YAZARLAR

Cihatçılar arası savaşta da taraf olmaya doğru

Suriye savaşının devletler arası platformundaki didişmelerin, Suriye rejimi ile silahlı muhalifleri arasındaki iç savaş düzleminde cereyan eden boğuşmanın yanı sıra, üçüncü bir düzlemde de Ankara artık bir (f)aktör: cihatçılar arası yerel iktidar mücadelesi.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin Suriye savaşındaki konumu bir defa daha değişim geçiriyor. Bu da yeni bir sıçrama. Daha isabetli tasvirle, daha derine dalma.

Efrin harekâtının gözümüzü alması doğal. Hem bizzat harekâtın amacı esas olarak içeriye yönelik hem de bu harekâttan doğan ve doğacak her türlü sonuç, memleketin içini, çelişkilerimizi, ilişkilerimizi yakından ilgilendiriyor, başımıza açılmış dertleri çeşitlendiriyor, açılacak olanları çoğaltıyor.

Öbür yanda, bir ara bütünüyle kaybedilmiş görünen “Suriye üzerinde söz sahibi olma” hedefine yeniden kavuşmanın “heyecanı” da Ankara’daki iktidar sahiplerinin gözünü alıyor. Hem bizzat Türk Silahlı Kuvvetleri, yakın gelecekte çok cepheli ve çok kanlı savaşlara sahne olmasına kesin gözüyle bakabileceğimiz İdlib’in derinliklerine daldıkça dalıyor hem de Türkiye buradaki savaşın aslî kuvvetlerinden birinin hâmisi rolünü artık neredeyse “resmen” denebilecek tarzda üstleniyor.

Efrin bahsini karıştırmadan, başlı başına yeterince dallı budaklı olan gelişmeleri değerlendirmeye çalışayım.

En taze haberden başlayayım: Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) örgütü bir “resmî” açıklama yayımladı ve Ankara’nın, hâlihazırda Efrin’de YPG’ye karşı savaşa sürdüğü ÖSO’cuları İdlib’e sokarak kendisine karşı savaştıracağını ileri sürdü.

Bu tam da, “ay çok karışık, hiç anlamıyorum”culara haklılık kanıtı oluşturabilecek cinsten bir durum. Çünkü TSK İdlib’e bu HTŞ ile anlaşmalı olarak, hattâ ilk keşif seferlerinde onun eskortluğunda girmemiş miydi? Şu anda, üçünü doğudan batıya, Efrin sınırında, üçünü kuzeyden-güneye, Suriye ordusu ile müttefiki İranlı milislerin ileri hattı boyunca kurduğu “gözlem noktaları” oralarda tehditle, saldırıyla yüz yüze gelmeden duruyorlarsa, bu, HTŞ’nin kabulü sayesinde değil mi? Yani, sözün özü, Ankara’nın HTŞ ile arası iyi değil mi?

HTŞ ile Ankara’nın arasında iyilik-kötülük değil, çıkarlar, taktik ve mecburiyetler var.

HTŞ kim, hatırlayarak girişelim konuya.

HTŞ'NİN MACERASI

El-Kaide örgütünün Suriye kolu El-Nusra (Nusret Cephesi), silahlı örgütler arasında en disiplinli, en güçlüsüydü. Başta Ahrar el-Şam, öbür önemli örgütlerle birlikte, “Fetih Ordusu” adı altında, İdlib şehri ve vilayetini, bunun yanı sıra Halep vilayetinin batısında kuzeyden güneye uzanan bir bölge ile Hama’nın kuzeyinde geniş bir şeridi Şam’ın denetiminden çıkardı. Kısa süre içinde, öbür örgütlere üstünlük sağladı, biraz da hotzotla, bu geniş cihatçı bölgesinde -mutlak olmasa da- hakimiyeti ele geçirdi. Ancak öbür büyük örgütlerin İdlib’teki varlığı da devam etti.

