YAZARLAR

İlk buluşmada hesabı kim öder?

O kadar çok kirli bilgiyle, klişeyle ve bir o kadar da klişenin tersi taklidi yapan kontrklişeyle kuşatılmış durumdayız ki. İlk buluşmada değil, son buluşmada ‘hesabı’ kimin ödediğinin esas mühim konu olduğunu unutuyoruz.

Hayatın ve sosyal medyanın ‘döndolaş’ bazı konuları var. Giderek çılgınlaşıp distopyayla korku filmi arasında gidip gelen gerçek hayattan kaçmanın zararsız yollarından biri galiba bu. Muteber menemenin soğanlı mı soğansız mı olduğu ya da ilk buluşmada hesabı kimin ödeyeceği, senede birkaç kez tartışılıyor.

Her ikisine dair de fikrimi beyan etmek isterim.

Menemen konusunda sadelik tutkunu değilim. Bence yapanın damak tadı ve o anki ruh haline göre soğanlı da sarmısaklı da, cevizli de, sucuklu da, kaşarlı da olabilir. Özetle, ‘başka bir menemen’, mümkün. Kesin olan tek şey yumurta ve domates, çünkü o ikisi olmayınca galiba bir menem olmuyor.

Menemen

İlk buluşmada hesap konusuna gelince… Tabii ki imkânı varsa erkek ödesin. Bu noktada yazılarımı takip eden bir kısım okuyucuyu şaşırtmış olabileceğimin farkındayım. Açıklayacağım, lütfen müsaade edin.

Günümüz kadınını, özellikle de kendi toynakları üstünde duran kentli kadını aşktan bezdiren ıssız adam meymenetsizi karşısındaki son kalelerden biri gibi bir şey, bu hesap meselesi. Bunu da kaptırırsan iyice kendi ayağına sıkmış oluyorsun. Zaten hepimizin kafası bu ilişkisel roller konusunda bir miktar karışık, tüy dikmeye hiç gerek yok. (Her şeyi hallettik de ilk buluşmanın hesapsal eşitliği mi kaldı affedersiniz ya…)

Mayınlı bölgede şahsi şahsi salınmaya devam: İlk buluşmada hesap konusunu hesap kitap konusu yapmayan erkeği, tercih ederim. Cümle kendini açıklıyor zaten ama açayım. Kadının, erkeğin, hatta kedinin bile cömert olanını, öyle üçün beşin hesabını tutmayan bayındır ruhlusunu severim. Ayrıca ultra yaratıcı bir anarşist varoluş içinde değilseniz, tüm klişeleri devirme işine soyunmaya gerek yok diye düşünüyorum. Hatta esas mevzular ortada fil gibi dururken üç beş klişeyle uğraşmak, hayli çocuksu, ergensi bir etkinlik. Bu sebepten, ilk buluşmada cüzdan çekme konusunda cevval erkeğin en azından ilişki yürütmeyi bir nevi sidik yarışına dönüştürmeyecek kadar olgun ruhlu biri olduğunu düşünürüm. Bana güven verir. Cüzdanının kabarıklığına değil ruhunun genişliğine ilişkin bir güvendir bu.

Kendi toynakları üstünde duran (bilerek toynak diyorum evet, bu derece ilk(s)el mevzular üstüne konuştuğumuzda aslen vahşi doğamıza inmiş oluyoruz çünkü) bir kadın olarak, ‘günün sonunda’ büyük ihtimalle burnum düşse eğilip yerden almayacak olsam da, kendimi az çok kuralların dışında var etmek konusundaki dar patika seçimimin farkında olunmasını dilerim. Takdir edilmesini, onaylanmasını değil, farkında olunmasını…

Beyaz atlı bir prens tarafından kurtarılmayı hiç beklemedim. Bir erkekten temel beklentilerimin tümü “duygusal”dır. Duygusal derken, vıcık vıcık bir romantizmi değil, bir şeyler paylaşma, anlaşma, hayattan beraber zevk alma ve hayatı yer yer de beraber omuzlamaya yönelik tüm insani coşkuları kastediyorum. İşte bu bazı açılardan zor seçimim için, nasıl diyeyim, bir de ‘cezalandırılmak’ istemem. Eşitlik talebimin, hayatın yükünü omzuma bindirmek şeklindeki tatsız bir versiyonunu istemem. Kafadaki geleneksel kadın tanımlarına daha çok uyan bir kadına gösterilecek incelik ve ponçikliklerin bana da gösterilmesini isterim, doğaldır ki. Yer yer ve zaman zaman, canım isterse evet, minnoşluk haklarımı da kullanmak isterim. (Bazı kuş hatta kertenkele türleri bile dişiyi etkilemek için en azından çiftleşme dansı yapıyor, kütüphanemiz var diye tüm ‘ritüelden’ geri mi kalalım?) Kadınlık müfredatta öğretilenle sınırlı bir şey değil. Seven, sevilen ve aynı zamanda kendim olarak devam etmek isterim. Üçü bir arada, evet. (“Ben” derken, kastettiğim sırf ben değilim elbette. )

