YAZARLAR

Bembeyaz kaban giymişti, 'kirlenecek kabanın' dedim

O anı yaşayan herkes başka bir boyutunu anımsıyordur mutlaka. Ama ben hiç bayılmadım, saniye saniye hatırlıyorum. Yerdekilerden biri Hatice’ydi (Özen); sabah konuşmuştuk okula gitmeden. Bembeyaz bir kaban giymişti ve okulda her gün bir mücadele vardı derse girebilmek için. "Kirlenecek kabanın" dedim… Gözleri açıktı ve toz dolmuştu gözlerine.

16 Mart 1978 katliamı, bu ülkenin toplumsal belleğinde derin izler bırakan ‘faili meçhul’ saldırılardan biri. Üstünden 40 yıl geçmesine rağmen ne yazık ki geçmişte yaşanmış çok üzücü tek bir şey olarak da kalmadı ve kalmıyor. Katliamdan 40 yıl sonra bile hâlâ yaşadığımız bu dehşeti, bu katliamdan yara alarak çıkan, Nilüfer Antalyalı’yla, o zamanki adıyla Nilüfer Erus’la konuştuk…

Nilüfer Antalyalı

Aradan 40 yıl kadar geçti ilk sorum çok kısa; Unuttun mu?

Böyle bir travmayı unutmak tabii ki mümkün değil. Aslına bakarsan unutmak için de çaba filan harcamadım. Bu ülkede benzer olaylarla her zaman birlikte yaşıyoruz zaten

Katliam genel olarak biliniyor diyebilirim belki bir kuşak için. Belki politik olarak ancak o an çok konuşulmadı galiba, özellikle ayrıntılar. Nasıl ayrıntılar aklında hâlâ ? Mesela ses bana göre ölümden sonra ilk unutulan şey oluyor. O anla ilgili nasıl ayrıntılar geliyor aklınıza? 40 yıl sonra bile unutulmamış ayrıntılar?

O anı yaşayan herkes başka bir boyutunu anımsıyordur mutlaka. Ama ben hiç bayılmadım, saniye saniye hatırlıyorum oradaki tüm ayrıntıları (ayrıntı da nasıl oluyorsa böyle bir olayda!). Bomba patlayınca, ayaklarım yerden kesilip düştüğümde, yerde yatan altı kişiyi...

Yatanlardan biri Hatice’ydi (Özen), sabah konuşmuştuk okula gitmeden. Bembeyaz bir kaban giymişti ve okulda her gün bir mücadele vardı derse girebilmek için. "Kirlenecek kabanın" dedim… Yerde yatarken gözleri açıktı ve toz dolmuştu gözlerine.

Patlama çok büyüktü ve ardından gelen silah sesleri ile beni taşıyan arkadaşlardan biri vuruldu mesela… Süleymaniye Doğumevi'nden iki arkadaşımla acil Cerrahpaşa'ya gönderdiler, onlardan birisi görme yetisini kaybetti bu olayda. Hastane can pazarıydı. Baki’yi (Ekiz) gördüm tam yanımda, yerde sedyede idi, orada hayatını kaybetti… Ameliyathaneler dolmuştu, beni aldıklarında yer yoktu ama "Buradaki ex" oldu diye bir ses duydum… Birinin ölümü senin yaşamın olabiliyor demek ki bazen; acı ama böyle. Sonra son duyduğum ses "Tansiyon sıfıra gidiyor, nabız alamıyorum" oldu ve malum ışık. Belki tıbben olmayacak şeyler bunlar ama hatırlıyorum. Çünkü olay anında itibaren sakın bayılma Nilüfer, öldü sanıp bırakırlar diye o kadar şartladım ki kendimi sanırım mental olarak yaşama kitlendim. Daha sonra ameliyata giren doktorlar da söylemişti "Bir tıp mucizesin" diye. Nasıl ölmedim diye şaşan radyoloji uzmanını hiç unutmuyorum…

Siz yaralandınız ama olaylar o katliam anıyla bitmedi bildiğim kadarıyla. Daha sonra hastahanede de saldırının bir devamı gerçekleşmek üzereydi neredeyse değil mi? Nedir sizce bir katliamın bu kadar kolay örgütlenebilmesinin nedeni ve hatta katliamdan sonra hiç çekinmeden hastanelere kadar gelebilme cüretinin nedeni ?