El-Nusra, 2016 Temmuz’unda, El-Kaide merkezi ile ilişkisini koparttığını, yanına topladığı başka ufak örgütlerle birlikte “Şam’ın Fethi Cephesi”ni oluşturduğunu ilan etti. El-Kaide’den kopma hikâyesine kimse inanmadı ve bu manevranın Suriyeli silahlı muhaliflere silah-cephane ve para desteği sunan devletler doğrudan El-Kaide merkezine biatlı bir örgüte yardım edemedikleri için, bu engeli aşmak üzere tasarlandığına inanıldı. Ancak 2017 başında Nusra bir adım daha atıp, fiilen başında olduğu örgütler koalisyonunu daha da genişletti ve bu defa “Heyet Tahrir el-Şam” (HTŞ) adını aldığını duyurdu. El-Kaide’den koptuğunu da teyit etti. Ancak bu sefer, bizzat El-Kaide merkezinin “biatı tek taraflı feshedemezsiniz” çıkışlarından anlaşıldı ki, bağı koparma işi ciddîdir ve HTŞ, muhaliflerin “Suriye devrimi” olarak adlandırdığı sürece belirleyici şekilde ağırlık koymaya hazırlanıyor.

Nitekim, HTŞ, kuruluşunu duyurduktan kısa süre sonra, başta Ahrar olmak üzere bütün öbür silahlı muhaliflere birleşme çağrısı yaptı. Bunu eski El-Kaide’cilerin kendilerini yutma girişimi olarak algılayan Ahrar ve bazı örgütler uzak durdular. Aksine, HTŞ’nin kuruluşuna katılmış olan önemli örgütlerden Nureddin Zengi Hareketi, ittifaktan ayrıldığını açıkladı. Ve HTŞ’nin İdlib’teki irili ufaklı örgütlere saldırısı başladı. Güzellikle olmuyorsa zorla birleşme sağlanacaktı herhalde hesaba göre. Olmadı. Birçok yerde HTŞ, başka örgütlerin silah depolarını bastı, militanlarını esir aldı, örgütleri ya kendilerini feshetmeye ya HTŞ’ye katılmaya zorladı. Bu cihatçılar savaşı Ahrar’ın silahlı muhalefet üzerindeki güç ve itibarını büyük ölçüde sarstı, çünkü HTŞ açıkça sahadaki üstünlüğü ele geçirmişti.

Bu yolla İdlib’in hakimi konumuna geldiği sırada HTŞ, aslında istemediği bir misafirle karşılaştı: Türk ordusu.

HTŞ VE ANKARA

Niye istemiyordu? Çünkü Moskova, Tahran ve Ankara, Astana’da anlaşmaya varmışlardı ve İdlib’te “çatışmasızlık gözlem noktaları” kurulmasını öngören anlaşma, HTŞ’nin ortadan kaldırılmasını içeriyordu. Türkiye’nin, silahlarını susturmayı -sonra da bırakmayı- kabul edeceği varsayılan cihatçılarla tutacağı bir bölge, İranlıların Suriye ordusuyla birlikte tutacağı bir bölge, arada da, isyandan vazgeçmeyecek ve dolayısıyla Rusya uçaklarının bombardımanı başta olmak üzere her yolla imha edilecek olanların -paramparça edilmeden önce- geçici olarak barınacağı bir bölge öngören anlaşma, HTŞ’yi alarma geçirmiş ve İdlib’te güç dengesi, bir ölçüde de bu alarmın yol açtığı HTŞ operasyonlarıyla değişmişti.

Astana Anlaşması yapıldığında dünyanın bütün gözlemci ve gazetecileri aynı soruları sordu. Bunların başında, “Peki oradaki El-Kaide uzantısı ne olacak?” sorusu geliyordu. Rusya ve İran’a göre cevap belliydi: Varolmayacak. Türkiye’ye göre?..

