YAZARLAR

Musmutlu insanların diyarı

Bu ülke ileri demokrasiyle yönetiliyor. İleri demokrasi, yani demokrasinin en saf hali: Seçimler. Halk, düzenli aralıklarla kurulan sandıklara gidiyor ve orada başbüyüklerin partisine oy vererek yurttaşlık görevini yerine getiriyor. Başbüyüklerin partisine oy vermeyenler de var; bunlar çoğu zaman kandırılmış, gerçeği görmekten aciz, dış mihrakların işbirlikçisi, bazen terörist ve vatan haini olan tipler.

Yağmur bile utana sıkıla, şöyle bir bakıp çıkacaktım dercesine yağıyor. Kar desen, esamesi okunmuyor. Yağacak olsa yine yolları tuzlamak gerekecek, araçlar kayacak, kaldırımlar donacak, durduk yere insanların huzuru kaçacak. Halk da bu durumdan memnun. Arada havalar sıcak gittiği için hastalıklardan kurtulamadığından söz edenler, iklim değişikliğinin felaket getirebileceğinden dem vuranlar olsa da “elbette büyüklerimiz bu sorunu da çözerler” diye düşünüyorlar: “Allah büyüklerimizi, hele de baş büyüğümüzü başımızdan eksik etmesin, sağlam iradesiyle altından kalkamayacağı sorun yoktur”. Olmadı, yaz gelip de kuraklık başgösterdiğinde bilimum fabrika atıkları, siyanür ve kanalizasyon atıkları akan nehirlerden taşınarak hasbelkader arıtılan suyu içecekler. Büyükler de kuşkusuz endişeliler durumdan. Ellerinde hazırlanmış iklim değişikliği raporları var. Ama onları sümenaltı ediyorlar. Birileri iklim değişikliğinin getireceği yıkımdan söz edecek olursa da, “bunlar hep dış mihrakların oyunu, yatırım yapmayalım mı, büyümeyelim mi, havaalanlarımız, fabrikalarımız olmasın mı?” diyerek ses çıkaranları susturuyorlar. Zaten onlar da pek küçük bir mutsuz azınlıktan ibaret. Öyle her şeye bik bik bik konuşmaya kalkışıyorlardı eskiden. Yok sosyal medyaymış, yok ifade özgürlüğüymüş. Bazıları gazetelerde yazmaya filan cüret ediyorlardı: “İşte bunlar hep mutluluğumuzu çekemeyen, biz daha da mutlu olup dünyaya hükmedemeyelim, cihan devleti olmayalım diye arkamızdan iş çeviren rakiplerimizin işi”. Ama artık onların sesini de pek duyan yok. Zaten pekçoğu zindanda. Zindanda olmayanların da ses çıkartmasına izin verilmiyor. Halk da “büyüklerimizin elbette bir bildiği var; başbüyüğümüz her zaman bizim için en doğrusunu bilir.” deyip alkışı basıyor. Her şeye rağmen içinde bir şüphe olanlar varsa, onlar da dudaklarının kenarına yapıştırdıkları gülümsemeleriyle, “İyi de bu şartlar altında ben ne yapabilirim ki?” deyip geçiyor. Sonuçta mutlu insanların diyarı burası. AVM’ler dolup taşıyor. Her köşe başında bir lüks konut inşaatı. Her ne kadar ekonomi tepetaklak gidiyor olsa da, mutlu çoğunluğun en tepesindeki musmutlu azınlık için işler tıkırında; geriye kalan mutlu çoğunluk da onlara özeniyor. Kolay yoldan para kazanmanın yollarını ararken elinde avucunda ne varsa Kastelli’lere, Jet Fadıllar’a, Dombili’lere kaptırıyor. Ama yılmıyor. “Başbüyüğümüz sağ oldukça biz de yolumuzu bir şekilde buluruz; gün gelecek devran dönecek, cihan devleti olacağız, savaşın yakıp yıktığı ülkelerin yollarını, binalarını, limanlarını hep biz inşa edeceğiz, petrol zengini olacağız.” hayalleri kurarken hülyalı bakışlarla etrafı süzüyor. Arada bir yukarıdan talimat geldiğinde meydanlara iniyor, mitinglere katılıyor, sloganlar atıyor ve kendisi, oğulları, sevdikleri askerde olmayan ya da henüz gitmemiş olanları da, bu yolla vatani görevini yerine getirmiş olmanın haklı gururuyla, hava kararmadan evine dönüyor.

