YAZARLAR

Herkes bayrağını cebine koysun

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kahramanmaraş konuşması, savaşın süreceğine ve yaygınlaştırılacağına dair alametlerle doluydu. Anlaşılan, Türkiye’nin önündeki seçimlerin her şeyini “savaş süreci” belirleyecek.

Şölen var. Büyük bir şölen. Galibin şöleni. Mutlu. Mesut. Mütehakkim.

Maraş’tayız. Devletin, hükümetin, partinin reisi konuşuyor. Siyasal nutuk yürürken, birden, bir çocuk çağrılıyor sahneye. Askeri giysili. Ağlıyor.

Ağlasın. Çocuk bu ağlar. Çağrılıyor ve çocuk üstünden bir nutkun öğeleri sektiriliyor. Çocuğun yüzü korku, kaygı dolu. Sakinleşmemiş, her an hıçkırdı hıçkıracak. “Cebinde bayrağı. Şehit olunca üstüne örtülecek.” Elbette ne çocuğun savaşa gönderileceği var ne şehit olacağı. Zaten kız çocuğu, asker olma ihtimali çok az. Her şey sembolik. Törensel. İzleyenleri etkilemek, duygularını kabartmak, şehitliğe, savaşa, çatışmaya dair istekleri güçlendirmek için. Semboller, göründüğünden fazlasını söyler, sözlerin yaptığından fazlasını akla, ruha, bedene kazır. Hedef bu.

Türk siyasal dilinde “çocuk”, gelecek demektir: Çocuğun temsilinde savaşın süreceğini, uzun vadede de savaşa dayalı, savaşı arzulayan bir siyasetin iş başında olduğunu öğreniyoruz böylece.

Erdoğan: Kanımızda sivilleri vurmak yokErdoğan: Kanımızda sivilleri vurmak yok

Yarın da sürecek savaşın bugünün de tahminlerimizden daha kapsamlı olduğunu, olacağını öğrendik aynı konuşmada: Sefer görev emri, telaffuz edildi. Askerliğini yapmış ve askerlik çağından çıkmamış kişiler, silah altına çağırılabilir. “İhtiyaç yok ama…” yine de hazır olun!

Durduk yere söylenmedi, talep üzerine söylendi: “Reis bizi Afrin’e götür!” sloganı üzerine.

Slogan bu: “Reis bizi Afrin’e götür.” Futbol tribünlerinden siyaset sahnesine, siyaset sahnesinden futbol tribünlerine slogan alışverişi yeni iş değil. Sloganı atanlar TCK 299’dan yargılanır mı diyorum bir an, sloganın aslını düşününce? “Pascal bizi diskoy…” Neyse, Tehlikeli burası. Çıkayım hemen, sloganı atanların değil işitenlerin tehlike altında olduğu günlerdeyiz.

Çıkayım ama çıkılmayacak bir yerdeyiz: Askeri vesayeti yenmiş olmakla övünen bir siyasal hareket karşımızdaki; yenmiş ama militarizmi bitirmek için değil zimmetine geçirmek, toplumun kalanını da militarize etmek içinmiş, öğrendik. Beş altı yaşındaki kız çocuğunun göz yaşları eşliğinde savaş dolu bir yarının herkesi beklediğini öğrendik, sefer görev emrinin telaffuzuyla savaşın topyekünleştirilmesinin arzulandığını anladık.

Nutka göre, Afrin’de sivillerin öldüğü, batının kötü propagandası. İnanılır, Batı’nın kötü propagandasında sınır mı var? Savaş olunca sivil de ölür elbet, savaş olmasın, diyecekseniz, cevabınız hazır: “Kanımızda sivilleri öldürmek yok.” Asil kan nutkuna dönüş. Bu özetle şu demek: Kim ölmüşse, o sivil değildir. Yoksa başka türlü 2000 kadar teröristin öldüğü nasıl güvenle öne sürülebilir? Bombayı atıyorsunuz ve orada birileri ölüyor, gidip bakabiliyor musunuz? Geriye tek yol kalıyor: Kim ölmüşse o sivil değildir demek. Kan argümanı olarak tarihe geçse hakkı var. Yok, “Sivil ölüyor” demiyorum, kim ölmüşse o teröristtir diye anladığımı diyorum.

Nutuk, bir ara Senegal’e geliyor. Senegal. Batı sömürgeciliğinin ve köleciliğinin simgesi, nutkun içinde. Maraş’tan oraya çocuklar götürülüp, Batı’nın pis köleci emperyalizmin çirkinliği öğretilecek. Ala. Peki Suriye’de ne işiniz var? Başka bir ülke değil miydi orası? Batılılar da gittiği her yere, barbarlık var, baskı var, zulüm var, medeniyetsizlik var, diktatörlük var, tamir, tedavi, terapi, demokrasi yapmaya gidiyoruz diye gitmiyor mu idi zaten? Gidiş yolu aynı ama puan farklı mı olsun istiyoruz? Hem, mesela Darfur’a da gitse ya birileri, (yok çocuklar değil yetişkinler gitsin, yeter çocukların çektikleri eziyet), Osmanlı’nın oradan siyah insanları nasıl aldığını, nasıl sattığını, nasıl getirdiğini, nasıl götürdüğünü öğrense? Ha, ama o emperyalist değildi, şefkatle kırbaçlıyordu, iyi niyetle hadım ediyordu, özenle evlerde kullanıyordu, kibarca forsa zincirliyordu, zarafetle köle yapıyordu. Bir millet dirilirken, böyle bozgunculuklar yakışık almaz, her şey “Diriliş Ertuğrul” ruhunda olmak zorunda. Ülke hem dizinin setine hem seyir kahvesine dönüşmeli. Yeni diziler de geliyor zaten, bir Payitaht Abdülhamit’le olacak iş değil, kutsal yürüyüş sürüyor, “Direniş Karatay” az sonra, “Mehmet: Bir Cihan Fatihi” pek yakında.

Dönemin iktidarının tek normu var: Yaptığı ve söylediği. Yapılan, söylenen hangi norma ters düşer görünüyorsa o norm yanlıştır. Bitti. Tek bayrak. Tek millet. Tek devlet. Tek vatan. Tek reis. Herkes bayrağı cebine koysun. Bir de ağlamasın.