YAZARLAR

Ufak tefek siyasetler

Oya gibi bir kadın güçlüyse aynı zamanda yaralı olmak zorundadır. Bu hayatlar içinde erkeklere düşen rol para kazanmak, işinde çok başarılı olmak ve kadınlar onları nereye çekiyorsa oraya sürüklenip gitmek gibi görünüyor.

Hikâye tanıdık. Kadınların dünyasına dair bildik klişeleri, birbirinin arkasından iş çeviren, en yakın arkadaşının yüzüne gülerken ayağını kaydırmak için çabalayan, entrikacı, istediğini başkasının mutsuzluğu, hatta yıkımı pahasına elde etmekten kaçınmayan, zengin, güzel, güçlü kadınların dünyası… Başlıktan anladınız: mevzu bahis o çok izlenen Ufak Tefek Cinayetler dizisi. Tüm mantık hataları ve tutarsızlıklarına rağmen, senaryo sürükleyici:

Oya (Gökçe Bahadır) ile Serhan’ın (Mert Fırat) bir türlü kavuşamaması var bir kere. Gündelik hayatındaki küçük iktidar alanlarını kaybetmemek için her şeyi yapabilecek Merve’nin (Aslıhan Gürbüz) hikâyesi. Onca zenginliğine rağmen neredeyse her bölümde mutfak tezgâhının başında kapya biber olsun, dolma biber olsun, işte aklınıza gelebilecek ne kadar biber türü varsa doğrayan, ama zenginlikten olsa gerek bir türlü soğan, sarımsak doğrama aşamasına geçemeyen Merve. Yuva yıkan entrikacı kadın kontenjanından diziye dâhil olan Burcu’nun (Duygu Sarışın) yalanları… Her daim ikili oynayan Pelin’in (Bade İşçil) karanlık işleri. Güçlü ama yaralı Oya. Malum, söz konusu olan güçlü bir kadınsa, sanki başka türlü olamazmış gibi, mutlaka geçmişten getirdiği kabuk bağlamış bir yarası olmalı. Kabuğu fazla kanırtmaya gelmez, o yara yeniden kanayabilir…

Çok izlenen dizinin bize anlattığı dostluğun, vefanın, diğerkâmlığın olmadığı bir dünyada bildik “zengin ama mutsuz” hayatlar... Bu hayatlar içinde erkeklere düşen rol para kazanmak, işinde çok başarılı olmak ve kadınlar onları nereye çekiyorsa oraya sürüklenip gitmek gibi görünüyor. Hem çok para kazanacak kadar akıllı, hem de hayatlarının kontrolünü tümüyle başkalarının (kadınların) eline bırakacak kadar aptal olmalı bu erkekler… Birinin ayağı mı kaydırılacak, o iş kadınlara bakar. Serhan gibi yakışıklı ve başarılı erkekler yalnızca zekâları ve bilgileriyle işlerini yürütürler. Hem dürüst, hem ahlaklıdırlar. Birileri tuzağa düşürülecekse, yalan söylenerek yanlış yola sevk edilecekse onu da kadınlar yapar. Tümüyle işinde gücünde olan, arada Sarmaşık’ta buluşup hoşbeş etmekten başka sosyal hayatları olmayan bu erkeklerin karılarını aldatmaları hoş karşılanmaz ama iş arkadaşlarını aldatmaları, onların ayağını kaydırmaya kalkışmaları filan söz konusu bile olamaz... Mesela Mehmet (Yıldıray Şahinler), Arzu’yu (Tülin Öner) aldatır, ondan ayrılır ama sonradan çok pişman olur. Aslına bakılırsa onun bir suçu yoktur, sınıf atlamak için zengin bir koca peşine düşen Burcu’nun kurbanı olmuştur. Ne iş yaptığı pek anlaşılamayan Taylan (Ferit Aktuğ) bile Pelin’in gerçek yüzünü bir türlü göremez; tam aydınlanacak gibi olurken Pelin’in takıntılı sevgisine teslim olur. Bu gibi dizilerin kurmaca dünyasında çoğu zaman olduğu gibi erkekler birer “tipleme” olmaktan öteye geçmezler. Olay örgüsü kadınların üzerinden işler. Hikâye, kadınlara özgü tanımlanan entrikalar, ikiyüzlülükler, sahtelikler, yalanlar ve ‘kadınsı’ suçlar üzerinden ilerlerken erkeklere düşen çocuksulaştırılmış bir iradesizlik, kendi hayatı üzerinde karar verememe halidir.

