YAZARLAR

Ahmet Yıldırım: HDP barışçıl politikalarının kefaretini ödüyor

Cumhurbaşkanına hakaret davası yüzünden milletvekilliği düşürülen HDP Muş “eski” milletvekili Doç. Dr. Ahmet Yıldırım, Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a yönelik benzer sözlerden yargılanıp beraat aldığını hatırlatıyor. HDP ayrılıkçı bir siyaset yapsaydı bunun iktidarın hoşuna gideceğini söyleyen Yıldırım’a göre, partisi barışçıl politikalarının bedelini ödüyor.

HDP Muş milletvekili Ahmet Yıldırım'ın cumhurbaşkanına hakaret, HDP Şanlıurfa milletvekili İbrahim Ayhan'ın ise “örgüt propagandası” suçlamasıyla aldıkları cezalar gerekçe gösterilerek, 27 Şubat’ta TBMM’den resmen çıkarılıp milletvekillikleri düşürüldü. Ayhan’ın milletvekilliğinin düşürülmesine gerekçe gösterilen ceza “tanıdıktı”: Binlerce HDP’li siyasetçi bu gerekçeyle ya gözaltına alındı veya tutuklandı. Fakat Ahmet Yıldırım’ın milletvekilliğinin düşürülmesi, muhalefet yapmanın yasaklanmasından başka anlam içermiyordu!

Yıllar önce şiir okuduğu için hapis yatmış olan Erdoğan’a pekâlâ siyasi eleştiri olarak yorumlanabilecek iki kelimelik söz ettiği için, 14 ay hapis cezası alan Ahmet Yıldırım hakkında verilen karar, Türkiye siyasi tarihinde sıklıkla anılacaktır.

Yıldırım, hakaret davasından ceza aldığı için belki hapis yatmayacak ama 14 ay boyunca siyasi yasaklı olacak ve tüm kamu haklarından men edilecek. Hakkında açılan 10'u aşkın davadan da ne tür sonuçlar çıkacağını az çok tahmin edebiliriz.

Bu hafta, bu tarihi olayın mağduru olan HDP “eski” milletvekili Doç. Dr. Ahmet Yıldırım’la hem hakkında verilen kararı, hem Türkiye siyasetinin geleceğini, “yeni bir çözüm süreci” ihtimalini, kendisinin ve HDP’nin öyküsünü konuştuk…

Siyasetteki öykünüz ne zaman başladı?

Aslında benim öyküm biraz HDP’nin öyküsü gibidir. Daha önce HDP’nin Bilimsel Danışma Kurulu ve merkez yönetiminde görev almıştım ama 21 yıllık akademisyenlikten sonra ülke atmosferi dolayısıyla 2015 yılında gelen bir teklif üzerine parlamenter siyasete girmeyi kabul etmiştim. 4 Kasım 2016’da, eş genel başkanlarımız ve milletvekillerimizin tutuklandığı darbeye kadar, daha ziyade partinin mutfağında yer alıyor, çok fazla ön planda bulunmuyordum. 4 Kasım’dan sonra mücbir sebepler üzerine yönetim kademelerinde yer almaya, daha görünür olmaya başladım.

4 Kasım 2016’ya kadar hakkınızda kaç fezleke hazırlanmıştı?

20 Mayıs 2016’da dokunulmazlıklarımız kaldırıldığında hakkımda sadece beş fezleke vardı. Milletvekilliğimin düşürülmesiyle sonuçlanan “cumhurbaşkanına hakaret” fezlekesi de onlardan biriydi ve ondan ceza aldım. Oysa hakaret kavramının çok izafi olduğunu vurgulamam lazım.

Hakaret kavramından ne anlıyorsunuz?

