YAZARLAR

Ümitvar olun!

Bütün diktatörlerin, bütün tiranların, bütün despotların üzerinde oynadığı şey hem birey hem de toplum nazarında umutların yok edilmesi; kendilerinin bir kurtarıcı şeklinde yegane ümit olarak belirginleşmesidir. İnsanlara yapılan hoyratça muamelenin, şahsiyet karalamalarının, karakter suikastlarının en nihayetinde kıpırdayan tek bir cisme dahi tahammülsüzlüğün altında bu emeller yatar.

Bir çalkantının, kaosun, anomi halinin içerisindeyiz. Bu doğru. İçerisinde bulunduğumuz durumu doğruca tespit etmek çözümlerini de kolaylaştıracaktır. Seçim kanununa mühürsüz oyların geçerli sayılması hükmünün sokuşturulması, yedi yaşındaki kız çocuklarının evlendirilebileceği fetvaları, kadın cinayetleri, çevre tahribatı, hayvanlara zulüm, karakollarda ve cezaevlerinde işkencenin hortlaması; daha da uzatılabilir.

Tam bir çıldırmışlık hali.

Bunların tamamı bizlerin zihinlerine, içinde yaşadığımız toplumun hafızasına birer gönderme; bizi bir şeylere ikna etmenin ya da kabullendirmenin, razı etmenin yöntemleri gibi durmaktadır. Ancak bizden istenenler ile maruz kaldığımız olaylar arasında net bir bağlantı kuramıyoruz.

Tam bir belirsizlik hali.

Sanki istenen de budur. Umutsuzluğu yaygınlaştırarak bir şeylere razı etmek, razı olduğumuz o şeyi eldeki yegane umut ve çıkış yolu olarak içselleştirmek. İşler bittiğinde de yapılabilecek olanın yapıldığı duygusunu yaşatmak.

Kenan Evren’in anılarında levye işlevi gören, “şartların olgunlaşmasını beklemek” teması işlenir. Bu, “darbenin zihinlerde meşruiyet kazanması için yeterli olacak sayıda insanın katledilmesi / kaybedilmesi” anlamını taşır. Olaylar sonucunda hem birey hem de toplum kendisini o kadar güvensiz bir durumda hisseder ki askeri darbeye bir umut ve yegane kurtarıcı gibi yapışır. Bu sıkıştırılmışlık halinin bireydeki ve toplumdaki hasadı aslında hayal gücümüzün iğdiş edilmesidir. İmkanlar dünyamızla bizler arasına setler örülmesidir. Umutlar tükenir, kurtarıcımız gelir, hepimizi kurtarır.

Bütün diktatörlerin, bütün tiranların, bütün despotların üzerinde oynadığı şey hem birey hem de toplum nazarında umutların yok edilmesi; kendilerinin bir kurtarıcı şeklinde yegane ümit olarak belirginleşmesidir. İnsanlara yapılan hoyratça muamelenin, şahsiyet karalamalarının, karakter suikastlarının en nihayetinde kıpırdayan tek bir cisme dahi tahammülsüzlüğün altında bu emeller yatar. Hayal gücümüzün çalışması ve ümidin pırıltısı. Çünkü bunlar, hayal gücümüz çalıştığı sürece hiç mi hiç tercih edilmeyeceğini bilir. Ümit demek, bir dertten kurtulabilmenin imkanı demektir.

Şimdi dönelim ve en karanlık, en sefil, en umutsuz, en berbat günlerimize bakalım.

Hani o dibe vurduğumuz günlere.

Kendimizi bir çöplük gibi hissettiğimiz anlara.

Yalnızlıklarımıza.

Çaresizliklerimize.

Zindanlarımıza.

Sütten kesilmiş bir çocuğa dönüştüğümüz anlara.

Ana rahmini özlediğimiz günlere.

Dönüp bunlara bir bakalım. Zor ve acılı olsa da hatırlayalım.

