YAZARLAR

Dinin Güncellenmesi (8): AK Parti’nin kökenleri

Bu iktidar hırsı ve bu siyaset felsefesi hedefleri, değerleri ve uygulamaları açısından köklerini Hz. Muhammed’den veya vahiy geleneğinden almaz. Bu siyaset geleneği müktesebatını Niccolo Machiavelli’den, Muaviye’den ve diğer sultanların bir kısmından, tarihteki monarklardan, Sezarlardan, firavunlardan kısaca güçlü, otoriter hatta totaliter iktidar tecrübelerinden edinmiştir.

“Kölelerle dilenciler için fevkalade fikirler.”

Ebu Süfyan’ın eşi, Muaviye’nin annesi Hind Hz. Muhammed’in ortaya koyduğu yaklaşımları ilk kez işittiğinde istihza ile söylüyordu bunları. Zeki, uyanık, bilgili, cevval bir kadındı Hind; tehlikeyi hemen kavramıştı. Ebu Süfyan da öyle. Siyaset alanında bir dahi olan Muaviye bin Ebu Süfyan idarecilik yeteneğini belli ki bu genlerden tevarüs etmiş ve böyle bir entelektüel ortamda kendisini geliştirmişti.

SARAY ve BİZANS

Hz. Muhammed Medine’de devletin başkanlığını yaparken içinden çıktığı ve temsilcisi olduğu halktan farklı bir hayat yaşamadı. Mahalle içerisindeki mütevazı evinde, evinin avlusu hatta kapısı herkese açık bir şekilde, diğer insanlarla eşit şartlarda, açlığı da paylaşarak bir ömür tamamladı. Vefatında miras denebilecek malı-mülkü yoktu. Olabilirdi ama olmadı. Öldüğünde borcu vardı ve zırhını borç karşılığı bir Yahudi arkadaşına rehin bırakmıştı. Muaviye bin Ebusüfyan bugün Recep Tayyip Erdoğan’da çağdaş şeklini gördüğümüz saray geleneğinin İslam içerisindeki mucididir. Muaviye bin Ebu Süfyan ve Recep Tayyip Erdoğan’ın yürekten sahiplendiği saray geleneği İslam’ın son peygamberinden öğrenilmemiş Bizans’tan ithal edilmiştir. İki liderin de konu hakkındaki gerekçeleri şaşırtıcı bir benzerlik hatta aynılık taşır: itibar. Bir başka değerlendirmeyle Erdoğan’ın takip ettiği bu uygulama Hz. Muhammed’in sünneti değil Muaviye’nin bidatına (yani peygamberin uygulamasına yabancı hatta karşı bir uygulamaya) dayanır.

Saray bidattır.

RİBA

Bugünlerde yaşanan bir olay. Elinde bir tomar banka kartı olan bir adam bankamatik cihazında tek tek bütün kartlarla işlem yapar. Daha doğrusu kartların ait olduğu bütün hesaplardan sırayla belli miktarda para çeker. İşi biraz uzun sürünce tahmin edilebileceği gibi arkasında bir kuyruk oluşur. Kuyruktakilerden biri dayanamaz ve bu adama ne yaptığını sorar.

“Çalışanların maaşlarından geri dönüşleri çekiyorum.”

Muhtemelen taşeron işçiler söz konusu olan. Alacakları maaşın yani asgari ücretin belli bir kısmını patrona geri ödemek şartıyla işe alınıyorlar. Söz konusu geri ödeme işçinin iradesine diğer bir deyişle tesadüfe bırakılmıyor. Patronun güvendiği bir eleman tahsilatı daha doğrusu tahsilat-ı memnuyu maaşlar bankaya yattığı gün ifa ediyor. Sorsanız iki taraf da şikayetçi olmadığını söyleyecektir. Bir riba ilişkisi gibi. Ancak kalplerinden geçeni sorsanız bir tarafın kendini mağdur hissettiği ve mağdur olduğu açıktır. Bir tarafta parasızlık, fakirlik, açlık diğer yanda tek sermayesi olan emeğinden çalınmış bir kesinti, emeğin tam karşılığı olmasa da açlıktan kurtulma hali. Bir tarafın bu işe özgür iradesiyle tamam demediği ortada. Hangi özgür irade emeğinin karşılığı olduğu da tartışmalı olan kısıtlı bir maaştan kesinti yapılmasını kabul eder ki*