Birkaç zırhlı jipe binmiş Türk askerî heyeti, Efrin sınırında gözlem noktası yeri seçmek için İdlib’e girdiğinde bu sorunun karşısındaki cevap hanesi halen boş olmasına rağmen, konvoya HTŞ militanları eşlik ediyordu. Cevap şöyle dursun, yeni sorular ekleniyordu çözümü gözükmeyen denkleme: TSK orada HTŞ ile iyi komşuluk yapacaksa, Rusya ve Suriye için Astana Anlaşması’nın anlamı ne olabilirdi?

Soru faslının bir de öbür yüzü vardı: HTŞ militanları da şaşkındı ve kendilerini bu örgütte biraraya getiren bütün ölçütlere göre kendisine karşı savaşmaları gereken bir orduyla örgüt liderleri neden işbirliği yapıyorlardı? HTŞ’nin taban tarafından tanınan bilinen yöneticileri, din âlimleri, tabanı yatıştırıcı açıklamaları art arda sıralıyorlardı: Bu sadece “kuzeydeki ateist Kürtlere karşı” kabul edilmiş bir geçici işbirliğiydi. Türk ordusu o ateistlerle savaşacaktı, bu yüzden ona yer gösteriliyordu. Hem şu sırada Türk ordusuna karşı savaşıp çok kayıp vermek taktik olarak anlamlı değildi. “Cihadın Suriye’nin İdlib bölgesindeki güncel koşulları” böyle davranmayı gerektiriyordu, vs..

Böylece HTŞ Ankara ile, tabandaki hava itibarıyla gönülsüz, temkinli de olsa işbirliğine girdi.

Ancak bu, sonunun çabucak gelmesi kaçınılmaz bir ilişkiydi. Çünkü İdlib’teki hakimiyet için HTŞ’nin savaştığı başka büyük örgütler Ankara’nın daha yakın dostlarıydı. Bizzat HTŞ’nin oluşumuna katılmış, sonradan ayrılmış Nureddin Zengi Hareketi, haydi, zaten azıcık ne idüğü belirsiz oluşu bir yana, tam anlamıyla güvenilir bir müttefik sayılmazdı. (“Ilımlı” sayılarak CIA’den füze falan alabilen bir örgütken El-Kaide’nin müttefiki haline gelmiş, bilahare onu da terk etmişti.) “Vekil güç” hiç sayılmazdı. Ama Ankara’nın dünyaya takdiminde yardımcı olduğu, yönetim kadrosuna kadar belirleyebildiği Ahrar el-Şam, tam da “vekil güç” denince akla gelendi.

Böylece yeni soruyla yüz yüze gelindi: HTŞ ile uyum içerisinde İdlib’in çeşitli noktalarına asker yerleştiren ve bu askerlerin saldırıya uğramayacağına dair güvence alan Ankara, çok daha yakın olduğu, söz geçirebildiği örgütler HTŞ ile savaşırken nasıl davranacaktı? Nasıl davranacak? Çünkü şu anda olan tam da bu.

Ve HTŞ açıklama yayımlayıp diyor ki: Türkiye Efrin’deki ÖSO’cuları da getirip bize karşı savaştıracak.

Biz de anlıyoruz ki, HTŞ ile ilişki, beklendiği üzre, bozulma yolunda.

HERKESİN AVI HTŞ

Bu bozulmanın bir zamandır inşa edilen zemini de var: Türkiye, HTŞ bünyesindeki örgüt ve grupların ne kadarını becerebiliyorsa o kadarını oradan kopartıp, daha sonra masaya oturtulabilir muhalefete katmayı amaçlayan bir örtülü faaliyet de yürütüyor. Bu, Astana’da Ankara’ya verilmiş görevlerden. Yaklaşık bir buçuk senedir art arda HTŞ önde gelenlerini hedef alan suikastlar, İHA ve bombalı araç saldırılarının kimin marifeti olduğu ise hâlâ belirsiz.

