YAZARLAR

Türkiye’nin ve muhalefetin bekası

“Erdoğan İttifakı” dediğimiz aslında "AK Parti + MHP + Vatan Partisi" koalisyonu. Koalisyon diyoruz çünkü mesele sadece seçimler nedeniyle sayısal anlamda güç birliği adına bir araya gelmek değil; bugünlerde beraberce hükumet etmek. MHP ve Vatan Partisi politikalarını manşete çekmek. Bunun da ötesinde, bir başka yönüyle tanımlarsak, AK Parti'yi de içine almış, hâlâ borusunu öttüren 28 Şubat’ın devamı sayılabilecek bir yönetim anlayışı. Erdoğan buraya Saadet Partisi'ni de dahil etmek istiyor.

AK Parti'nin kurulduğu günlerde kuruluşuna ilkesel olarak karşı çıkanların sayısı çok değildir. Fazilet Partisi kapatıldıktan sonra bu tutumu benimseyenler çoğunlukla Saadet Partisi’nde toplanmışlardı. AK Parti’nin geniş kitleler tarafından “iyi” olarak değerlendirilen icraatları şüphesiz ki vardı geçmişte. AB uyum yasaları, yasakların kaldırılması, demokratikleşme çabası, sosyal yardımlar gibi. Bunlar ve bunlara benzer girişimler geniş kitlelerin desteğini almıştı. Çözüm süreci de büyük bir kitlenin şartsız desteğine mazhar oldu. Ancak topyekûn bir değerlendirmede on beş yılın sonucu hüsrandan başka bir şey olmadı.

Erdoğan’ın bu halkı neden kutuplaştırdığını; Erdoğan'ın seçim propaganda çalışmalarında neden Alevileri hedef aldığını, dışladığını; bir Türkiye Partisi olmaya çalışan HDP'yi neden çökertmeye ya da dağıtmaya gayret ettiğini; CHP’ye kadar ulaşan tehditler savurduğunu; hepimizi, bütün toplumu neden huzursuzluğa boğduğunu; bu toplumu hangi amaçla ayrıştırmaya çalıştığını; bunları aklı selim içerisinde kalarak açıklamak çok çok zor.

Geçmişte rahmetli Necmettin Erbakan'ı siyasi yasaklı olarak tutmakta ısrar eden, Saadet Partisi'nin küçülmesi için her türlü düzenlemeyi yapan, onu hemen her zaman görmezden gelen, HAS PARTİ'yi türlü oyunlarla yutan, en nihayetinde bütün muhaliflerini bir şekilde susturan, cezaevlerine gönderen bir AK Parti var bugün hepimizin önünde.

Erdoğan, yıllardır yüzüne bakmadığı, en ağır sözlerle eleştirdiği Saadet Partisi'ni kendi ittifakına dahil etmeye çalışıyor. “Erdoğan İttifakı” dediğimiz aslında "AK Parti + MHP + Vatan Partisi" koalisyonu. Koalisyon diyoruz çünkü mesele sadece seçimler nedeniyle sayısal anlamda güç birliği adına bir araya gelmek değil; bugünlerde beraberce hükumet etmek. MHP ve Vatan Partisi politikalarını manşete çekmek. Bunun da ötesinde, bir başka yönüyle tanımlarsak, AK Parti'yi de içine almış, hâlâ borusunu öttüren 28 Şubat’ın devamı sayılabilecek bir yönetim anlayışı. Erdoğan buraya Saadet Partisi'ni de dahil etmek istiyor. Bir yandan Alparslan Kuytul ve arkadaşlarını tutukluyor, bir cemaatin büyük ihtimal darbeyle hiç ilişkisi olmayan ortalama üye veya sempatizanlarını da darbe isnat ettikleriyle birlikte cezaevlerine topluyor diğer yandan ısrarla Saadet Partisi’ni de bu ittifakın içerisine çekmeye çabalıyor. Hatta bunun için Trump dışında kimseye yapmadığı bir şeyi de yapıyor, kapıyı iki kere çalıyor. Gökhan Açıkkollu 15 Temmuz darbe girişiminden sonra karakolda gördüğü on üç günlük işkence sonucunda ölüyor; bir buçuk yıl sonra da suçsuzluğu anlaşılarak göreve iade kararı çıkıyor. Erdoğan mı ? O hâlâ Saadet Partisi’nin peşinde koşturuyor.

