YAZARLAR

Bi büyük rakı meselesi

Olay rakıyı, Kaynarca ve saz arkadaşlarını, Rocky’yi, ‘eşkıya dünya’yı, hatta koca popolu yaşlı dünyayı aştı yani. Yandaşlık, muhaliflik, yaşam tarzı, temel hak ve özgürlüklerden toplumsal cinsiyet meselelerine uzanan geniş bir yelpazenin ortasına bi büyük rakı geldi kuruldu...

Oktay Kaynarca’nın birkaç gün önce Instagram hesabından paylaştığı rakısız rakı masası fotoğrafının yankıları hâlâ sürüyor. 1. Rakı Muharebesi’nde ilk haftayı tamamlamaya az kaldı.

Olay rakıyı, Kaynarca ve saz arkadaşlarını, Rocky’yi, ‘eşkıya dünya’yı, hatta koca popolu yaşlı dünyayı aştı yani. Yandaşlık, muhaliflik, yaşam tarzı, temel hak ve özgürlüklerden toplumsal cinsiyet meselelerine uzanan geniş bir yelpazenin ortasına bi büyük rakı geldi kuruldu. Başka türlüsü de kesmezdi bizi. Mevzu dipsomanıyız, ifrat bağımlısıyız, maksat aşırmada bir numarayız malum. Helâl olsun. Yarasın. Yakışır.

Üzerine bu hafta epey yazılıp çizilen konu, hâlâ da su kaldırır vaziyette. Son iki-üç senede zaten değerinden konuşulan konu yok. Bardak o kadar dolu ki, her şey son damla.

Neden? Öncelikle toplumca asaplarımız falan hep bozuk. Ayarlar bozuk. Hiçbir şey yerli yerinde değil, hiçbir şey. Bugün aslında dündü. Yarın ne olacağımız belli değil. ‘Herkes herkese’ her kazığı atabilir, bu gemi tahminlerden bile önce batabilir. Sarsılıyoruz. Çatırdıyoruz. Ruhumuzun iki yakasını bir arada zor tutuyoruz. Hayatın her alanına yansıyor bu da.

İlişkiler, bitiyor. Yeni ilişkiler başlamakta büyük güçlük çekiyor. Aşk hikâyeleri romantik komedi gibi başlayıp çoğunlukla üç gün içinde psikolojik gerilime dönüşüyor. Bugünlerde kendi imkânlarınızla kabus türevi olmayan bir ilişkiyi, evliliği noktalamaya kalktığınızda maruz kalacağınız karamsarlık düzeyi inanılmaz. Hafiften saf, naif bir şeymişsiniz, hayata yaklaşımınız yeterince gerçekçi değilmiş, neye adım atacağınızı bilmiyormuşsunuz gibi bir “vah vah” hali çıkıyor ortaya ister istemez.

Savaş ötesi bir savaşta gibiyiz çünkü. Kadınlar her yerde mücadelede, erkekler karaborsa. Öte yandan kadın- erkek herkes ‘tashak’ sahibi. T.shak kadar estetiği tartışmalı bir organ hiç bu kadar popüler olmamıştı. Bizi bu güzel havalar ve erkeklik krizi mahvetti. İçelim!

Böyle bir mevzuyu aşkla örneklememin (esas) sebebi aşkçıl bir insan olmam değil. Aşkın gerektirdiği konsantrasyon, adanmışlık, kendin olma ve başkasıyla temas etme düzeyi hayata dair diğer her şey hakkında fikir verebilir. O kadar da iddialıyım bu konuda, evet. Saptanabilir bir şey olsa havadaki aşk düzeyini saptayıp insanlığın ne kadar ömrünün kaldığını bile söyleyebilirdik bence. Bu konuya daha sonra illa ki girerim. Dönelim rakısız rakı masasına.

Rakısız rakı masası ya da "bu bir rakı masası değildir"

Mevzuyu bilmeyen yoktur herhalde. Ünlü oyuncu Oktay Kaynarca ve oyuncu arkadaşları, birkaç gece önce bir mekânda içerken taymlaynlara yarı fantastik bir foto düşüverdi: Herkes tek kollu, her şey rakı içildiğini ima ediyor ama ortada rakı kadehi yok. (Kaşık yok!) Ne yaptığının değil suyu saman altından nasıl yürüttüğünün oldu bitti hayati önem arzettiği toplumumuzda riyanin üst seviyesi gibi bir şey. Kusursuz cinayet gibi adeta, kusursuz riya.

Olay üzerine önce kırılan kolun yen içinde tutulduğu bir ahbabize ‘erkek muhabbeti’ döndü. Şahan Gökbakar’ın fotoğrafı tiye alan yorumlarına Oktay Kaynarca gayet makul sınırlar içinde bir cevap verdi. Sonrasında ama, olaylar beraber ve solo olarak çığırından çıktı.