Hakaret kavramından, kişinin onuruna ve şerefine karşı edilen söz veya davranışları anlıyorum. Fakat benim dava konusu olan sözlerimde zinhar böyle bir kasıt ve içerik yoktur. Fakat hakkımda açılan davadan sonra, Tayyip Erdoğan’ın medyada çıkan bazı sözlerini tarattım. Akademisyenlere, yazarlara, gazetecilere yönelik “mandacı artığı”, “ruhu kirlenmiş”, “terör örgütü maşası” gibi sayısız sözler sarf etmiş. Kendisi bu tür sözleri kullanırken naif bir siyasi eleştiriden çok rahatsız oluyor.

'HDP AYRILIKÇI BİR PARTİ OLSA İKTİDARIN HOŞUNA GİDERDİ'

4 Kasım’dan sonra hakkınızda açılan dava sayısı arttı mı?

Görünür olmaya başladıktan sonra neredeyse her konuşmam bir fezlekeye dönüştü. 13 ay içinde 18 fezlekem oldu! Bunların büyük çoğunluğu referandum sürecinde mitinglerde yaptığım konuşmalara dayanıyor. Mesela Ağrı-Diyadin’deki bir mitingde Tendürek Dağı’nı göstererek, orada hayatını kaybeden iki askeri hatırlattım ve “Bu iki gencimizi anıyorum ve onların aziz hatırası için çözüm süreci bitirildiği yerden yeniden başlamalı” dedim. Bu bir fezleke konusu oldu! Ne yani, “bu ülkeye hiçbir zaman barış gelmemelidir, gençlerimiz toprağa düşmelidir” mi diyecektim! Bu ülkenin insanı da toprağı da kana ve cana doydu.

HDP’yle kendi öykünüzü, öne çıktıkça daha fazla hedef haline getirilmesi üzerinden mi benzeştiriyorsunuz?

Evet, oraya bağlamak istiyorum. HDP ayrılıkçı bir parti olsaydı, Kürtler için ayrı bir devlet talep etseydi, Türkiye’yi bölmeye çalışsaydı, bugünkü iktidarın hoşuna giderdi. Çünkü böylece HDP’yi çok daha kolay kriminalize edebilir, köşeye sıkıştırabilirlerdi. Kolluğun ve yargının değil, militarize edilmiş toplumun basıncıyla siyaset yapamaz hale getirirlerdi. Fakat HDP büyüyüp kapsayıcı hale geldikçe, radikal demokrasi fikriyatını yaydıkça, farklılıkların birliğini daha fazla savundukça ve bunu bir siyasi mücadele içinde somutlaştırıp teveccüh gördükçe daha fazla hedef yapıldı. HDP barışçıl politikalarının kefaretini ödüyor. Bizimki de HDP’nin bu kaderiyle benzeşiyor.

'AMEDSPOR TÜRKİYE’NİN TAKIMI HALİNE GELİNCE HEDEF ALINDI'

Sizi akademisyenliği bırakıp parlamenter mücadeleye iten şey ne oldu?

1989’da üniversitede kendimi sol mücadelenin içinde bulduğumdan beri, 29 yıldır toplumsal sorunlarla ilgileniyorum. Bir dönem Dicle Üniversitesi Öğrenci Derneği genel sekreterliği yaptım. Daha sonra İstanbul Üniversitesi’nde master, Ankara Üniversitesi’nde doktora yaparken sosyal bilimci kimliğimle siyasal mücadele aktivistliğimi birleştirdim. Bugün Kürt siyasal hareketinin legal demokratik siyaset ayağını da daha ziyade bizim kuşağımız yürütüyor. Sayın Selahattin Demirtaş’tan Fırat Anlı’ya, Osman Baydemir’den Meral Danış Beştaş’a kadar çoğumuz aynı jenerasyonun mensubuyuz. Sosyal bilimci olduğum için farklı mecralarda siyasete dâhil oldum. Öğretim Elemanları Sendikası’ndan Eğitim-Sen’e ve geçmişte futbol oynamam hasebiyle iki dönem Amedspor yöneticiliği yaptım.

