YAZARLAR

Açık ve yakın tehlike

Esatsız ama ulusal birliğini koruyan bir Suriye. RF ve İran’la sıkı işbirliği ama ABD’den Esat’a müdahale isteği. İsrail’e yoğun eleştiri ama büyükelçiliğini Kudüs’e taşımak üzere olan ABD’yle ilişkileri onarma. Yerli ve millicilik ama Rusya’ya yaslanan, asimetrik ödünler karşılığı yürütülen harekatlar. Erbil’e sırtımızı dönmek ama Bağdat’a rağmen Irak’ta harekat arzusu. Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Suriye, Irak’la ikili ilişkileri bozmak ama hem RF/İran hem ABD ile iş kotarmak.

Savaş dış siyasetin devamıysa, silahlı kuvvetler de dış siyaset yapmanın gereçlerinden biri. Önleyici sınıfından askeri müdahaleler, ulusal güvenliğe yönelen açık ve yakın tehditleri bertaraf etmek amaçlı. Tehdidin niteliğine ve müdahale gerekip gerekmediğine demokrasilerde sivil yönetim karar veriyor. Karar alıcının önüne farklı seçenekler de konuyor.

“Önleyici” için İngilizce uluslararası ilişkiler terminolojisinde iki sözcük var. Biri “pre-emptive”: Karşımdaki silahını çekip bana doğrulttuysa, o tetiğe basmadan, ben basıyorum. Diğeri “preventive”: Karşımdakinin silahlı olduğunu biliyorum, eninde sonunda beni vuracak düşüncesiyle, o beni vurmadan, ben onu vuruyorum.

Üçüncü bir sözcük “selective”: Seçmece denilebilir belki. Daha düz deyişle, bela aramak diye de çevrilebilir. Ben bu mahallenin ağadayısıyım, istediğim dükkanın camını çerçevesini istediğim zaman indirir istediğim eve dalarım demek. Hesap verme zorunluluğu yok. Çoğu zaman demokrasi kaygısı da bulunmadığından, içeride de sorgulama yok.

Bilebildiklerimiz ışığında Suriye’deki Fırat Kalkanı (FK) ve Zeytin Dalı (ZD) harekatlarını yukarıdaki ölçütlere vurarak sınıflandırabiliriz. Münhasıran teknik açıdan ise, “işgal” var mı, yok mu tartışabiliriz. Zira, komşu ülkede belirli alanlarda -dolaylı ya da doğrudan- etkin denetim kurmak hukuksal sorumlulukları da beraberinde getiriyor. Bu durumun kamu diplomasisi yoluyla çevresinden dolaşılamıyor.

Ayrıca çoğu zaman övünülerek söylenegelen “TSK girdiği yerden çıkmaz” önermesi var. Doğrusu cumhuriyet tarihimiz de söz konusu önermeyi yanlışlama olanağı sunmuyor bize. Fakat şimdi bize günde 24 saat ekranlardan bangır bangır bağırılarak anlatılan başkomutanın Cumhurbaşkanı olduğu. Yani kağıt üzerinde, “girin” yönergesini verenin, “çıkın” da diyebileceğini varsaymamız gerekiyor.

Ötesi, Sayın Cumhurbaşkanı son olarak Putin ve Ruhani ile birlikte Ankara’da düzenlenen basın toplantısında “Suriye’de 31 milyar ABD Doları yatırım yaptığımızı” açıkladı. Bu rakamın askeri harekatların, ülkemizdeki üç buçuk milyon Suriyeli sığınmacılara yapılan insani yardımın ve yönettiğimiz –artık bitişik- FK ve ZD ceplerindeki yeniden inşa etkinliğinin toplam maliyetine mi tekabül ettiğini bilemiyoruz.

Demek istediğim, Suriye siyasetimizin yarattığı ekonomik ve hukuksal yükümlülükleri soğukkanlı ve verilere dayalı biçimde tartışma olanağımız bulunmadığı. Bu durumun demokrasimizin sağlığı ve ortak geleceğimiz üzerine ipotek koyup koymadığını sürekli gündemde tutmak ana muhalefetin başat görevlerinden olmalıydı, ama öyle olmuyor. Geriye “siyasi” değerlendirme yapmak kalıyor.

Siyasi değerlendirmenin içe bakan bölümü, militarize olan bölge siyasetimizin toplumsal dokumuza yıpratıcı etkisi ve özellikle Afrin Harekatı’nın ülkemizin yurttaşı Kürtlere toplum sözleşmesi bağlamında ne anlattığına ilişkin. Bunu ölçebilmek hem zor hem sonuçları görmek için erken.

Ancak şu kadarına dikkat çekilebilmeli: Bir gaz, bir fren seçime dek iktidarı taşıyacağı sanılan milliyetçi-mukaddesatçı dalga denetimden çıkabilir. Tek elden, aynı orkestra şefinin bagetiyle yönetildiği iddia edilen askeri harekatların da, toplum dalgasının da esasen denetim dışı kaldığı yüzümüze çarpıverirse acep halimiz nice olur?

Haydi tüm bu netameli konulardan uzaklaşıp işin hariciye tarafına bakmakla yetinelim. Hariciye mesleği seçenek yaratmak da demek. Şimdi yapılan ise seçenekleri tüketip, tercihlere zorlanmaktan ibaret. İran ile Arap ülkeleri arasında, ABD ile RF arasında, hatta Türkler ile Kürtler arasında. Bastırılamayan bir sevinçle karşılanan Trump’ın ABD’yi Suriye’den çekme niyeti de ülkemizi hepten içinden çıkılamayacak bir çatışmaya çekmek sakıncası taşıyor.

Esatsız ama ulusal birliğini koruyan bir Suriye. RF ve İran’la sıkı işbirliği ama ABD’den Esat’a müdahale isteği. İsrail’e yoğun eleştiri ama büyükelçiliğini Kudüs’e taşımak üzere olan ABD’yle ilişkileri onarma. Yerli ve millicilik ama Rusya’ya yaslanan, asimetrik ödünler karşılığı yürütülen harekatlar. Erbil’e sırtımızı dönmek ama Bağdat’a rağmen Irak’ta harekat arzusu. Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Suriye, Irak’la ikili ilişkileri bozmak ama hem RF/İran hem ABD ile iş kotarmak.

Sayıklar gibi, sanki aynı yazıyı çevirip farklı şekillerde baştan yazar gibi bir duruma düştüğümün farkındayım. Bunun nedeni, yakın ve açık tehlike diyerek biteviye bize gösterilen beka sorununu gidermek adına girişilen serüvenlerin bizatihi cumhuriyetimizin sonunu getirme potansiyelini içinde barındıran yakın ve açık tehlikenin kendi olduğu. Ulusal itibarı barışı kurmakta arayan yeni bir bölgesel siyasete geçiş için de sanırım (ve maalesef?) tek ve son çıkış gelecek seçimler olacak.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.