YAZARLAR

Kadınlar Günümü kutlama, çay yap

Dünyada birçok kadının Stockholm sendromundan muzdarip olduğunun farkında mısınız? Sizinle aynı dünyada yaşamak çok zor.

Erkeğe:

Kadınlar Günümü kutlama!

Onun yerine, bugün, kadın işi olarak gördüğün bir şey yaparsan çok sevinirim. Ne bileyim, bir tepside ikram yap, yemek pişir, biraz temizlik yap; bak samimi bir kutlama oldu böylece.

Senden eşitlik ve özgürlük talep etmiyorum; o zaten benim. Özde sizlerle eşit ve özgür olduğumuzu görmenden başka bir beklentim yok.

Görmeye başlaman için ufak bir öneri: Dilini dikkatle gözlemle, sonra değiştir.

Ülkemizde, en yetkin felsefecilerin konferanslarında, en eğitimli ağızlarda bile kadın hep “öteki” bunu anlamıyor musun? “Kadın çiçektir” deme “kadın baş tacımızdır” deme “adam olmak” deme "bayan" deme; güzellikten söz edeceğinde, bedenim üzerinden örnek verme; örneklemelerinde kadını stereotiplere sokma.

Üstelik “kalıplara soktuğun kadın” esprilerinle hiç komik değilsin.

Çok eğitimlisin diye, kendini şimdiden kadın dostu sayma: Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz. Eylem ve söyleminden, güçlü ve akıllı kadınla henüz barışamamış olduğunu biz anlıyoruz.

Kadına:

Yavan kutlamaları kabulle geçiştirme bugünü.

Uzun vadede, kadınlık onuruna katkıda bulunacak bir karar alabilirsin belki de. Başarılması sabır isteyen uzun soluklu bir karar olabilir; örneğin, kadını ötekileştiren her erkeği, bizim yetiştirdiğimizi hatırlayıp eyleme geçmek gibi.

Yapılması daha kolay bir şeyi tercih edebilirsin; başarılı, akıllı, farklı olan kadınların artık yalnızca fikirleri, eserleri hakkında konuşmaya başlayabilirsin: Mis gibi dedikodu.

Başka örnekler de geliyor aklıma: İlkeleri bir pırlantaya satmamak; istediğin her pırlantada, önce onun için dökülen kanı görmek; böyle gelmiş ama böyle gitmez diyebilmek; cinsiyet ayrımcı bir dil kullandığını fark etmek ve değiştirmek; yatakta, insan olduğunu unutturacak, iradeni kıracak tüm önerilere hayır demeyi bilmek; aklını geliştirmeye yatırım yapmak; üretime katılmak; el âlem ne der ilgilenmemek gibi.

Alışveriş temalı seyahatlerinle, kadın kadına yemek bolluğunla, televizyonun karşısında tükenişinle, çalışıyormuş gibi yapmanla barışamıyorum dostum. Bana Facebook’tan, WhatsApp’tan “kadın”, “Cumhuriyet elden gidiyor”, “nereye gidiyoruz” içerikli mesaj gönderme artık!

Tarladaki koca memeli işçi ananın ter kokusunu, senin parfüm kokuna yeğliyorum çünkü ben.

İkimize:

Sümerler, Akad, Babil, Asur, Hitit, Eski Mısır, Eski Yunan, Eski Roma, Eski Çin, Eski Hind, İskit, Hun uygarlıklarında kadınların ikinci sınıf olan konumunu inceledikten sonra; Göktürkler'e bir göz atabiliriz beraber.

Orta Asya Türkleri’nde, kadının konumu ile ilgili yorum yapan Marco Polo’nun, yorumlarında değindiği özgür kadınlar üzerinde okumalar da yapabiliriz.

Örneğin Göktürkler’de, kadının kapalı olmadığını; erkek ve kadın arasındaki paylaşımın, hakça olduğunu; kadının, devlette temsil hakkının bulunduğunu; ata binip, silah kullanarak orduda görev aldığını; kadına tecavüzün cezasının, idam olduğunu (biz idam etmeyelim) öğrenebiliriz.

Bâcıyân-ı Rûm’dan yani, Anadolu Kadın Teşkilatı’ndan daha eski kadın örgütlenmelerini araştırabiliriz. Avrupa dökülüyor o tarihlerde… İstersen bak yine de ama, tarihte misojiniye karşı meydan okuyan ilk kadın olan, Christine de Pisan’ın 14'üncü yy’de, ilk erkek feminist olan Poulain de la Barre’ın ise, 17'nci yy’de yaşadığını göreceksin.

Ne oldu da bizim kadın algımız bu hale geldi diyeceğiz de dinden söz etmeyeceğiz öyle mi? Hadi oradan… Şu, Arap geleneklerinin onurumuzu örttüğü, ölü toprağını atsak artık üstümüzden! Atatürk, ne yaman bir insansın sen! Nasıl bir zekâsın! O kokuşmuş toplumda nereden öğrendin kadınlara böylesine değer vermeyi? Nasıl akıl ettin?

Ülkenin en nadide eğitim kurumlarından mezun olmuş, bir de üstüne Anadolu mayasına bulanmış güzel dostlarım var evlerine konuk olduğum. Hâlâ, kadınlar yapıyorlar çay servisini, kocaları gözleriyle gösteriyorlar boşalan bardakları. Annem ve babamın bile daha çağdaş olduğunu düşündürüyorlar bana. Annemleri ziyaret ettiğimde, rahmetli babam “kızım sana kahve yapayım mı?” diye mutfaktan seslenebilen bir erkekti. Yine de, eve konuk geldiğinde, yaptığı işi oracıkta bırakmasının rencide edici olduğunu söyleyip dururdu annem. Dostum dediğim insanların evlerinde, mutfağın, ev işlerinin kadınlara havale edilmiş olması da beni rencide ediyor.

Sizinle aynı dünyada yaşamak çok zor! Bizleri, kapıların ardına, çarşafların içine saklayanınıza; hastane yatağına mahkum edeninize, kan gölünün içinde yatar konuma getireninize; arsız bakışlarında yatay pozisyon aldıranlarınıza gelemedi bir türlü sıra. Hem öznel hem de yüzeysel bir tutumdan kaçınmadım bu yazımda; eyleme çıktığında, nefret ettiğimiz bu karanlığın üzerine örtülen örtünün, hepimizce nasıl dokunduğu görünsün istedim. Çocuklarının babası kendisine refik edilmiş bir azınlıktan, Kafdağı’nda yaşayanlardanım, tuzum kuru yoksa.

Dünyada birçok kadının Stockholm sendromundan muzdarip olduğunun farkında mısınız?


Gülgün Türkoğlu Pagy Kimdir?

Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Hidrobiyoloji mezunudur. University of London King’s College’da yüksek lisansını tamamladıktan sonra National Rivers Authority ve Anglian Waters’da biyolog olarak görev yapmıştır. Türkiye’ye döndükten sonra özel kuruluşlarda Ar-Ge alanında uzman olarak çalışmış, yöneticilik yapmıştır. Ege Üniversitesi Biyomühendislik Bölümü, Tıp Fakültesi ve CNRS Paris ortaklığında yürüttüğü doktorası insan genetiği üzerinedir. Avrupa birinciliğini kazanan Bio-Ace Centre of Excellence başvurusunu yürüten iki kişilik ekiptendir. Bir süre bu projenin müdürü olarak görev yapmıştır. Düşünüyorum Dergisi yazarlarındandır. Felsefe ve Kadın Sorunları üzerinde çalışmalarını sürdürmektedir.