YAZARLAR

Eğitim hakkını kim veriyor?

Cumhurbaşkanı "Bunlara okuma hakkı vermeyeceğiz" dediği anda, herkes birden harekete geçti. Aynı anda yeni bir disiplin yönetmeliği hazırlığına girişen YÖK mü dersiniz, infial gerekçesiyle tutuklama kararı veren mahkeme reisi mi, yoksa öğrencilerin evlerinden, yurtlarından rencide edici söz ve fiillerle gözaltına alınmasını sağlayan savcılar mı?

Edip Cansever’in şu dizesi yalnız başına okunduğunda ürkütücüdür: “İnsan yaşadığı yere benzer.” Şiir baştan sona okunduğunda geçip gitse de o korkutucu duygu, sonrasında bu dizeyle yeniden sarmalar insanı. Nereye benziyoruz gerçekten, her gerçek gibi ne kadar da tedirgin edici bu sorunun yanıtı. Fakat Erdoğan’ın “Türkiye’de yaşayamam diyenler, biletlerini alalım gitsinler” ifadesi, “Çatlayın patlayın” vecizesi Hatay’a götürdüğü beyefendi ve hanımefendilerin pozlarıyla birleşince soru anlamını buldu. Ürkecek bir şey yok. Olmuyor, gerçek olan hiçbir şeyi kendilerine benzetemiyorlar işte. Kral Midas’ın trajedisine benzer biçimde dokunduğu her şey kendi fantezisine dönüşüyor. Fakat her şeyi, herkesi tahakkümü altına alma fantezisi geri tepiyor. Büyümek isterken elinin uzandığı her şey küçülerek onu da küçültüyor. Olmuyor yani, ne yapsa olmuyor. Yavuz Bingöllü, İbrahim Tatlısesli türküler, özgürlük filozofu Hülya Koçyiğitli düşünceler… Bir kısım yüksek sanat.

Bir kısım yüksek bilim de var tabii, doğa bilimleri kolunda Nuh’un cep telefonu; sosyal bilimlerde Althusser’in baltası, etik alanında ise cinsel dürtülerin çatısı altında yürütülen bir yüksek felsefe. Yaşadığımız yer bu değil ve bu olmasına imkan yok. Çünkü bunun hiçbir dönüştürücü kuvveti yok, gerçeklikle bağı her geçen gün kopan bir siyasal pozisyonu sürdürmenin sürreal yolları sadece. Dönüştürücü gücü bırakın, dönüştürme vaadine dahi sahip değil.

Ülkemizin sanatçıları yıllarca işsiz bırakılmış, televizyonları zapt edilmiş, gazetecileri cezaevi kapılarını ikinci adres bellemiş, akademisyenleri üniversiteden atılmış olsa da Yeni Türkiye’de ortaya çıkan yüksek sanat, yüksek kültür, yüksek bilim bu işte. Her dokunuşta biraz da küçülüyor. Bir de yüksek faiz, yüksek enflasyon ve yüksek döviz kuru var tabii, düş deniyor ama bir türlü düşmüyor.

BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ

Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanlarından Yalçın Karatepe 2012 yılında “Başbakan 'zıpla' dediği zaman herkes 'ne kadar yükseğe?' diye soruyor. 'Niye zıplayayım?' diye soran yok maalesef...” demişti rektörler için. Kelebek etkisi teorisinin karikatür bir deneysel alanı haline geldik bugün, herkes zıplıyor. Hem de aynı anda. Savcılar, hakimler, YÖK üyesi profesörler, bürokratlar, maliyeciler… Bakalım büyük deprem nerede olacak?

Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar bunun son örneği oldu. Cumhurbaşkanı "Bunlara okuma hakkı vermeyeceğiz" dediği anda, herkes birden harekete geçti. Aynı anda yeni bir disiplin yönetmeliği hazırlığına girişen YÖK mü dersiniz, infial gerekçesiyle tutuklama kararı veren mahkeme reisi mi, yoksa öğrencilerin evlerinden, yurtlarından rencide edici söz ve fiillerle gözaltına alınmasını sağlayan savcılar mı? Herkes zıpladı ama kimse okuma hakkını gerçekten de cumhurbaşkanı mı veriyor diye sormadı. Biz bu hakkın kaynağının anayasada olduğunu öğrenmiş ve yıllarca öğretmiştik de. Muhtemelen hukuk fakültelerinde de değiniliyordur.

Şimdi öğrenciler cezaevinde, derslerinden koparıldılar. Kişisel ikbalini değil kamunun çıkarını düşünen bilim insanlarının bir kısmı üniversiteden ihraç edildi. Her iki grup için de zıplamalar son bulmuş değil.

KORKUYU HAFİFE ALMAMAK

Korku harekete geçirici bir duygudur. Küçümsenmemelidir. Siyasetin doğasını anlamaya çalışan düşünürlerin üzerinde en çok durduğu duygudur korku. Hobbes modern devlete ilişkin sistematik incelemesini bu duygunun özel bir formu ile başlatır. Montesquieu despotizmin ilkesi olarak korkuyu gösterir. Spinoza korkunun despotça yönetmek için en kullanışlı duygu olduğunu söyler. Onu Hobbes’tan farklı olarak barışı aramaya götürecek bir akıl ile değil, insana her şeyi yaptırabilecek mobilize edici bir kuvvet ile ilişkilendirir. Güçlü bir korku insanlara hep daha yükseğe zıplamaları için motivasyonu sağlamaya yeter. Zıplayan herkesi ciddiye almak gerekir.

Fakat tam da burada, korkudan zıplayanları ciddiye aldığımız yerde kafamızı başka bir yöne doğru çevirelim. Orada ciddiyetle atılacak bir kahkahayı göreceğiz. Benzemek istediğimiz yeri. Bizi ürküntüden kurtaracak o imgeyi ciddiyetle ele almalıyız ve bilmeliyiz ki sonsuza kadar zıplamaya kimsenin enerjisi yetmez, dahası kimse bunu istemez.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.