yerleştiriliyoruz: Kimlik bakıyor, demek şüphelendi, neye göre? Kim bilir? Polis bilir.

İhbarcılığın karakter özelliği haline geldiği, kindar suçlamacılığın vatansever kahramanlık jölesiyle afra tafra yaptığı, kendisinden başka herkesin hain olduğu kuruntularıyla insanların kendi kendini kemirdiği, baktı ihbarlar yetmiyor silah alıp mesai arkadaşlarını kurşunladığı ülkede, o araf anı içinde kendinden şüphelenmemek, kendin için kuşkuya düşmemek mümkün mü? "Sizi şöyle alalım" demeyeceklerine dair kendi fiil ve sözlerinize dayanarak bir çıkarımda bulunmak imkansız. Kendinden emin olmak imkansız.

KENDİNDEN KUŞKULANMAK

O halde, o an içinde ilk olan şey bu: Birden bire, günlük hayat akışının içinde, bir dakikadan az bile sürse kendinden kuşkulanmayı, kendin için kuşkulanmayı gerektirecek bir ruhsal tecrübe. İnsanın güvenlik için kendinden kuşkulanması gerektiği günlerdeyiz. İçselleştirmek lazım bunu, devlet de kimlik sorma talimiyle bunu yapıyor. Devlet dersi tekrarı, talimi, terbiyeyi, kursu sever.

Kendinden kuşkulanma, kuşkunun içselleştirilmesi tek sonuç değil ama: En yoğun ve işlek yerde, vapur iskelesinde, metro giriş ya da çıkışında, metrobüse binmeden ya da indikten hemen sonra, otobüs duraklarında, büyük kalabalık içinde, nezaketle bile çağırılsanız, devlet tarafından bir teşhir kürsüsüne çıkarılıyorsunuz aslen. Fakat bu teşhir halinde de bir tuhaflık var, her şey meydanda oluyor ama hiç kimse de ilgilenmiyor! Tıpkı meydandaki bitmeyen inşaatın yol açtığı engebeli hale katlanıldığı gibi. Kimse ilgilenmiyor çünkü herkesin başına aynı şey geliyor. Herkes, olan bitene alışmış, günden güne daha da alışıyor. O halde ikinci olan bu: Devletin durmadan yol kesmesi olağanlaşıyor, ne var canım bunda? Yolu yapan da devlet, ister keser, ister kesmez. Hepimiz yolu kesilecek şeyleriz.

Kimliği alıyorlar, bilgileri merkeze yolluyorlar, merkez hemen cevap veriyor. Teknoloji devrimi ne güzel şey. Hemen buyrun diyerek kimliği geri veriyorlar, iyi günler, kolay gelsin. "Görüşmek üzere" demek lazım, zaten görüşüyoruz, günde üç kere olduğu da oldu, on dakika arayla iki kere olduğu da.

Günde bir kere, iki kere, üç kere aday şüpheli şahıs muamelesi görmek, o an içinde kendinden şüphelenmek ve bu durumun meydandaki herkes için garip olmaktan çıkıp normal hale gelmesi: Devlet, olağanüstü hali içsel bir tecrübe haline getiriyor. Zabıta güçlerinin herhangi bir anda, herhangi bir yerde, herhangi bir sebep bile söylemeden sizi alıkoymasını olağan sayan tuhaf bir içsel tecrübe. Üsküdar meydanındaki bitmeyen inşaat hali mekanın, kesintisiz kimlik kontrolü insanın imali için olsa gerek; olağanüstü hal koşullarını sindirmiş yeni insanın.

İş bununla bitmiyor. Devam edeceğim.