Evet hastanede bir bomba düzeneği bulunduğu söylenmişti. Hatta ihbar var deyip bir gece koğuşta nöbet tutan bir polis bile olmuştu. Hastanede bir ay kaldım, tedavim devam etmesine rağmen, can güvenliğimi sağlayamayacakları gerekçesiyle taburcu etiler beni. Bu katliam, bu ülkedeki tüm katliamlar gibi derin güçlerin desteği ile olmuştur diye düşünüyorum. Destek ne kadar büyükse, çekince de ortadan kalkıyor.

1977 1 Mayıs'ı, 16 Mart Katliamı, Kahramanmaraş Katliamı, bunlar o dönemin süreci belirleyen saldırıları değil mi? Sizce ortak tarafları var mı ?

Tabii ki var ortak tarafları… Çünkü ilahlar kan istediler ve malum 1980 darbesi geldi peşinden.

Bu soruyu bugüne taşırsak, 16 Mart Katliamı'nın mesela 10 Ekim Ankara Garı Katliamı ile bir ortak tarafı var mı?

Evet gelinen sürecin devamı niteliğinde. Bence korku imparatorluklarında her şeyi yönetmek, sindirmek daha kolay. İçinde bulunduğumuz zaman dilimindeki katliamlar tam karşılığını buluyor hatta. 16 Mart'ta DİSK iki gün iş bırakmıştı. 30 yıl sonra sadece bir kınamayla geçiştirdiler mesela.

.

Yani 16 Mart Katliamı gerçekten aydınlatılsaydı 10 Ekim Ankara Garı Katliamı belki de yapılamazdı değil mi ? Yani 10 Ekim Katliamı da aydınlatılmadığında, yine bizi bir yerlerde benzer şeyler bekliyor mu olacak ?

Bu soru biraz alacakaranlık kuşağı gibi oldu… Yaşananlar bir senaryo değil ki, belkilere mahal vermeyecek kadar net bir süreç… Çünkü hiçbiri tesadüfi olaylar değil. Onun için belki demek anlamsız bence. Zira her eylem bir amaç içerir; bunun kimin işine yaradığına bakmak lazım.

Bu katliamlar sadece o sırada orada olanlara yönelik değil bence. Yani esas oradakiler öldürülüyor ama esas hedef bütün toplumsal bir tsunami etkisi doğuruyor öyle değil mi?

Doğru yukarıda bahsettiğim korku toplumuna neden oluyor. Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek gibi bir şey bu…

Katliamda kaybettiğiniz arkadaşları tanıyorsunuzdur muhtemelen ama mesela Hatice Özen gibi, çok yakından tanıdığınız birisini kaybetmek nasıl bir duygu yaratıyor? 40 yıl sonra sorabiliyorum tabii ki bu soruyu. Bundan 40 yıl önce patlayan bombanın etkisi hâlâ devam ediyor mu?

16 Mart'ta hayatını kaybeden arkadaşlarımızı tanıyorduk tabii ki çünkü okula toplu girip çıkıyorduk. Her kaybettiğim arkadaş hâlâ canımı çok yakıyor. Hatice'yi en son yoğun bakımda, bir ara kendime geldiğimde görmüştüm. Her yanı sargılar içindeydi. sonra yine koma. Kendime geldiğimde yatağı boştu, servise çıkardık dediler… Cemil’i (Sönmez) bir hafta sonra kaybettik, çok acı vericiydi. Bombanın hâlâ süren etkisi… Unutmuyorum unutmayacağım…

16 Mart Katliamı'ndan sonra bu ülkede hiçbir şey olmaz diye düşündünüz mü? Aynı soruyu şimdi için de sorayım. Mesela 10 Ekim Katliamı'ndan sonra bu ülkede biz hiç güzel günler görmeyeceğiz diye düşündünüz mü?

Bu ülkenin insanlarına artık güvenemiyorum. Bir gün bu ülkede elbette güzel şeyler olacak ama bu güzel şeyleri benim kuşağımın görmeyeceğine inancım pekişti. Artık yaşlandığım için olabilir bu heyecan azalması. Ama kan isteyen ilahlar ve onlarla mücadele devam ettiği sürece, ölenlerin ve gerçekleştirenlerin elleri, isimleri değişse de nitelik olarak eylemler her iki taraftan da devam edecek.

Bu olaylar böl parçala hamasetinden farklı konumlarda bence. Sistemler ve karşı koyanlar… Yani mücadelenin bir şekilde devam etmesi bana huzur veriyor. Faili meçhul cinayetlerden, toplu katliamlardan kurtuluşun bir yolu olmalı. Bu yolu bilen, çaba sarf eden herkes, benim umut kaynağım.


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...