İRADESİ ALINMIŞ YIĞINLAR

Hz. Muhammed köleler ve dilenciler için fevkalade fikirler sunmakla itham edilirdi. O ise bu ithamı bir iddia olarak ortaya koydu ve ömrünü buna vakfetti. On beş yıllık AK Parti iktidarında GSMH veya milli gelir ne kadar artarsa artsın gelir uçurumu kapanmadı. Küçük esnaf piyasadan silindi. İşsizlik her geçen gün artışta. Milyarder sayısı on kat arttı. Milyarderlerimiz üretimimiz sonucunda değil ödediğimiz vergilerle ve alınan borçlarla oluşturuldu. Borçların garantörü ise halk yani bizleriz. Taşeron işçi ve asgari ücretli işçinin veya genelde ücretlinin bir köle ile ne kadar ortak noktası olduğu farklı bir tartışma konusu olsa da ne ücretliler ne de dilenciler bu düzenden pay alamadı. On beş yıl içerisinde ücretli fakirleşti, dilenci sayısı katbekat arttı. Bu sistemi ücretlilerin ayakta tuttuğu, bu olumsuzlukta onların da payı olduğu savları inkar edilemez ancak güven vadeden bir başka sistemin önerildiğine dair ortada bir emare de yok. Ücretlinin özgürce irade kullanabileceği ikinci bir seçenek oluşmamış vaziyette.

Ücretli sistemin paryası haline getirilmiştir.

REEL SİYASET

AK Parti ülkemizin hatta dünyanın gelmiş geçmiş en fazla sayıda seçim kazanan, en başarılı sağ partilerinden biridir. AK Parti etik ve siyasetin arasını ayırmıştır; ahlaki kurallardan ari bir şekilde reel siyaset yapar. Reel siyasetin amacı ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmak, anlamı da iktidarda kalmak neyi gerektiriyorsa işte o gereken(ler)i yapmaktır. Bu iktidar hırsı ve bu siyaset felsefesi hedefleri, değerleri ve uygulamaları açısından köklerini Hz. Muhammed’den veya vahiy geleneğinden almaz. Bu siyaset geleneği müktesebatını Niccolo Machiavelli’den, Muaviye’den ve diğer sultanların bir kısmından, tarihteki monarklardan, Sezarlardan, firavunlardan kısaca güçlü, otoriter hatta totaliter iktidar tecrübelerinden edinmiştir.

AK Parti Makyavelisttir.

YA BENDENSİN YA DA DÜŞMANIMSIN

Erdoğanizm şeklinde okuyabileceğimiz bu siyaset insanları tamamen siyasi tutumları üzerinden kabaca ikiye böler. Bu iki grup kendisine siyasi destek verenler ve kendisine muhalif olanlar şeklindedir. Her iki grupta da farklı dünya görüşlerinden, farklı etnik yapılardan ve farklı dinlerden insanı görebilirsiniz. Otoriter bir zihin için olmazsa olmaz geçer akçe kendisine verilen siyasi destektir. Bu yandaşlar ayrıcalıklı bir muamele görürken muhalifler her türlü kötü muameleye müstahaktır. Muhalif medya susturulur, muhalifler üzerinde baskı kurulur, işlerinden atılır hatta cezalandırılır ve zindanlara konur.

Kısaca “ya bendensin ya da düşmanımsın!”