Bu arada Amedspor’un da, oyuncularının gol attıkça daha fazla hedef haline geldiğini söyleyebilir miyiz?

Gerçekten Amedspor’un kaderinin de HDP’ninkiyle çok benzeştiğini söyleyebiliriz. Etki gücü arttıkça, sadece bir ilin değil Türkiye’nin takımı haline geldikçe hedef alınmaya başlandı. Amedspor da tıpkı HDP gibi çözüm sürecinde etki sahasını genişletti ve çözüm süreci bitince baskı altına alındı. Amedspor’daki arkadaşlarıma “bakın çözüm süreci bitti, biraz daha dengeli bir yönetim anlayışıyla hareket ederseniz süreci en azından daha az zararla atlatırsınız” diyordum. Amedspor barış ve kardeşlik dedikçe, bölge takımı olmayı aştıkça, tıpkı HDP gibi şimdiki gerçeklikle karşı karşıya kaldı.

'NORMAL BİR ÜLKEDEYMİŞİZ GİBİ SİYASET YAPAMAYIZ'

Peki “daha dengeli bir yönetim anlayışıyla hareket ederseniz süreci daha az zararla atlatırsınız” tavsiyesi HDP için de geçerli miydi?

Elbette değil! Biz sadece bir üst lige çıkmak amacıyla seçimlere girip siyaset yapmıyoruz. Bizler normal bir ülkedeymişiz gibi siyaset yapıp mücadele kurgumuzu buna göre belirleyemeyiz. Bir kere bu ülkede müesses nizam, bizzat muktedirler tarafından yerle yeksan edildi. Şu anda hiyerarşik bir devlet yapısı yok. Ülkeyi 12 Eylül faşist darbesinin anayasasına göre bile yönetmekten imtina eden bir iktidar yapısıyla karşı karşıyayız. Toplumsal muhalefet dinamikleriyle ortadan kaldırılan müesses nizamın yeri, yine toplumsal muhalefetin gelecek tahayyülüyle inşa edilmeli.

Oysa bizde müesses nizamı toplumsal muhalefet değil, muktedirler yıkmış ve kendi tahayyüllerini de topluma dayatmıştır. Kürt siyasal hareketi ve dostları dışındaki bütün yapıların bu çerçevede bir koalisyon oluşturduklarını görmek gerekiyor. 7 Haziran’dan sonraki savaşı AKP-MHP tek başına başlatmadı. Avrasyacılardan Ergenekoncular'a ve Fethullahçılar'a kadar, aynı camide bile namaz kılmayacak tüm güçler Kürt mücadelesini tasfiye etmek üzere bir araya geldi ve bu güçler, müesses nizamı elbirliğiyle bozdu.

Yerine ne koyabilecekleri konusundaki kararsızlıklarını da çok iyi anlıyoruz. Çünkü alabildiğine pragmatist güçlerden oluşan koalisyonların kalıcı sistem inşa etmeleri mümkün değil. Sadece demokratik bir sistemden söz etmiyorum, faşizmi bile kalıcı sistem haline getirme konusunda anlaşamazlar. Her birinin faşizmi farklı ilkesizliğe dayanıyor çünkü.

Müesses nizamın ortadan kaldırılmasının ezilenler lehine sonuçları olamaz mı?

Müesses nizam ilericilikten, insan haklarından, evrensel insanlık değerlerinden yana toplumsal muhalefet güçleri tarafından ortadan kaldırılınca ezilenler lehine sonuçlar çıkar. O yüzden yeter ki müesses nizam yıkılsın, yerine mutlaka daha iyisi gelir anlayışında değiliz.

16 Nisan referandumunda toplumun yarısı “Hayır”da birleşti. Önceki gün Eş Genel Başkanınız Pervin Buldan, “Hayır cephesi ortak hareket etmelidir” açıklaması yaptı. “Hayır” cephesinden yeni ve ortak bir Türkiye tahayyülü çıkabileceğini düşünüyor musunuz?