Sosyal medyada fotoğrafa yönelik yer yer, evet acımasız yorumlarda bulunuldu. Mevzunun esprisi yapılabilir ve eleştirilebilir tarafı, elbette var. Nereden baksan en az iki tweetlik mevzu. Ben de attım. Atmakla kalmadım, bir kadın arkadaşımla beraber, kadehi fazla yükseğe kaldırmalısından değilse de, rakı masası fotoğrafı da verdik. Çünkü bu bir nevi ‘namus ’(t.shak) meselesi halini alıveren konularda rengini mizahla karışık da olsa belli etme gerekliliğine inanıyorum. Abartmadan ama, yavaş yavaş…

Çünkü öyle bir haldeyiz ki, ‘piyon’ olmak da, ‘kahraman’ olmak da an meselesi. Bu da bana hoş gelmiyor. Rakıyı damıtıp kahramanlık üretmek yani. İçki ayol! Gerçekten bir şeyler konusunda cesaret gösterebilenlere ayıpmış gibi geliyor bu kolayından kahramanlıktaki doz aşımı.

Neyse, hadi diyelim konu o kadar müsait ve toplumca asaplar o kadar bozuktu ki, uzadı. Stephen Hawking gibi bir deha hayatını yitirdiğinde bile cinsel hayatını TT yapma potansiyeline sahip ırkların ahfâdıyız ne de olsa. Rakı kadar simgeselleşmiş bir konu mu çığırından çıkmayacak… En büyük yerli ve milli (milsiz de olabilir) değerlerimizden olan ‘rakı içen kadın’ın, böyle bir fırtına koptuğunda, o kadehi eline almamasına imkân ihtimal yok. T.shak nahiyesine de ille bir inilecek. “Esas erkeklik organda değil, poligonda (tamam kafiye olsun diye uydurdum burayı) belli olur” falan denecek…

Tabii burada şöyle bir DEV sıkıntı var. “Esas erkeklik öyle değil böyle olur…” içerikli herhangi bir şey yazdığın zaman eleştirdiğini sandığın dil ve zihniyete aslında şahane hizmet etmiş oluyorsun. Cesaret gibi aslen unisex bir meziyeti erkekler tuvaletinin kapısına fosforlusundan yazmış oluyorsun ayrıca.

Üstelik de aşktan işe ve hayatın dümenini değiştirebilecek biçimde yükselen herhangi bir sese değin, cesaret topu büyük oranda kadınların kucağına kalmışken.... Ekstra kadeh kaldırmaya bile gerek bırakmayan bu vaziyette inceden bir kazık yediğimiz bile söylenebilir hatta…

Oktay Kaynarca ve arkadaşlarının rakı saklambaçlı fotosuna dair düşüncem şu: Normal koşullarda kimseyi ilgilendirmez aslında. Sebebi, şu an kestiremediğimiz çok sudan bir şey de olabilirdi. Ayrıca gayet rakılı pozlar da varmış paylaşılan, o ortalarda salınan soft versiyonmuş, tamam, anladık.

Ama bu kadar basit değil işte. İçinde bulunduğumuz dönemde, o masanın içerdiği ün seviyesinde rakı masası asla sadece rakı masası olarak kalamıyor. Magritte’in o meşhur pipo olamayan piposu gibi: “Bu bir rakı masası değildir.”

Sezonlardır yüksek reyting alan dizilerden, (dizinin iyiliğini kötülüğünü tartışmıyorum, kendi ‘türünde’ iyi bu arada, ben de epey izledim…) üstelik de bu reytingin bir kısmını erkek egemenliği başta türlü muktedir yakınlıklara borçlu olan bir dizinin oyuncusuysan, en azından rakıyı saklamayabilirdin. O kadar da değil çünkü. Otosansür ve tavizin her zaman sansürden beter işlemesi, eldeki avantajları korumaya dair en ufak bir riskin alınmaması başrolde burada. Rakı masasında rakı yoksa, yüksek riya oranı kaçınılmaz.

Olayın son perdesinde bir kadın gazetecinin konuya dair sosyal medya paylaşımına Kaynarca’nın hayli sert, ‘hanımcık’ diye küçümsemeli, büyük harfli, kendinden ‘biz’ diye söz etmeli tepkisi var. Buna yol açan paylaşımın kendisi de birçok açıdan sorunlu bana göre. Ama Kaynarca’nın söyledikleri ve söyleme biçimi daha sorunlu.

Yine de sosyal medyada konuya dair tepkilerin yer yer çok abartılı ve tatsız olduğunun altını tekrar çizmek gerek. Hayata ve siyasete dair tepki gösterilemeyen pek çok başka konuya ilişkin hıncın gelip burada patladığı çok açık. O masa bu kadarını da kaldırmaz yani. Bu derece abartılı tepki ve linç atmosferi, bu hızlı, rakılı ve öfkeli dil haklıyken haksız duruma düşürür insanı ister istemez.

Yazının içeriğiyle bir nebze paradoksal biçimde, “Allah sonumuzu hayretsin,” diyesim var. Ortada, her cephede büyük sıkıntı var çünkü, çok büyük. Bi büyük rakıyla dağıtılamayacak kadar büyük sıkıntı…


Zehra Çelenk Kimdir?

Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.