Artık özel olarak HTŞ’ye talimat verme makamında olmasa da, El-Kaide’nin lideri Eymen el-Zevahiri’nin İdlibli cihatçılara seslendiği son konuşması önemli. Zira bu bölgenin yakın geleceğine ışık tuttuğu varsayılabilir. Zevahiri, bölgedeki cihatçıların “çok uzun yıllar sürecek gerilla savaşına” hazırlanmalarını önerdi, mümkün tek yolun bu olduğunu bir defa daha vurguladı. HTŞ’nin “şu anda Türk ordusuyla savaşmamız akıllıca olmaz” hükmü de aslında aynı yönü işaret ediyor: bölgeye dağılıp gerilla savaşı yürütmeyi.

Bütün bunlara dayanarak çizebileceğimiz muhtemel müstakbel İdlib manzarası HTŞ için pek karanlık görünüyor. Rusya jetleri, İran milisleri ve Suriye ordusu örgütün kökünü kurutmaya çalışacak. Geçtiğimiz günlerde “Suriye Kurtuluş Cephesi” adı altında biraraya gelen Ahrar ve Zengi’ciler onları şehir, kasaba ve köylerden temizlemeye uğraşacak. Üstüne üstlük, ilk grubun esas aktörünün müttefiki, ikinci grubun bir nevi hâmisi olan Ankara ile çatışma ihtimali de her geçen gün büyüyecek.

Şimdi geçip öbür taraftan bakabiliriz: Ankara açısından böyle bir gelişmenin anlamı nedir? Basitçe şu: Suriye savaşının devletler arası platformundaki didişmelerin, Suriye rejimi ile silahlı muhalifleri arasındaki iç savaş düzleminde cereyan eden boğuşmanın yanı sıra, üçüncü bir düzlemde de Ankara artık bir (f)aktör: cihatçılar arası yerel iktidar mücadelesi.

Haydi “en azından oradaki El-Kaide uzantısı böyle görüyor” diyelim de ağırlık azalsın azıcık.

TÜRKİSTAN İSLÂMÎ PARTİSİ NASIL DAVRANACAK?

Son bir husus: Cihatçılar arası savaşa şimdilik karışmayacaklarını bildiren, El-Kaide ve Taliban’a biatlı binlerce -önemli kısmı Türkistan İslâmî Partisi (TİP) mensubu- Uygur ve Özbek savaşçı ile Kafkasyalı cihatçıların nasıl tavır alacaklarını, Ankara’nın dostu mu kalacaklarını yoksa yeni Reina saldırılarının failleri haline mi geleceklerini henüz bilmiyoruz.

Dikkat çekebileceğim tek işaret, TİP’in Suriye Kurtuluş Cephesi’ne (SKC, Ahrar+Zengi) yönelik tehditvârî bir duyuru yaptığı. İdlib içindeki çeşitli kasaba ve köylerde SKC’nin atağa kalkıp HTŞ’yi buralardan sürmesi üzerine TİP, “bunca kurban verildikten sonra, Şam [Suriye] topraklarındaki mukaddes cihadın kazanımlarının kaybedilmesine müsaade etmeyeceğini” açıkladı, öbür örgütlerin HTŞ’ye saldırılarına son vermeleri gerektiğini bildirdi. Buna karşılık HTŞ de hem kuzeybatı Halep’te hem İdlib’in güneyinde atağa geçti, Ankara’nın yakın dostu örgütlere karşı çeşitli yerel zaferler elde etti.

Aileleriyle birlikte on bin kişiyi bulan nüfuslarıyla Uygurlar, her şeylerini satıp savıp, terk edip, kimisi TC yardımıyla Suriye’ye gelmiş, buraya yerleşmiş bir kitle. Ankara ile ilişkileri hep dostça oldu; ne var ki, bildiğiniz El-Kaide’ci ve Taliban’cı bu insanlar.