Bütün o ponponlu, ambalajlı, kırmızı kalpli, valentinik haller kapitalizmin bir oyunu diyosun, tamam. Ama bunun alternatifi de ciğer solduran bir çabasızlık, ‘ne gelirse kadından gelsin’ hali olmamalı sanki. Özgürlüğün bedelinin çakmağı cebinden çıkarmaya üşenen, hesap hesabı tutan, “ben aramayım nasılsa o arar” diyen bir erkek olması size hakça geliyor mu?

Ayrıca kadın-erkek ilişkisinin bir oyunbaz tarafı var. Oyunlar da kısmen farklılıklar üzerine kurulu şeyler. Cinsiyetten tamamen soyunmaya gerek yok ay, onu demiyoruz biz.

Üşüdüğümde benden daha çok üşümeyi göze alan bir adamdan (insandan) hoşlanmamda ne sakınca var? Hesap konusunu hesap konusu yapmayan bir adamdan hoşlanmamda ya da? Sandalyem çekildiğinde özgürlüğüme bir darbe almıyorum, en azından şeklen nazik biriyle karşı karşıya olduğum hissine kapılıyorum, hoşuma gidiyor bu da.

Ha tabii, gerek ama yeter şart değil bu gibi incelikler. Tüm bunları yapan bir adam da ‘günün sonunda’ canavara dönüşebilir. Örnekleri gani maalesef.

Burada kadınlara döneyim. İlk buluşmada hesabı ödeyen, hatta her buluşmada hesap ödemekte ısrar eden bir erkeğin cömert ruhlu biri olma ihtimali tersine oranla yüksek, evet. Sen yine de koy bu bilgiyi cebe ama hesapların ödeniyor oluşunun rehavetine kapılma. İlk üçte ısrarlı olacak kadar nazikse dördüncüde sen ödemeye gayret et. Neticede para kirli ve satın alma gücüne sahip bir şey. Para pulsal ilişkiler o kadar da masum değil hiçbir zaman. Hesapların mütemadiyen ödeniyor olmasının konforu için en değerli varlığın olan bağımsız-biricikliğini askıya almaya gerek var mı?

Daha da önemlisi, istediğin bu mu?

Fonda Birsen Tezer "Aşk bu değil yapma güzel" diyor.

İlk buluşmada hesabı ödeyen bir adam cömert, nazik, hesapsız bir adam olabilir. Bunu yapması gerektiğini bir şekilde öğrenmiş aslen/ruhen, cimri biri ya da bir sosyopat da olabilir. Hesabı ödeyecek parası olmadığı halde ilk buluşmaya gelmeyi ve bunu söylemeyi tercih etmiş (bu durumu suistimale açık müzmin bir kalıba çevirmeyen), gülüşüyle gününü aydınlatan bir adam, hayatında tanıyabileceğin en güzel adam da olabilir. İnsan aradaki farkı, hisseder. Yeter ki kalbimizle irtibatımız kesilmesin. Kalp, bilir.

O kadar çok kirli bilgiyle, klişeyle ve bir o kadar da klişenin tersi taklidi yapan kontrklişeyle kuşatılmış durumdayız ki. İlk buluşmada değil, son buluşmada ‘hesabı’ kimin ödediğinin esas mühim konu olduğunu unutuyoruz.

İlk buluşmada kim öderse ödesin. Son buluşmada hesap, birlikte ödenmeli. Yaşanan anlara saygıyla, güzelliği yitirmeyerek, ortak tarihi koca bir ‘hiç’e dönüştürmeden. İlk buluşmada değil, son buluşmada esas, evet kadın, evet erkek ama esasen hâlâ insan kalarak. Durum öyleyse, herhangi bir sosyal medya hesabında paylaşmaksızın da bunu, “yine mi güzeliz, yine mi çiçek,” diyebiliriz işte. İlk bakışta değil, ‘son bakışta aşk’ın, hesapların bir güzel beraberce ödendiği son buluşmaların şerefine!


Zehra Çelenk Kimdir?

Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.