İçinde bulunduğumuz berbat hallere bütünüyle iradelerimiz dışında bir iradenin zorlamasıyla gelmeyiz. İçerisine düştüğümüz hali, tümüyle kendimiz dışında iradelere yükleyen aklayıcı, tembelce ya da sinik açıklamalar birer sanrıdan ya da eğer aklımız yerindeyse hakikate atılmış bir iftiradan ibarettir. Ama az ama çok; içerisine düştüğümüz duruma bizlerin bir şekilde katkısı mutlaka vardır. Çoğu zaman belirleyici olan da bu katkımızdır. Bazen de bu belirleyicilik bütünüyle bizlere, kendimize aittir.

Böyle anlarda önümüze bulabildiğimiz ilk kardelen çiçeğinin resmini açmalı. Uzun uzun kardelene bakarak çabasını ondan dinlemeli. O bize tane tane anlatmaya başlayacaktır. İçerisine düştüğümüz her durumdan bir çıkış yolu eninde sonunda, ama öyle ama böyle mutlaka vardır. Çünkü içine düşmüşüzdür.

Aklımızda tutalım ki, şartlar hiçbir zaman tam da bize göründükleri şekilde, bizim ölçebildiğimiz miktarda, bizlerin tasavvuruyla tam bir örtüşme içerisinde değildir. İdrakimize sunulmuş ve gözlemleyebildiğimiz şartların hakiki yani kendilerinde saklı halleri çoğu zaman bizi şaşırtacak bazen de kendimizden şüpheye düşürecek kadar görebildiklerimizden farklıdır. Genellikle farkında olmadığımız kendi kuvvemizle ilgili olarak da bu böyledir.

Aşarız.

Yeter ki hayal gücümüzü teslim etmeyelim ve umudu daima ayakta tutalım.

İrademizi yok sayarak içerisine düştüğümüz her durumu dışımızdaki şartlarla izah etmek hem memnuniyetsizlik duygumuzu inkar hem de şikayet etmek hakkımızdan vazgeçtiğimiz anlamına gelir. Böyle bir durumda belki de yapılabilecek en doğru şey uyumsuz olduğumuzu kabullenmek; hatta tedavi edilmeyi talep etmek olurdu.

Ama hayır!

Huzursuzuz!

Bir şekilde içerisine düştüğümüz kuyularda ışıksızız. Çok rahatsızız. İşte sadece bunları dillendirmekle bile içinde bulunduğumuz halin bizler için bir kader, giydirilmiş bir zorunluluk olmadığını, bu kuyulardan çıkabileceğimizi, bal gibi de çıkacağımızı kabul ve ilan ediyoruz.

Çünkü çıkabilmeyi hayal ediyoruz.

O halde çıkarız!

Hayal etmeli! Köreldiysek, hayal edebilmeyi hayal etmeli.

Hayal etmek gerçeklik dünyasından kopmak değil; elan içerisinde bulunduğumuz gerçeklik ile imkan alemi arasında köprüler inşa etmektir.

Höykürerek üzerimize fırlattıkları yağlı urganları bizleri kuyularımızdan çıkartacak iplere dönüştürmektir.

Gerçeklikle imkanlar arasına dikilmiş duvarları yıkmaktır.

Dağlar içinde tüneller kazmaktır.

Sarplara tırmanmaktır.

Hayal etmek mucizelere önce bulaşmak sonra da mucizelerle buluşmaktır.

Her mucize mümkün; mümkün olan her şey de mucizevidir.

Ümitvar olun!


Cihangir İslam Kimdir?

Sakarya'da doğdu. Ankara Üniversitesi’nde 1983'de Tıp eğitimini, 1990’da Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanlığını tamamladı. Minnesota Üniversitesi’nde Omurga Cerrahisi ve Klinik Araştırma eğitimi aldı. Ortopedi ve Temel Bilimler alanında yurtiçi ve yurtdışı ortamlarda yüzün üzerinde bilimsel makale ve bildiri yayınladı. Ayrıca İslami İlimler ve Felsefe Bölümlerinden de mezundur. Bilgi ve Düşünce Dergisi’nde ve Hece Dergisi’nde düşünsel içerikli makaleler yazmıştır. 7 Şubat 2017 tarihinde yayınlanan 686 numaralı KHK ile Anayasa ve yasalara aykırı olarak kamu görevinden atıldı.