Tabloya şöyle çabucak bir bakmakta fayda var. Saadet Partisi'nin 1 Kasım 2015 seçimlerindeki oyu yüzde 1'in biraz altında. Aynı seçimlerde AK Parti ve MHP'nin toplam oyu ise yüzde 62. Eğer oylarını koruyabildilerse bu iki partinin başka partilere hiç ama hiç ihtiyacı yok. Ancak açıkça gözlemleyebiliyoruz ki ne AK Parti ne de MHP eski gücüne sahip. Mevcut oylarının nesnel yöntemlerle yapılmış anketlerde hangi düzeyde göründüğünü tam olarak bilmiyoruz. Diğer yandan yaşadıkları panik havası çantada keklik bir durumun olmadığını çok net gösteriyor. Erdoğan da oy oranına bakmaksızın olabildiğince çok partiyi Erdoğan İttifakı’na katmaya çabalıyor. Olaya geleneksel bakış açısıyla yani radikal bir şekilde araçsal bakıyor. İhtiyacı olan şey ilave bir koltuk değneğinden öte kapıyı içeriden sıkıca kilitleyebilmek.

Bunlardan daha önemlisi, özellikle 16 Nisan 2017 referandumundan sonra AK Parti seçmeninin bir kısmının ciddi tereddütler yaşaması. Saadet Partisi'nin de bir tercih olarak mütereddit AK Parti seçmeninin ilgi alanına girmesi. Bunlar Türkiye'nin ve siyasetin önünün açılabileceği umutlarını çok yükseltiyor. Çünkü AK Parti'nin kapaklarını açabilecek anahtar Saadet Partisi'nin elinde. Erdoğan ve AK Parti'nin telaşı tamamen bununla alakalı.

Erdoğan Türkiye'nin ve AK Parti'nin kaderini kendi siyasi kaderine bağlamıştır. Daha doğrusu son yedi yıllık çabaları ve seçmende oluşturmaya çalıştığı algı "Türkiye ve AK Parti'nin bekası Erdoğan'ın siyasi bekasına bağlıdır" biçimindedir.

Peki bu iş gerçekten böyle mi?

Bu kural AK Parti için büyük oranda doğrudur. Erdoğansız AK Parti’nin işi çok zordur. Ancak Türkiye dikkate alındığında bu kural geçerli değildir. Olması için akla uygun bir neden de yok. Türkiye elbirliği ile Erdoğan'ın hepimize dayattığı bu algıyı tedavülden kaldırmak zorundadır. Türkiye’nin ve muhalefet partilerinin bekası da algıda oluşturulmaya çalışılan bu kuralın, daha doğrusu bu illüzyonun ortadan kaldırılması yönünde muhalefetin göstereceği çabaya ve başarıya bağlıdır.

Türkiye 16 Nisan referandumunda otokrasiye karşı demokrasiyi oyladı. Kutuplaştırmaya karşı bir arada yaşama iradesini oyladı. Gördük ki Saadet Partisi'nin potansiyel etkinliği henüz denklemde yokken dahi çoğulcu bir demokrasi içerisinde bir arada yaşamak isteyenlerin sayısı "AK Parti+MHP+VP" koalisyonu ile aşağı yukarı eşit. Bu tablo AK Parti ve koalisyon ortaklarına en ufak bir şey garanti edemez. Alacakları oy miktarı muhalefet partilerinin tutumu ile doğrudan hatta bire bir alakalıdır.

Türkiye'nin bu sarmaldan çıkışı bir başka ifadeyle önünün açılması muhalefet partilerinden oluşacak, icraat yanında kurucu gibi de çalışacak bir siyasi ekibin iş başına gelmesine bağlıdır. Bu siyasi tutum ancak tabanda oluşturulacak bir toplumsal sözleşme zemininde yükselebilir. Bu toplumsal sözleşme teorik olarak herkese açıktır. Günün pratiğinde ise sadece 16 Nisan'da "hayır" veren kesimlerle yetinmeden AK Parti ve MHP'den bir kez daha kopartılacak önemli bir kitleyi de kapsayarak başarılabilir.