Anlayacağınız bu musmutlu ve mutlu insanların diyarı, huzur dolu bir ülke. Herkes işinde gücünde. İşler tıkırında. Nasıl olmasın? Bu ülke ileri demokrasiyle yönetiliyor. İleri demokrasi, yani demokrasinin en saf hali: Seçimler. Halk, düzenli aralıklarla kurulan sandıklara gidiyor ve orada başbüyüklerin partisine oy vererek yurttaşlık görevini yerine getiriyor. Başbüyüklerin partisine oy vermeyenler de var; bunlar çoğu zaman kandırılmış, gerçeği görmekten aciz, dış mihrakların işbirlikçisi, bazen terörist ve vatan haini olan tipler. Ne oldukları hemen anlaşılıyor, gereği yapılıyor. Zaten bunların oy verdiği partiler de öyle pek sağlam pabuç değiller. Bu yüzden, demokrasinin daha da ileriye götürülebilmesi ve sistemin bu kılçıklardan ayıklanabilmesi için henüz demokrasisi bu denli ilerleyememiş ülkelerin akıl edemediği oranda bir seçim barajı uygulanıyor. Yine de bu barajı geçen partiler olabiliyor. Nihayetinde bu da demokrasinin bir cilvesi. İşte bu durumda, daha ileri önlemlerin devreye girmesi gerekiyor. Mesela dokunulmazlıklar uygulamada sadece belli bir partinin vekilleri için geçerli olmak üzere kaldırılıyor. Milletin bekası ve mutluluğu söz konusu olduğundan, elbette başmuhalefet partisinin de desteğiyle. Böylece, barajı geçerek meclisin üçüncü büyük partisi olabilmiş bu partinin vekillikleri birer birer düşürülüyor. İleri demokrasi kültürü tüm ülkede hâkim.

Başmuhalefet partisinin en önem verdiği şeylerden birisi de bu. Seçim dönemlerinde canhıraş bir hazırlık, çalışma içine giriyor. Gerçi her ne yaparsa yapsın, oy oranını yüzde 25’lerin üzerine pek çıkaramıyor, ama yılmıyor. Her seçime sanki kazanacakmış gibi hazırlanıyor. Hatta birkaç kendini bilmez mutsuz azınlık mensubu seçimleri boykot etmekten filan söz edecek olursa, “kazanacağımız seçimi neden boykot edelim” diye çıkışıyor. Başmuhalefetin bu tavrı çok kıymetli. Sonuçta, ileri demokrasinin temel prensiplerinden birisi buna bağlı. Bir kere seçimlere birden fazla parti girecek; bu partilerden birisi seçimin galibi olurken diğeri başmuhalefet koltuğuna yerleşerek mutsuz azınlıktan çıkması muhtemel seslerin etkisizleştirilmesinde başbüyüklere yardımcı olacak. Mesela en kritik zamanlarda başbüyüklerin icraatlerini destekleyen, hatta yaptıklarını az bulup daha da fazlasını isteyen açıklamalar yapacak; içinden geçilen bu hassas zamanlarda mutabakat ve teksesliliğin ne denli önemli olduğunun bilincinde olan sorumluluk sahibi bir muhalefet partisi olarak, böylece olur olmadık zamanda ses çıkarmaya kalkışan, mesela durduk yerde barış isteyen mutsuz azınlığın ne denli haksız ve marjinal olduğunu gözler önüne serecek. Diğer zamanlarda ise kraldan çok kralcı olacak; aslı varken taklidini kim ne yapsın, demeyerek yeri geldikçe başbüyükler ve ortaklarından devşirdiği sloganları ve sembolleri kullanacak.

Bu ileri demokraside seçim güvenliği her şeyden önemli. Yapılacak seçimler sonunda seçmen iradesinin sandığa tam olarak yansıması, yani başbüyüklerin partisinin yeniden ve tek başına hükümet edecek oy oranına ulaşması için gerekli her önlem alınmalı. Mesela mühürsüz oy pusulalarının geçerli sayılması, seçmenin bu iradesinin tecelli etmesinin en kıymetli araçlarından biri olduğu için bunlarla ilgili özel düzenlemeler yapılmalı. Seçim sonucunda, olmaz ama, olur da parti dilediği çoğunluğa ulaşamazsa, seçim yenilenir. Kural net. Bu yüzden koalisyon out. Ama seçim pazarlıkları ve ittifakları in. Bu ittifaklar sayesinde başbüyüklerin partisi ülkeyi sağlam bir iradeyle yönetebilmek için istediği oy oranına ulaşırken ileri demokrasi daha da güçlenecek. Böylelikle, mutlu çoğunluğun huzurunu kaçıran bir ya da birkaç partinin meclis dışında kalması için korunan seçim barajının yaratabileceği mağduriyetler de giderilmiş olacak. Baraj nedeniyle meclis dışı kalması muhtemel olup aslında pek de kötü çocuklar olmayan, yani eskiden ileri demokrasinin gereklerinin farkına varamayarak muhalif bir pozisyon benimsemişken artık başbüyüklerin partisinin icraatlarının en hararetli destekçilerinden biri olan parti, emeğinin karşılığını alarak mecliste ve muhtemelen hükümette sandalye elde edecek.