Karşımızdaki blok, ülkeyi çok kötü bir denklemle felakete sürüklüyor. Cumhuriyet tarihi boyunca uluslararası gelişmelerin iç siyaseti bu kadar belirlediği başka bir dönem olmamıştı. Türkiye’nin kendi sınırlarını ve yönetim zihniyetini, toplumsal yapısını uluslararası güçlerin müdahalesine açan bir iktidar aklı var. Bu bir denklem ve ne yazık ki toplumsal muhalefet bu denklemi bozamadı. Her geçen gün artan faşizmin şiddeti karşısında sadece varoluş mücadelesi verilebildi. Buna HDP de dahildir.

16 Nisan’da ortaya çıkan “Hayır” cephesi, farklı saiklerle gidişattan rahatsız olanlardan oluşuyordu. Fakat bu, onların ortak bir tahayyülde, demokratik bir Türkiye arzusunda buluşmaları anlamına gelmiyor. Ama bu cephe gidişatın daha da kötü olmaması, gelişmelerin gençlerimizin kanı ve canıyla belirlenmemesi hedefinde bir güç birliği haline gelebilir. Bu açıdan faşizme en azından fren yaptırma şansına sahibiz. Yoksa Akşener hareketinin hangi yaklaşımıyla ortak bir Türkiye tahayyülünde bulunabiliriz ki! Ben Sayın Buldan’ın da bu saikle söz konusu çağrıyı yaptığını düşünüyorum.

'HDP STRATEJİSİNİ ÖTELEMEK ZORUNDA KALDI'

HDP’nin binlerce üye ve yöneticisiyle birlikte dokuz milletvekili hapiste, dokuzunun milletvekilliği düşürüldü ve Selma Irmak’ın da vekilliğinin düşürülmesi olasılığından söz ediliyor. HDP’nin bunca baskı karşısında verdiği varoluş mücadelesinde başarılı olduğunu söyleyebilir misiniz?

HDP etraflıca bir tartışmanın ve tabandan gelen bir ortaklaşmanın ürünü olduğu kadar kendisinden önceki legal demokratik siyasetin deneyimlerinden de dersler çıkarmış bir parti. HDP etkin bir muhalefet yapmak ve mümkünse iktidarın ortağı olabilmek için seçimlere hazırlanırken çeşitli taktikler belirliyor. Ama bunun yanısıra kuruluş amaç ve felsefemize tekabül eden rol ve misyonlarımızı tanımlayan stratejimiz var. 2015’ten bu yana stratejik hedeflerimizin biraz zayıfladığı, taktik mücadelenin ön plana çıktığı bir dönemi tecrübe ettik. Stratejiyi ötelemek HDP’nin tercihi değil, zorunluluğuydu.

Stratejik hedefleriniz neler?

Toplumsal değişim ve dönüşümü, legal demokratik siyasetin gelişimini, farklılıkların bir arada yaşamasını sağlamayı hedefliyoruz. Bunların hepsini radikal, eksiksiz bir demokrasi çerçevesinde formüle ettik. Bu toplumun barış içinde bir arada yaşayabileceği bir geleceği hedefliyoruz. Önermelerimiz bugünkü iktidar ve siyaset aklının çok ilerisindedir. Ama bu stratejinin öncelenmesinin 2015’ten itibaren ağır baskılar dolayısıyla zayıfladığını kabul ediyorum. Fakat bu, vazgeçtiğimiz anlamına gelmez. Çünkü bir dava hareketi, bir mücadele, orantısız darbeler yedi diye yenilmez. Zayıflayabilirsiniz ama yenilgi, davanızdan ve mücadelenizden vazgeçtiğinizde söz konusu olur. Neredeyse tüm bürokrasi, devlet aygıtı HDP’nin tasfiyesine odaklandı. Ciddi darbeler yedik ama davamızdan, mücadelemizden vazgeçmedik ve yenilmedik.