İYİ Parti'nin MHP'den büyük miktarda oy alacağı hatta MHP’nin altını boşaltabileceği referandumda ilk işaretlerini vermiştir. Saadet Partisi de AK Parti'ye 2002'de henüz işin başındayken kaptırdığı seçmenini ve hatta bundan çok fazlasını geri alabilir. MHP ile ittifak kuran AK Parti’den kaçacak Kürt oylarının da gidebileceği muhtemel adres büyük oranda yine Saadet Partisi. Bu durum sadece Saadet Partisi’ni ilgilendiren bir durum değil; bir bütün olarak muhalefetin ve bu partilerin kaderi de Saadet Partisi’nin AK Parti’den kopartacağı oylarla doğrudan alakalı. Bu konuda oy kaymasının hangi oranlara varabileceğini kestirmek bile çok zordur.

Radikal tutum değişikliklerini seçmenimizin geçmiş davranışlarında yer yer açıkça görebiliriz. 1977’de Demokratik Parti’yi silmesi, 1983’de ANAP’ı sürprizle iş başına getirmesi, bir seçim önce birinci parti olan DSP’yi 2002’de yüzde 1’lere indirmesi, yine 2002’de 28 Şubat ile iş tutan partileri baraj altına göndermesi sayılabilir. Özellikle memnuniyetsiz ancak gidecek adres bulamayan AK Parti seçmeninin radikal bir tutuma girmesi için hemen hemen bütün şartlar mevcuttur. İşin olmazsa olmazı Saadet Partisi’nin bir ittifak ile barajı aşabileceği görüntüsünü verebilmesi, söz konusu seçmenin de buna ikna olmasıdır.

Bir bütün olarak muhalefet söz konusu olduğunda seçmenin aradığı ve görmek istediği şey muhaliflerin sağlam, bilinçli ve kararlı bir duruş sergileyebilmesi. Muhalefetin ortak bir dil ile Türkiye’nin önüne belirlenmiş, somut ve ortak hedefler koyabilmesi.

Bunlar çerçevesinde Türkiye'nin geleceği CHP, HDP, İYİ Parti ve Saadet Partisi'nin birlikte hareket edebilme ve hedefe yürüyebilme yeteneğine bağlı. Bu dört partinin birlikte hareket etmesi içlerindeki küçük muhalefet gruplarının (özellikle HDP’ye karşı geliştirilmiş) itirazlarına rağmen tabanda tahminlerin üzerinde karşılık bulacaktır. Bu dört siyasi parti Türkiye'mizin bütün unsurlarını, siyasi-sosyolojik yapılarını “çoğulcu demokrasi yanlısı” bir zeminde temsil kapasitesine sahiptir. Yapılması gereken bu partileri yakınlaşmaya itecek sivil bir baskının oluşturulmasıdır.

Türkiye, kendi geleceği için kendisine dayatılan "Erdoğan ve AK Parti dayatması"nı aşmak zorundadır. Türkiye'nin bekası bir kişi veya partiye bağlı değil; bu aşma olayının içerisinde saklıdır. Türkiye bunu yapabilir ve yürüyüşüne devam etmek için yapmak mecburiyetindedir.


Cihangir İslam Kimdir?

Sakarya'da doğdu. Ankara Üniversitesi’nde 1983'de Tıp eğitimini, 1990’da Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanlığını tamamladı. Minnesota Üniversitesi’nde Omurga Cerrahisi ve Klinik Araştırma eğitimi aldı. Ortopedi ve Temel Bilimler alanında yurtiçi ve yurtdışı ortamlarda yüzün üzerinde bilimsel makale ve bildiri yayınladı. Ayrıca İslami İlimler ve Felsefe Bölümlerinden de mezundur. Bilgi ve Düşünce Dergisi’nde ve Hece Dergisi’nde düşünsel içerikli makaleler yazmıştır. 7 Şubat 2017 tarihinde yayınlanan 686 numaralı KHK ile Anayasa ve yasalara aykırı olarak kamu görevinden atıldı.