YAZARLAR

Hakikatin yerini kanaat aldı

Facebook skandalını kim ne kadar umursuyor bilmiyorum, ama kendimizi salıverdiğimiz sosyal medyanın ılık sularında haber denilen şeyin olmadığını hatırlatmak istiyorum. İşin kötüsü, gerçek haberin nerede olduğu artık çok su götürür vaziyette.

Yıllardır başarılı televizyon dizileri yazan bir arkadaşım, "Televizyon alışık olduğumuz işlevini pek yakında yitirecek" diye anlattı. Ne o eski reytingler var artık ne de o eski izleyici. Özellikle diziler için bildiğimiz havadan yayın yapan ve programlarını bir yayın akışı içinde izleyicisine sunan televizyon eskisi kadar popüler değil. Şimdi insanlar, Türkiye’de ve dünyada internet üstünden izliyor pek çok şeyi. Bu sayede hangi ülkede yapılırsa yapılsın diziler artık uluslararası bir pazarın parçası. Tabii ki bu, Amerika gibi bu konuda güçlü ve başarılı ülkelerin lehine. Ama Türkiye’nin de durumu fena değil. Türkiye televizyonlarındaki sert rekabet koşulları içinde pek çok dizinin ancak Ortadoğu ve Balkan ülkelerindeki pazar sayesinde yapımcılarına para kazandırabildiği söyleniyor. “Televizyon” diyor arkadaşım, “elbette kalacak, çünkü yönlendirilecek kitleler hala ona bakıyor.” Söylemek istediği şey, internet ve internet araçlarına ulaşımı daha zor olan görece yoksul kesimin televizyon bağımlılığının daha bir süre devam edeceği. Ama bu ‘televizyon’ tanımı içinde bildiğimiz programların, dramaların, filmlerin ve belki de ‘haber’in artık kendine yer bulamayacağı.

Beni en çok işin ‘haber’ kısmı ilgilendiriyor. Televizyondan gazeteye bildiğimiz haber mecraları üstündeki kontrol artarken, hemen herkesin de bunu düşündüğünü sanıyorum. Belki de sadece sanıyorum. Son zamanlarda tanıştığım, özellikle gazeteci yazar filan olmayan insanlara soruyorum: "Nereden haber alıyorsun, hangi gazeteyi ya da internet sitesini takip ediyorsun?" Aldığım cevaplardan anlıyorum ki pek çoğumuzun bu konuda özel bir tercihi yok. İnsanların takip ettikleri, güvendikleri bir haber kaynağı ya da kaynakları yok. Kendini yakın hissettiği, kimliğini beğendiği, tercihlerine güvendiği gazete, tv ya da internet sitelerinden bahseden pek az kimseye rastlıyorum. Sanki insanlar kendilerini sosyal medyadan takip ettikleri bir akıntıya bırakmış, sürükleniyor gibi…

Geçen hafta İngiltere’de patlayan Facebook skandalı da işte tam bu akıntının içinde kendine yer bulabilen bir manipülasyon hikayesi. Cambridge Analytica, basit bir yazılımla 50 milyon kişinin bilgilerine ulaşıp onları politik olarak yönlendirecek paylaşımlar yapmayı başardı. Trump’ın biraz da bu sayede seçilebildiği, hatta İngiltere’deki Brexit sonuçlarının da benzer usüllerle maniple edildiği söyleniyor. Facebook buna izin verdiği için epey eleştirildi ve Zuckerberg özürler diledi filan. Ama hepimiz aynı şekilde bu sosyal medya hesabını kullanmaya devam ediyoruz… Facebook’u kullanmayı bırakanlar sadece anne babaları burada kendilerini izlediği için ortamı pek demode bulan gençler…

İnsanlar, bir gazeteyle sosyal medya hesabını farklı tanımlıyor. İlkinin muhakkak politik bir kimliği olmasını bekliyoruz, ikincisi ise arkadaşlarımızla selamlaştığımız bir eğlence ortamı gibi. Ama aslında haber alma işini de çoktan sosyal medyaya yüklemiş vaziyetteyiz ve biz farkında olmasak bile orası çoktan politik bir mecra oldu.

Oysa sosyal medyada haber dediğin şey, kitlesel dedikodudan hallice. Her hangi bir tweet doğru kabul edilip inanılmaz bir hızla yayılıyor ve habere dönüşebiliyor. Daha fenası internet haber sitelerinin de bu tür paylaşımları kolaylıkla haber gibi kullanmaları. Eminim her gün muhatabı aksini ispat edemediği için doğru kabul ettiğimiz pek çok habere maruz kalıyoruz. Sosyal medyanın bir tür vatandaş gazeteciliğini mümkün kıldığı, sonsuz bir haber kaynağı olduğu görüşü işte buralarda bir yerde aksamaya başlıyor. Manipülasyonu kolay, sorumluluğu az bir mecra sosyal medya.

İnternet haber sitelerinin temel sorunu ise hız ve para. Hem hızlı olmak zorundalar, hem de hiç para kazanamıyorlar. Dolayısıyla habere, haberciye yatırım yapamıyorlar. En iyisi bile az sayıda muhabirle az sayıda haber üretebiliyor. Gelen haberlerin teyidini yapabilecek kadar editör çalışmıyor. Çok değil on yıl önce bir gazetede bir kısa haber bile editörden yazı işleri müdürüne beş altı kişinin kontrolünden geçer ancak öyle yayımlanırdı. Şimdi haberi her an düzeltebilmek mümkün olduğu için hemen yayına alınıyor, sonra herkes birbirinden kopyalayıp çoğaltarak o haberin yayılmasına hizmet ediyor. Neticede geriye doğru yürümesi neredeyse imkansız bir süreç yaşanıyor… Çünkü internet sitelerinin pek çoğunun yaptığı şey sadece diğer internet siteleri, ajanslar ve sosyal medyadan haberleri derleyip kendi okuruna ulaştırmak. (Sitemiz Duvar’ın baştan bu yana farklı bir yol izlemeye çalıştığını zaman zaman bunda başarılı da olduğunu ama ‘trafik’ ve ‘maliyet’ bakımından da bunun bedelini sineye çektiğini burada belirtmeliyim.)

Medyada Türkiye tarihinin en büyük el değiştirmesi yaşanmışken üstüne kafa yorulması gereken en önemli şey bu. Haber nerede? Benim gibi düşünüyor olsun ya da olmasın pek çoğumuz aslında aynı çaresizliği yaşıyoruz. Sosyal medyada takip ettiğimiz yüzlerce hesap, her gün girip çıktığımız onlarca haber sitesi ve birkaç gazete, televizyon arasında gidip geliyor, kendi çarpraz kontrollerimizi yapıp hangisine güvenebileceğimizi bilmesek de içgüdüsel olarak doğru olanı bulmaya, seçmeye çalışıyoruz. Yani gerçeğin epey zor ele geçebildiği ve dolayısıyla hakikatin yerini kanaate bıraktığı bir zaman.