Oysa sadık televizyon izleyicisi, dizi kuşağının hemen öncesinde, haber kuşağında, bambaşka bir dünyayla karşılaşmıştır. Bu dünyada da yalanlar, pazarlıklar, iftiralar, düşmanlıklar ve cinayetler hüküm sürmektedir. Ancak buradaki yalanların ve pazarlıkların çeperi ulusal, hatta uluslararası boyuttadır. Burada diyalog, uzlaşma, tolerans ve barışın dili yoktur. Onun yerine monologlar, kutuplaşma, nefret, kışkırtma ve savaş çığırtkanlığı hâkimdir. Yaşamı değil ölümü, yaşatmayı değil öldürmeyi ve ölmeyi güzeller. İktidarıyla, muhalefetiyle erkeklerin hâkim olduğu bir dünyadır artık söz konusu olan. Kurmacanın değil, can acıtıcı gerçekliğin hüküm sürdüğü bu dünyada kadınlar ancak figüran rolüyle ya da erkekleştikleri ölçüde kabul görür. Empati, diğerkâmlık, dayanışma, güçlünün değil, zayıfın yanında yer alma, kabul görmeyen, değersiz özelliklerdir. Kadınsılık olarak görülür, küçümsenir. Fazla hayalci, fazla iyimser, reelpolitikten uzak, geleceği görmekten aciz, kırılgan addedilir. Makbul olan rekabet, güç, iktidar arzusu, geçici ittifaklar ve iktidarı kaybetmemek için her yolun denenmesidir. Kurmaca dünyanın kadınlara özgü gördüğü ve içten içe olumsuzladığı ne varsa eril siyasetin gerçeklik evreninde olağan kabul edilir. Her şey kuralına uygundur; işler soğuk bir rasyonellik perdesi ardında yürütülmektedir. Alınan kararlar, yapılan işler hep olası seçenekler içinden en mantıklısı, ülkenin, milletin çıkarına en uygunuymuş gibi sunulur. Bu sırada izleyicinin duygularına da bolca seslenilmesi gerekir. Siyasetçiler ne kadar rasyonel hareket eden aktörler olarak görülürse, izleyicilerinin/seçmenin de o kadar duygularıyla hareket eden, tutarsız, yönlendirmeye açık olduğu varsayılır. Zira eril siyasetin dünyasında seçmenin çocuksu ya da ‘kadınsı’ olduğu kabul edilir. Senaryodaki tutarsızlıkların, çelişkilerin, mantık hatalarının çok da önemi yoktur; tıpkı dizi izleyicisi gibi siyaset izleyicisinin de öfkelenmesi, coşması ama aynı zamanda oyunun içinde kalması, yani ekranın başından ayrılmaması beklenir. Bu nedenle sahneye sürekli yeni bir pazarlık, yeni bir ittifak, yeni bir ikilem sürülür. Baki olan, saf, rasyonel, makul ve kabul edilir olan tek yolun, çıkar, rekabet ve çatışma odaklı olan bu siyaset anlayışının kendisi olduğudur. Başka türlüsü ya küçümsenerek değersizleştirilir, ya da cebir ve hileyle siyaset dışı bırakılır.

Kısacası, kurmaca dünyada kadınlara özgü tanımlanan ve izleyicinin bu “kadınsı” özellikler karşısında hayretlere düşüp öfkeye kapılmasına ya da daha da ileri giderek korku duymasına yol açan her türlü tutum ve davranış, siyasetin eril dünyasında makbul kabul edilenle özdeştir. Birinde reddedilen, eleştirilen, küçümseme ve kınamaya maruz kalan, diğeri için makul ve uygun olandır. Siyasetin bu eril gerçeklik düzeyinde kadınlar, eril siyasete uyum sağladıkları ölçüde, onun dilini ve normlarını içselleştirdikleri ya da en azından taklit ettikleri sürece geçici ittifaklara dâhil edilirler. 80’lerin İngiltere’sinde Margaret Thatcher, bugünün Almanyası’nda Angela Merkel, 90’ların Türkiyesi’nde Tansu Çiller; günümüzde Meral Akşener bunun tipik örneklerindendir. Erkek dünyasında, erkeklerin diliyle siyasette kalmayı ve rol almayı başarmışlardır. Bu yüzden de bir kadın siyasetçi olarak değil, erkek siyasetin birer ‘taklitçesi’, hatta hararetli savunucuları olarak varlık kazanırlar.

Oysa bugün yalnızca Türkiye’nin değil, tüm dünyanın içinde bulunduğu açmaz, bir iktidar oyununa indirgenin siyasetin işleyiş biçiminden kaynaklanıyor. Kadınların demokrasi, birliktelik, uyum ve diğerkâmlık yerine kutuplaşma, rekabet, çıkar ve pazarlıklar üzerine kurulu bu siyaset anlayışını değiştirecek gücü var. Kadın hareketi, nasıl erkek dünyanın kurallarına başkaldırıp eşitlik mücadelesinde önemli adımlar attıysa, erkek siyaset karşısında da başka türlüsünün mümkün olduğunu gösterecek. Gerisi, savaşın, öldürmenin ve ölmenin hâkim olduğu bir dünyada var kalmanın herkes için imkânsızlığı. Gerisi, ufak tefek siyasetler.


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.