Zira, musmutlu insanların diyarında emeğin karşılığını vermek çok önemli. Her ne kadar asgari ücretler yoksulluk sınırının altında olsa da, iş bulup çalışabildikleri için ya da iş kazasında ölmedikleri için işçiler oldukça mutlu. Diğer yandan, atamalar, yükseltmeler, kadroya girişler ve çıkışlar, hep çalışanların mutlu çoğunluğun yegâne temsilcisi olan başbüyüklerin partisine ve onun ideallerine ne ölçüde hizmet ettiğine göre belirleniyor. Sınavlar ve mülakatlar bu emeğin karşılığını tam olarak verebilmek adına düzenlenmiş. Elbette tek ölçüt sınav değil. Sonuçta kişilerin sadakatini ve ileri demokrasiye ne denli bağlı olduklarını sınavla ölçmek pek kolay değil. Bu nedenle parti teşkilatlarında emek vermiş olmak, önemli mevkilerde tanıdıkları olmak gibi başka kriterler de var. Hasbelkader bu kriterleri yerine getirmeden bir kamu görevine, küçük de olsa bir memuriyete girmiş olanların vay haline. Sadakatlerini her daim kanıtlamak durumundalar. Bunu yapmayanlar, mazallah musmutlu azınlığın huzurunu bozacaktır. Böyle bir huzursuzluk, rejimin bekası açısından hoşgörülemeyeceği için bertaraf edilmeleri gerekir. Neyse ki ileri demokrasi bunun önlemlerini çoktan almıştır: Sürgün, kamu hizmetinden çıkarma, meslekten men ve kayyum atama gibi önlemler burada devreye girer. Bu önlemlerin bir işlevi, birtakım ayrıkotlarını (bunlar her zaman terörist, işbirlikçi, kandırılmış ya da vatan haini addedilirler) sistemden temizlemek iken, bir diğer önemli işlevi de geriye kalanların huzursuzluk çıkarmayıp böyle mutlu mutlu yaşamaya devam ederlerse başlarına bir şey gelmeyeceğini düşünmelerine hizmet etmesidir. Elbette hiçbir zaman tam güvence verilmez. Bazılarının, özellikle de sadakati henüz tam olarak kanıtlanmamış olanların, her an bunların kendi başlarına da gelebileceğini hissetmesi önemlidir; bu nedenle mutsuz olsalar bile, mutsuzluklarını kendilerine saklamayı öğrenmeleri ve onlardan beklenen vazifeleri, kimi zaman canla başla, kimi zaman da sessiz bir itaatle yerine getirmeleri beklenir.

Herhangi bir okul bitirmemiş ya da ilkokul mezunu olanların mutluluk oranının okumuşlara göre çok daha yüksek olduğu yapılan araştırmalarla tespit edildiğinden, mutlu insanlar diyarında eğitime ve bilime büyük önem verilir. Şöyle ki, eğitim sistemi birkaç yılda bir değiştirilmek suretiyle insanların ilkokul, ortaokul ya da liseden sonra eğitimlerine devam edebilmelerini zorlaştıracak, illa ki okumak istiyorlarsa da dini eğitim veren kurumlara yönlendirilerek rejime sorgulamaksızın, şükrederek ve huzur içinde itaat edebilmelerini güvenceye alacak önlemler alınır. Evrim gibi kafa karıştırıcı konular eğitim programlarından çıkartılarak program sadeleştirilirken, dini eğitimi tercih etmemiş olanların da bu eğitimin olanaklarından nasibini alabilmeleri için zorunlu ve seçmeli din derslerinin sayısı artırılır. Her ne kadar, mutluluk ile eğitim seviyesinin düşüklüğü arasındaki koşutluk gençlerin üniversite okumamalarını gerektiriyorsa da, liseyi bitirir bitirmez işsiz kalıp en delikanlı çağlarında başıboş dolaşmalarını ve kötü emelleri olan terör örgütlerinin, dış mihrakların tuzağına düşmelerini engellemek için her köşebaşına üniversitemsi kurumlar açılır. Bunlarda verilen eğitimin vasatın altında olması tercih edilir. Bir şekilde vasatı zorlayan olursa da, yukarıda değindiğimiz yollarla bertaraf edilmeleri sağlanır. Böylece, bir taşla iki kuş vurulmuş olur ve gençler bir çatı altına toplanmak suretiyle huzuru kaçıran düşüncelere meyletmeleri durumunda kolayca derdest edilmeleri sağlanır.

Mutlu insanların diyarında, işler böyle tıkırında yürüyüp gider.


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.