'MECLİS’İ TERK ETTİĞİNİZDE GİDECEĞİNİZ BİR YER OLMALI'

Bu baskılar karşısında HDP’nin sine-i millete dönmesi, TBMM’yi terk etmesi yönünde değerlendirmeler de yapılıyor. Sizce Meclis’te parlamenter mücadele yürütmenin koşulları veya anlamı kaldı mı?

Bu önermeleri yadırgamıyorum ama biz bu alanı terk ettiğimizde yeni bir sıçrama yaratabilecek miyiz? Yeni bir mücadele kulvarı açabilecek miyiz? Siyaset alanımız genişleyecek mi? Eğer tüm bu soruların yanıtı “evet” ise, o zaman bu önermeyi tartışabiliriz.

Milletvekilliğinizin düşürülmesi üzerine Grup Başkanvekiliniz Filiz Kerestecioğlu, “Bu meclis artık gerçekten bizim 'sadece son kişi kalana kadar burada olacağız' dediğimiz için, halkımıza söz verdiğimiz için burada olduğumuz bir Meclis’tir” dedi…

Evet, Sayın Kerestecioğlu “halkımıza söz verdiğimiz için buradayız” derken, “burada kalmayı sürdüreceğiz” demedi. Sistem zaten iki buçuk yıldır bizi meşru mücadelenin dışına itmek istiyor. Fakat siz Meclis’i terk ettiğinizde gideceğiniz bir yer olmalı. Neresi bu? Sokak, alanlar, meydanlar. Peki, faşizm sokakta bir mücadele alanı bıraktı mı? Şu an sokak, faşizm eliyle derdest edilmiş durumda. Elbette parlamento ile sokak eşzamanlı olarak işlevselleştirilebilir. Hukukun ayaklar altına alınmasına, her türlü hak gaspına karşı yeni bir yöntemi tartışmalıyız.

Bir yandan faşizm bizi nereden atmak isterse, orada durmaya devam etmeliyiz. Öte yandan meclisi de kutsamak zorunda değiliz. Faşizm bazen tüketemedikleriyle yenilir. Onu yenmeniz için bazen sırf yenilmemeniz, varlığınızı sürdürmeniz bile yeterli olabilir. Bu açıdan HDP son Mohikan’dır, bizler son Mohikanlarız. Varlığı bile iktidarın denklemlerini bozmaya yetiyor. HDP’nin mümkün olanın en iyisini yaptığını iddia etmiyorum ama en azından geri adım atmıyor. İktidar, “yahu şunlarda en azından birkaç istifa olabilmeli, kopuşlar yaşanabilmeliydi” diyor. İktidar partisi mensupları bize bunu bazen Meclis kulislerinde bizzat söylüyordu. “Nasıl oluyor da bir arada durabiliyorsunuz” diyorlardı. Çünkü bu kadar farklı bileşen olarak birbirimizden kopmadık.

'ÇÖZÜM SÜRECİ İLLA AKP’YLE OLMAK ZORUNDA DEĞİL'

AKP’lilerin sorusunu biz de soralım: Farklı siyasetlerden oluşan bileşenlerinizi bir arada tutan şey ne?

Parti politikamıza en fazla eleştirel yaklaşan arkadaşlarımız bile bunca zulüm söz konusuyken eleştirilerini erteledi. Belki ortak bir direnme pratiği sergileyemedik ama sonuçta direndik. Dışsal yönelimler içsel kenetlenmeyi sağlıyor. Bizi sadece mağduriyet değil, aynı zamanda ortadan kaldırılması gereken bir faşizm gerçeği de bir arada tutuyor.