MERKEZ SAĞ

AK Parti geçmişteki diğer sağ partiler hatta iktidara gelen bütün partiler gibi iktidarın kontrolünde yerli ve milli bir büyük sermaye bloğu oluşturmak hevesinde olmuştur. Osmanlı Devleti’ndeki aşırı merkeziyetçiliğin bizde bir sermaye birikimi oluşmasını önlediği bu yüzden kapitalizmin gelişemediği sıkça tekrar edilen malum bilgidir. Kapitalist kalkınma modelini kaçınılmaz bir model olarak gören sağ partilerin en büyük hayali Batı’daki iktisadi gelişim aşamalarını burada tekrarlayarak Batı’nın ekonomik standardını yakalamaya çalışmak gibi bir kolaycılık olmuştur. Birikemeyen sermaye de devletle yakınlığı olan belli şahıslara ve gruplara devlet desteği ile sağlanır. Siyasi iktidarın otoritesini büyük sermaye sahipleriyle paylaşmamak amacıyla ipleri elden kaçırmamak için de devlet desteği ve kontrolünde büyük sermaye oluşturmak aslında Cumhuriyet’in kuruluşundan beri adeta bir devlet politikasıdır. Erdoğanizm’in ve AK Parti’nin amacı ve yaptığı bu yürüyüşe uygun adım katılmak olmuştur. On beş yıldır yapmak istediği büyük sermaye sahiplerinin kendi standartlarına uygun şahsiyetlerden teşkil etmesini sağlamak olmuştur. On beş yıl içerisinde yapılan yatırımlara toplamda ödenen miktarın ne olduğu, yapılan yatırımların daha ucuza mal edilme imkanlarının olup olmadığı da ayrı ve cevabı tam olarak verilememiş sorulardır. İhale kanunları sürekli değişir. İhalelere kimlerin katıldığını, kimlerin katılmak isteyip de katılamadığını, kimlerin hangi ihaleye ne kadar teklifte bulunduğunu, bir ihalenin hangi gruba hangi gerekçelerle verildiğini tam olarak öğrenemeyiz. Çünkü ortada şeffaflık diye, halka hesap vermek diye bir kaygı yok.

AK Parti kuruluşundan bu yana Türkiye’nin merkez sağına oturmayı hedefine koymuş, bunu büyük ölçüde başarmış bir sağ partidir. İş başına geldiğinden beri de İslami duyarlılığı olan kitleleri sağcılaştırma gayreti içerisindedir. Bunda önemli mesafe aldığı da söylenebilir. Kurulduğu ve hemen akabinde iş başına geldiği günlerde taahhüt ettiği şey bir merkez sağ parti olmak ve küresel kapitalist sistemi Türkiye’de yerleştirmek olmuştur. Dönemin siyasi ortamı hatırlanacak olursa AK Parti bu hedefinden ötürü muhalif kesimlerden ve dönemin merkez medyası tarafından da büyük ölçüde takdir toplamıştır. Bugün o dönemin merkez medyası el değiştirmiş, CHP genel başkan değişikliği yaşamış, ortalıkta AK Parti kurucularından pek kimse kalmamıştır. Erdoğan ise hâlâ iş başındadır ve üstelik uzun yıllar başbakanlık yaptıktan sonra adeta bir başkanlığa dönüştürülmüş cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturmaktadır.

Bu başarı sadece AK Parti’nin vasıflarıyla açıklanabilecek bir durum değildir.

***


Cihangir İslam Kimdir?

Sakarya'da doğdu. Ankara Üniversitesi’nde 1983'de Tıp eğitimini, 1990’da Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanlığını tamamladı. Minnesota Üniversitesi’nde Omurga Cerrahisi ve Klinik Araştırma eğitimi aldı. Ortopedi ve Temel Bilimler alanında yurtiçi ve yurtdışı ortamlarda yüzün üzerinde bilimsel makale ve bildiri yayınladı. Ayrıca İslami İlimler ve Felsefe Bölümlerinden de mezundur. Bilgi ve Düşünce Dergisi’nde ve Hece Dergisi’nde düşünsel içerikli makaleler yazmıştır. 7 Şubat 2017 tarihinde yayınlanan 686 numaralı KHK ile Anayasa ve yasalara aykırı olarak kamu görevinden atıldı.