Zaman zaman yeni bir çözüm süreci ihtimalinin olup olmadığı tartışılıyor. Hatta Eş Genel Başkanınız Sezai Temelli “Her şeye rağmen yeni bir çözüm süreci olacaktır. Ama bu artık bütün toplumun, bütün toplumsal dinamiklerin, toplumsal muhalefetin ortaklaştığı bir yerden olacaktır” dedi. Siz yeni bir çözüm sürecinin ihtimal dahilinde olduğunu düşünüyor musunuz?

AKP’nin yeni bir çözüm süreci başlatmasını beklemek saflık olur. Kürt sorunu başta olmak üzere ülkenin tüm meselelerinin masaya oturularak çözülebileceğine inananlardanım. Fakat AKP’nin yeni bir çözüm süreci başlatmasına bel bağlamak sadece AKP’nin miadını doldurmuş siyasi yapısına hizmet etmek olur. Öte yandan çözüm süreci illa şimdiki iktidarla olacak diye bir kaide yok. Mevcut iktidar, ülkeyi hukuk ve demokrasiyle yönetebilme kabiliyetini çoktan yitirdi. Bu geri dönülmez bir noktadır.

Hakkınızda onca fezleke varken milletvekilliğinizin cumhurbaşkanına hakaret davası üzerinden düşürülmesi sizce nasıl bir mesaj içeriyor?

Geçen yıl Temmuz ayında mahkemede bu cezayı aldığımda, bunun onanacağını biliyordum. Bu cezayı aldıktan iki gün sonra HDP heyeti olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü’ne destek amacıyla yola çıktığımızda yanımda Sayın Ahmet Türk de vardı. Bu cezayı kendisine anlattığımda kararın bozulacağını düşündüğünü ifade etti. “Bozulmaz, çünkü hakarete uğradığını düşünen kişi Tayyip Erdoğan” dedim.

Keza bu karardan bir hafta sonra Sayın Demirtaş’ı cezaevinde ziyaret etmiştim. Kendisi kararı BirGün gazetesinde okuduğunu söyledi ve “hükmün açıklanması geriye mi bırakıldı” diye sordu. “Hayır,” dedim. “Açıklanıp ertelendi mi?” diye sordu, “hayır” dedim. “Paraya mı çevrildi?” “Hayır” dedim. “İyi de bu üçü dışında, cezayla neticelenmiş bir hakaret davası yok ki” dedi.

Gerçekten de öyle. Hakaret davaları hiçbir zaman hapis cezasıyla neticelenmemiş. Sayın Demirtaş bunun üzerine gülerek “oldu olacak TCK 53’ü de uygulasaydılar” dedi. “Onu da uyguladılar Sayın Başkan” dedim.

Ne diyor TCK’nın 53'üncü maddesi?

Siyaset yasağı ve kamu haklarından men! Sayın Demirtaş’ın morali, TCK 53’ün de uygulandığını öğrenince bozuldu. Kendisine “merak etmeyin Sayın Başkan, bundan bir hayır çıkar. Çünkü bu karar, sizin de neden ve nasıl burada tutulduğunuzun göstergesidir” dedim. Hepi topu iki kelime kullandım: “Padişah bozuntusu.” Bunu da karşımdaki kişi mücadele ettiğim biri dahi olsa hakaret amacıyla söylemem. Ben bunun hâlâ bir siyasi eleştiri olduğunu düşünüyorum.

Nitekim Sayın Kemal Kılıçdaroğlu da “diktatör bozuntusu” ve benzeri sözlerden dolayı açılan davaların ikisinden takipsizlik birinden de beraat aldı. Mahkemeye bu emsal kararları ilettik ama bize yönelik kararda bu emsal karar bile hükümsüz kaldı. Sadece milletvekilliğimin düşürülmesi değil, bu iki kelimeden dolayı siyaset yasağı ve kamu haklarından men kararı itibariyle de bu dünyada bir ilktir. Dikta rejimlerinin aktörleri olan tek adamlar faşizmi aklın almadığı noktaya kadar getirdiklerinde bu güç değil çaresizlik, sıkışmışlık ve güçsüzlük belirtisidir. Güçlü siyasi aktörler zihniyet olarak faşist bile olsalar, özgüvenli olurlar.

'COĞRAFYA DEĞİŞTİRİLEMEZ BİR KADER DEĞİLDİR'

Hakkınızda verilen karara karşı nasıl bir hukuki süreç işleteceksiniz?

Avukatlarımız hem Anayasa Mahkemesi’ne başvurdular. Aldığım ceza zaten AİHM’e gitmişti. Uluslararası yargıda Türkiye’nin mahkûm edileceğinden zerre şüphem yok. Ama maalesef AİHM, bırakın benim dosyamı, eş genel başkanlarımızla ilgili bile bir karar verme mecalinden yoksun. Eş genel başkanlarımızın dosyasıyla ilgili görüştüğümüz AİHM üyeleri “iç hukuk yolları tüketildikten sonra bir ay içinde karar veririz” demişlerdi. Sayın Demirtaş’ın tutukluluğuna yaptığımız itiraz 6 Aralık 2016’da AYM tarafından reddedildi. Aradan üç ay geçti ama AİHM hâlâ bir karar vermiş değil. Adalet, artık anlamı kalmayacak bir noktada tecelli edecekse, bu adalet olmaz. Benim dosyamı da hangi bağımsız yargıç okusa, gülerek bir kenara bırakıp kararını verir diye düşünüyorum.

Bir sonraki seçimde aday olabilecek misiniz?

Şu an itibariyle hayır. Cezam 14 ay ve bu süreç boyunca siyasi yasaklıyım.

Hapis yatacak mısınız?

Çok kısa sürelik, 10-12 günlük bir hapis söz konusu. Çünkü aldığım ceza Terörle Mücadele Kanunu kapsamında değil.

HDP 3. Olağan Kongresi’nde Pervin Buldan, İbn Haldun’un meşhur sözünü alıntıladı: “Coğrafya kaderdir.” Akademik kariyerinizi coğrafya bilimi üzerine yaptığınız için son olarak bunu soralım: “Coğrafya kaderdir” sözünden ne anlıyorsunuz? Sizce coğrafya kader midir?

Sayın Demirtaş tutuklanmadan altı gün önce, kendisiyle bir program kapsamında Londra’daydık. Sabah erken kalkıp parkta yürüyüş yaparken bu sözü ben de kendisiyle paylaşmıştım. “Başkan, İbn Haldun’un dediği gibi, gerçekten de coğrafya kaderdir. Biz de pekâlâ burada doğmuş olabilir ve bambaşka meselelerle uğraşıyor olabilirdik” demiştim.

Akademik çalışmalarımı Neolitik Çağ ve Yukarı Mezopotamya’daki uygarlık üzerine yürüttüm. Uygarlığı ihraç etmiş bir coğrafyadır Mezopotamya ve Ortadoğu. Ne yazık ki uzun zamandır barbarlıkla uğraşıyor. Fakat kaderim olarak kabul ettiğim bu coğrafyaya doğmaktan memnunum. Siyasete girmek akademiye bakışımı da değiştirdi. Şu an toplumsal meselelere uzak, umursamaz bir bilimcilik de yapıyor olabilirdim. Bu siyasi hareketin bir ferdi olmanın bende yarattığı bir onur var.

Coğrafya bir kaderdir ama değiştirilmez bir kader değildir. Hiçbir kader değiştirilmez değildir. İnsanın yüreği, aklı ve iradesi tüm zor koşulları alt edebilecek güçtedir. Yeter ki coğrafyanın ve zamanın darlığına hapsolmayın, geçmişin deneyimleri ve geleceğin iyi tahayyülüyle örtüşün. O zaman coğrafyadan kaynaklı kaderi değiştirme iradesine sahip olursunuz.


İrfan Aktan Kimdir?

Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.